- 805 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
biraz hüzün kimseyi incitmez......
.onunla ilk tanıştığımda kırkbeş yaşındaydı....ilk tanıştığımda ikindi güneşi gölgeleri eğmeye başlamıştı....bulutlar barınağın sessiz kalabalığı üzerinde geziniyor, bir yağmur ha yağdı ha yağacak, ilk damlasını bırakmak için sırasını bekliyordu...hayatımdan içeriye girdiğinde kafamda bir sürü düşünce birbirine karışıyodu...günlerden bir gündü işte, Kemal diye biri var mıydı yok muydu dedirtecek bir gündü, her zamanki gibi sıkıcı yüzler, bitirilememiş işlerin, uzun zamandır kendine vakit ayıramamış olmanın ve bir türlü aylak ve serbest bir hayatın ruhu özgürleştiren çağrısına cevap veremiyor olmanın getirdiği huzursuzluklar, uzun saatler çalışmanın getirdiği yorgunluklar, farkına varmadan bir anda yaşlanıvermiş olmanın şaşkınlığı derken akıp giden bir gündü bu da diğerleri gibi....arada gözlerim başka hayatlara değiyor, arada ayağa kalkıyor adressiz dolaşıyordum...ruha bir canlılık, kalbe bir neşe verme gayreti içinde kafamda alıp başımı gitmeler tasarlıyor, bol rakı, sigara ve arada umutlar ile ayakta kalmaya çalışıyorum. ruhta haylaz ve uçarı bir neşe belli belirsiz geziniyor, devamlı kana karışıyor ama sonunda yine otur yerine diyordu...iyi bir işim vardı....bu işten zengin olmasam bile fena sayılmaz bir gelirim ve daha da önemlisi, benden beklentileri karşılıksız bırakmadığım sorumluluklarım vardı....günlerden bir gündü, yıllar var ki şiir yada nesir yazmamıştım...şiirin ve has duyguların, yaşanmışlıkların olduğu bir hayatım olmamıştı çoktandır....
" kapım çalındı " ....
nicedir çalanımın olmadığı kapımdan içeri kırkbeş yaşlarında bir adamın ruhu girdi. ’ben büyümek istiyorum’, dedi...kıyı egem’e değilse bile benim içime sağnak halinde yağmurlar yağıyor, şimşekler ruhumun karanlıklarını aydınlatıyor, hayatın en tuhaf mucizelerinden biri olan ilk karşılaşma anının şaşkınlığını üzerimden atmaya çalışıyordum....insanların onun soğuk bakışlarına şaşkınlıkla bakakaldığı, yabani bakışlardan kendisini koruyamayan ruhu acıyla tıka basa doluyordu. Sadece susarak bu dünyaya bir not düşüyor, sadece susarak dışa taşabiliyordu..."gölgemin içine girdi"....bir sessizlik ve bir fısıltı halinde yaşayan bedeni kendisini dillendirmek istediğinde daha fazlasını veremiyordu, fısıltısı sızılarına ekleniyor, çok ama çok gürültülü bu dünyada işitilmesi giderek imkansızlaşıyoerdu....usulca sokulmuştu önce gölgeme, ve tıpkı onun gibi fısıldayarak konuşmaya başladık. "dünya’ya gelmemiş olmayı dilerdim" dedi...bu nasıl bir çığlıktı böyle..!! bu kadar narin bir gölgeden, bir fısıltı halinde yükselen bu itiraz, hayat’a başkaldırış bu güçlü isyan nasıl yükseliyordu...tutmasam kendimi, varoluşun bu saf isyanı karşısında hüngür hüngür ağlamak isterdim...tuttum gözlerimde demlenen buğuları...." dünyaya gelmemmiş olmayı dilerdim "...yaşamın ıstırabı bu kadar saf, bu kadar katıksız, kalbe bu kadar işleyen bir biçimde başka nasıl tarif edilebilirdi ki..........
bir ikindi vaktiydi yan yana konuştuk onunla.....susmalarımız değiyordu birbirine, o kadar ki yüreklerimiz değiyordu, ve bu yakınlık, güneş oyunu olsa da...anlamak ve hissetmek güzel, hele insanın kendini anlaması, kendine dokunması.......
kapımı çalan kimdi, ben mi, yoksa bu narin gölgem mi ?...onun saflığı beni de yıkadı...arındım. ve kirlenmiş, ekseni kaymış bu dünyada elegeçirdiğimiz o masumiyetin her bir anının kıymetini bilerek konuştuk. birbirimize sustuk, fısıldadık.....samimiyet ruhun özgür halidir....o da ben de o kadar içten, o kadar yapmacıksız, o kadar katıksız kendimizdik ki...bana insanın bu dünyada bedeniyle değil, sedece ruhuyla var olduğunu söyledi.....sadece ruhumuzda, kendi el yapımı mücevherlerin bizi başka insanlardan farklılaştırdığını. akıl ve yüreğin, yaradandan ne büyük bir bağış olduğunu.....onu anladım......o beni anladı...güneş batarken hüzün dinmişti....benimse başım dönmüş, sersemlemiştim. " biraz hüzün " diye mırıldandım, " kimseyi incitmez ".......
....................
kıyı ege köylüsü....
.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.