- 639 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Lagarde-Michard
Strasbourg’u ziyaret edenler “Önce orayı gör, sonra öl.” derler. Tren garından çıkıp da Temple Neuf sokağında yürürken kendi kendime “Niye öleceksin ki?” diyordum. “Yaşayacaksan burada yaşa.” Quai Saint Nicholas civarında ise ölüm fikri çoktan aklımdan uçup gitmişti. Sekiz numaranın önüne geldiğimde cebimden çıkardığım not defterini bir daha kontrol ettim. Doğru yerdeydim.
...
Mösyö Lagarde-Michard yavaşça kremayı kahvesine döktü, sonra gümüş bir kaşıkla porselen fincanı karıştırdı. Gözleri kendi eliyle yarattığı küçük girdapta bir süre kaldı. Sonra başını kaldırıp ağır ağır, ingilizceyi elinden geldiğince doğru telaffuz etmeye çalışarak konuşmaya başladı:
“İzninizle söylediklerinizi tekrar edeceğim çünkü yanlış anlamadığımdan emin olmak istiyorum. Sizin benimle hiç bir akrabalığınız yok, değil mi?”
Tam olarak doğru değildi.
“Aslında var. Küçük oğlunuz Claude benim baldızımla beraber yaşıyor. Yakınlarda da bir çocukları olacak. Ama bunu zaten biliyorsunuz.”
“Evet, biliyorum.” derken bu durumdan pek memnun olmadığı anlaşılıyordu.
“Yine de benim sizi ziyaretim bahsi geçen ilişkiye dayanmıyor.”
“Böyle söylüyorsunuz ama bundan o kadar da emin değilim. Dediğinize bakılırsa siz de Lagarde-Michard adını almak istiyorsunuz. Bu arada tam adınız neydi?”
Elindeki fincanı aramızdaki sehpanın üzerine baktı. Fazla içmemişti.
“Hatırlamıyor olmanız çok doğal. Adım Yorgo Yorgiadis. Ama önümüzdeki sene Amerikan vatandaşı olduğumda bana ismimi değiştirme hakkı tanınacak. O zaman Lagarde-Michard soyadını almak istiyorum.”
“Adınızı Yorgo Lagarde-Michard’a mı çevireceksiniz?”
“Yo hayır. İlk adımı da değiştireceğim. Tam olarak Gaston Lagarde-Michard yapmayı düşünüyorum.”
Bir şey demeden yüzüme baktı. Bir olasılıkla akıl sağlığımdan şüphe ediyordu.
“Bunu niçin yapmak istiyorsunuz Bay Yorgiadis?”
“Kanunlar bana vatandaşlıkla beraber ismimi değiştirme hakkını da tanıyor. Göçmen bürosuna bakılırsa adımı Donald Duck bile yapabilirmişim. Ben de havalı, sıradışı bir isim düşündüm ve aklıma oğlunuz Claude’un adını alabileceğim fikri geldi.”
Mösyö Lagarde-Michard tekrar kahvesine uzandı.
“Böyle bir değişiklik olsa bile bunun bizi akraba yapmayacağının farkındasınız değil mi? Bir günde Lagarde-Michard olup, ertesi gün mirastan pay istemeyezsiniz.”
Güldüm. O ise niye güldüğümü anlamadı.
“Sizi temin ederim, malvarlığınız umurumda bile değil. Gelir düzeyim gayet iyi durumda. Hatta Virginia’da bir malikanem bile var. İsmimi değiştirince oranın da adını Lagarde-Michard malikanesine çevirmeyi düşünüyorum.”
Mösyö öksürmeye başladı. Kahve boğazına kaçmış, sıvı nefes borusundan aşağı inmeyi denemişti. Güç bela fincanı elinden bıraktı, bir süre daha öksürdü. Pembe yüzü kızarmıştı. Sabırla sakinleşmesini bekledim.
“Doğru anladığımdan emin olmak istiyorum. Mirastan pay istemiyorsunuz. Zaten kendiniz de zenginsiniz. İsminizi ben karşı koysam da Lagarde-Michard’a çevirme hakkına sahipsiniz. O zaman ne demeye buraya geldiniz? Zamanı geldiğinde isminizi Gaston Lagarde-Michard’a değiştirin ve malikanenizde dilediğinizi yapın. Ne benim, ne de başka birinin buna karışmaya hakkı olmaz.”
Bana herhangi bir içecek teklif edilmediği için boş kalan ellerimi oğuşturdum:
“Aynen dediğinizi yapacağım. Ama olay kendimi Lagarde-Michard ilan etmekle bitmiyor. Ben gerçekten bu ismin bir parçası olmak istiyorum. Lagarde-Michard ailesinin beni aralarından biri olarak kabul etmesini istiyorum. Onlardan, yani sizden, bir şey talep etmiyorum. Hatta zamanı gelip de bu dünyadan ayrıldığımda mal varlığımın ailenize kalmasını arzuluyorum. Tek dileğim beni aranıza almanız...”
Mösyö Lagarde-Michard birden ayağa kalktı. Sarsıntıdan fincanındaki kahve halıya damladı ama adam bunu farketmedi.
“Mösyö, siz ne istediğinizin farkında değilsiniz.”
Fincanı arkasındaki çalışma masasının üzerine bırakıp hızlı adımlarla kütüphaneden çıktı.
...
Dokuzuncu yüzyılda Kel Charles ile Alman Louis Strasbourg’da anlaşmaya varıp bunu kağıda döktüklerinde Fransızca’nın da ilk yazılı metni ortaya çıkmış oldu. Bir çok kişi Louis’nin yeminini Latince yerine bu kaba dille yapmasını eleştirdi. Ama zamanla alıştılar. Öylesine alıştılar ki Paris üniversitesindeki bir kaç bilirbilmez dışında kimse Latince’ye geri dönülmesini istemedi. Mösyö de benim Lagarde-Michard olmama alışacak. Hatta ilk çocuğuma onun adını verdiğimde vaftiz babası kendisi olacak. Gün gelecek, benim onun öteden beri onun oğlu olduğumu düşünecek. Niye kapısını daha önce çalmadığımı soracak.
Alışacak... Eninde sonunda herkes alışır.
Bu gerçek bir hikayedir. Sadece zamanından önce söylenmiştir.
YORUMLAR
Gerçek ve hayallerin karışımı bir öykü ...Keyifle okudum.
Başarılarınızın devamını diliyorum, sevgiyle kalın...
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Neden gülümsedi ,büyük bir ihtimalle Yorgo ,Lagarde-Michard’ın gayrı meşru çocuğu ve haberi yok.Yıllar sonra karşısına çıktı .Tüm ısrarları bundan, sadece ona ait olduğunu söylemek istiyor.Ve başardı bunu .
Saygımla
.
İlhan Kemal
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
- Onunla kapı arasında oturun (Bağırarak kaçması durumunda)
- Elinizdeki kahve sıcak olsun (Bağırarak kaçma tehlikesi gördüğünüzde hem onu şaşırtmaya, hem de bağırışının sebebini değiştirmeye yarar)
- Fazla önem vermediğiniz birisi olsun (Arkadaş kaybında çok üzülmezsiniz)
- Soyadını beğeneceğiniz birisi olsun (Kabul etmesi durumunda abuk sabuk bir soyadıyla kalakalmayın).
lacivertiğnedenlik
Zamanından önce söylenen gerçek hikaye.... İlhan Bey,kabul edin bu defa okuyucuya biraz azap etmişsiniz...Sanırım bu hikayenin devamı gelmeyecek ve büyük ihtimalle de siz bu hikaye hakkında başka ipucu da vermeyeceksiniz ama ipin ucu ççok açık,ilmekler kaçıyor artık...Ne anlamamız gerekiyor, Bay Lagarde-Michard saplantılı bir manyak mı?Ya da önceki hayatında aslında Zaten bu adamdı da,onu mu gerçekleştirmeye çalışıyor?
Ya da en gerçekçi ifadeyle başka bir hesabı,başka bir düşüncesi var...Ama ne?
Aynur Hanım'a katılmamak elde değil,tamam ona söylemiyor ama biz neden bilmiyoruz?:)
Gözümle izlemiş kadar olduğum bir yazıydı...
Saygılar İlhan Bey...
İlhan Kemal
küsss
Bu defa onun gözüyle okuyacağım:)
küsss
Karanlık...
küsss
Madem ortada tam bir gerçek yok ve madem tahmin okuyucuya bırakılmış,bence bu adamda para var ama özgüven yok,aşağılık kompleksi var. Mösyö'nün küçük oğlu Claude, Yorgo'nun baldızıyla beraber yaşıyor ve Yorgo da buradan öğreniyor bu soyismi... Kendi soyismini reddediyor içinden,buraya ait olmak istiyor.Ee zamanı geriye döndüremez,en iyi yöntem soyismini değiştirmek.Garip bir bağlanış oluyor bu aileyle ki,öldükten sonra tüm malvarlığını onlara bırakmak istiyor,hiç ihtiyaçları yokken.Ortada bir vicdan yok,basbayağı bir saplantı var.Hitler'in hayatı geldi aklıma...O hep rahatlamak için yanına gittiği aile...Kendi ailesi olmamasına rağmen.
Hikayeyi tekrar okudum ve bana psikolojisi ağır basan bir öykü gibi geldi,son paragrafta Yorgo'nun "Her şeye alışılır,buna da alışacaklar" fikriyle daha da perçinlendi bu düşüncem.
Saygılar yazar...
İlhan Kemal
İsim kendimize ait olan, en çok kullandığımız varlıklardan biri. Öte yandan seçiminde bize hiç söz hakkı verilmemiş bir konu. Anne-babanın günün koşullarındaki zevklerini ve beklentilerini yansıtıyor. Peki ismimizi hiç çaba göstermeden değiştirme hakkımız olsa değiştirir miydik? Bu sitede mahlas kullanan herkes (Ben dahil) bu soruya davranışıyla evet cevabı vermiştir. Belki hayatının tamamında değilse bile en azından şu sitedeki hayatında (Şu ya da bu sebepten ötürü) ismini değiştirmiştir. Peki alıştığımızın dışında yabancı bir isim seçer miydik? Bir sabah yataktan Winston Churchill olarak kalkmak nasıl bir duygu olurdu? Saçımızın rengini değiştirip farklı biri olduğumuzu düşünüyorsak (Kendi gerçekten sarışın ya da kızıl saçlı olduğuna inanan epey insan tanıdım), başka bir isimle daha da farklı olma şansını yakabilir miyiz? Bütün bunlar aşağılık kompleksi midir?
Gerçek hayatta bir Yorgo Yorgiadis var (Karakteri değil ama ismini ödünç aldım). Kendisi Türkiye'nin en renkli ders veren ekonomi profesörüydü. İsmini, soyadıyla beraber Türkçe bir isme değiştirdi. Aşağılık kompleksi var mıydı? Onu tanıdığım kadarıyla söylüyorum; yakınından bile geçmiyordu.
küsss
İlhan Kemal
Kahraman ise aileyle manevi bir bağ kurdu yorumunuza tamamen katılıyorum. O bağı aileden bağımsız nasıl kurdu, bunun çözümü Mösyö Lagarde-Michard'a ve okuyucuya kalmış. Artık yazar olarak kenara çekilme vakti.
Aslında öykü hakkında birkaç fikir yürütecektim ama gerçek olması bana söyleyecek fazla söz bırakmadı. Şimdi ne söylesem öyküyü değil Bay Yorgo olarak tezahür eden gerçek şahsiyetin kararını eleştirmiş olacağım.
Yine de klasik bir Türk insanı olarak "Yorgo kesin bu ihtiyarın gayri meşru çocuğuydu" demeden önce, size sormak istediğim bir soru var: Neden öykülerinizdeki kahramanlar bu kadar ketum? İç dünyalarından hiç renk vermiyorlar. Oysa yine aynı kahramanlar bize karşılarındaki insanların aklından geçenler hakkında ipucu veriyorlar. Lagarde-Michard'ın içinde bulunduğu en güçlü duygu şaşkınlık ve durumumu kabullenememe olarak görebiliyoruz. Gizli bir endişe içinde olması da mümkün. Bunu Yorgo'nun anlatımıyla biliyoruz. Ama neden Yorgo'nun ne düşündüğünü bilemiyor, hatta fikir bile yürütemiyoruz?
"Güldüm. O niye güldüğümü anlamadı." diyor. "Aslında biz de anlamadık bayım, neden güldünüz?" dedim içimden.O niye güldüğümü anlamadı derken, ya bizim kendisinin neden güldüğünü bildiğimizi zannediyor, ya da hiç kimsenin hatta okuyucunun bile bilmesini istemediği bir sırrı var. Böyle birşey olabilir mi? Bir öykü kahramanı, bir kurmaca şahsiyet, yazarına isyan edip "Elinizden geleni yapsanız da benden laf alamasınız" diyebilir mi? Bence diyebilir...
Ortada dile dökülmemiş, bilakis gizlenmiş kaya gibi bir sır var sanki. Bir insan yazı tura atıp alacağı soyadı belirlemez herhalde. Diyelim ki belirledi, ne diye gidip o soyadı taşıyan çok da fazla tanımadığı bir adamdan icazet almaya kalksın, aralarına katılmak ve sevilmek istesin? Burada bize tahmin düşüyor. Umarım bu öyküyü yaşayanlar benim tahminimi okuyunca fazla kızmazlar.
Vaktinden önce söylenmiş hikaye, açığa çıkmış bir sırdır. Yüzyılları beklemeyip henüz kimse duymadan kurgulanması hikayeyi yaşayanlar için nasıl bir sürpriz olacak acaba. Esas öykünün bu kısımdan sonra çıkacağından eminim.
Yine çok güzel bir resim çizdiniz. Karakterler hakkında fazla bir detay vermemenize rağmen birkaç kilit tasviriniz söylenecek onlarca gereksiz tanıtım sözcüğünü yazılmadan silip attı. Sizin öykülerinizi çok sevmemin bir nedeni de bu; az kelimeyle algılarımızı harekete geçirebiliyorsunuz. Bir yığın tasvirin arasında boğulmuyoruz.
Yine etkili bir biçimde düşünmeme sebep oldunuz ve ufkumu açtınız.
Yine bilmediğim birşey öğrendim.
Yine okumaktan keyif aldım. Bir sonraki öykünüzü şimdiden merak ediyorum.
Kutluyorum. Saygılar.
İlhan Kemal
=> Yine de klasik bir Türk insanı olarak "Yorgo kesin bu ihtiyarın gayri meşru çocuğuydu" demeden önce
Diğer bir yorumda da gayrimeşru çocuk tahminini gördüm. İnanın, yorumları okuyana kadar aklımda bu olasılık yoktu.
=> Neden öykülerinizdeki kahramanlar bu kadar ketum?
Bir çok öyküm birinci tekilden anlatılıyor. Ama ben bunu anlatıcının duygularını ve düşüncelerini ifade etmek için kullanmıyorum. Benim birinci tekilim aslında üçüncü tekil niyetine; böylece de ketumluk hissi geliyor. Bu öykü özelinde amacım okurun kahramanla değil, konuşulan Mösyö Lagarde-Michard ile özdeşmesiydi.
Varsayalım, bir Lübnanlı kapınızı çalıyor, adını Engindeniz'e çevirmek istiyor, ailenizin bir parçası olmayı hedeflediğini söylüyor. Bir çok tepki verebilirsiniz ama her zaman bir Niye? sorusu olacaktır. Benim de amacım okuru Mösyö Lagarde-Michard ile yanyana oturtmak, onun olan bitene bir anlam verememesini paylaşmasını sağlamaktı. Yorumlara bakınca bunu neredeyse başardığımı görüyorum.
=> Bir öykü kahramanı, bir kurmaca şahsiyet, yazarına isyan edip "Elinizden geleni yapsanız da benden laf alamasınız" diyebilir mi? Bence diyebilir...
Defter'den yazmış olduğum on beş öyküden birinde bunu işliyordum. Kahramanım (Daha önce iki hikayemde başrol almıştı) bana, yazarına isyan ediyordu. Öykü kahramanın işine son verildiği açıklamasıyla bitiyordu. Kendisini yirmi yıldır da bir başka kurguda kullanmadım.
=> Vaktinden önce söylenmiş hikaye, açığa çıkmış bir sırdır.
Burada da bir yorum farkımız var. Bu cümleyi tekrar ederken benim niyetim henüz meydana gelmemiş bir olayın hikaye edilmesine işaret etmekti. Böyle bir şey olmadı ama olacak; bakın size kıyak geçip bunu önceden anlatıyorum demeye çalışıyordum. Tabi sır sadece geçmişle değil, gelecekle de ilgili olabilir denebilir ve tartışmanin sonu gelmeyebilir.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Ben yorumumda klasik Türk okurunun duruma direkt arabesk taraftan bakacağını Yorgo'nun gayri meşru olduğunu düşüneceğini söylemiştim değil mi?
Dip not italik yazılmış ama ben alıntı olduğunu hiç tahmin etmedim.
Bu öykünün nihayetinde ne oldu, inan çok merak ediyorum. Aslında bunu yapmam, yazara bunun sonunda ne oldu sorusunu sormamaya gayret ederim fakat bu öykünün neticesini gerçekten merak ediyorum.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Eşimin kızkardeşi bir Fransız ile evlidir. Ama evlilikleri resmi nikah değil, Common Law Marriage üzerindendir (Avrupa ve Amerika'da resmi kurumlar tarafından kabul edilen bir evlenmedir. Taraflar imza atmaz, birbirlerinin soyadını almaz, mal bölüşümü yarıya yarıya değil, tarafların ortaya koyduğu para esasına göre yapılır. Türkçe'deki karşılığı imam nikahı değildir) Bu yüzden de kızkardeş (Adına Eleni diyelim), epey de gönlü olduğu halde, eşinin soyadını, Lagarde-Mıchard'ı, alamamıştır.
Ben ise Eleni'ye takılmayı, deyim yerindeyse bulaşmayı pek bir severim. Bu yüzden de aklıma şeytani bir fikir gelmesi beni pek şaşırtmadı. Onların durumu buyken, biz de eşimin Amerikan vatandaşı olmasını bekliyorduk. O vatandaşlığını alınca, üç yıl sonra da ben alacaktım (ki ikimiz de aldık) Eşime dedim ki: ''Şahane bir planım var. Vatandaşlık formunda 'isminizi değştirmek istiyor musunuz?' sorusuna olumlu yanıt vereceğiz. Sen adını Marie-Françoise Lagarde-Michard yapacaksın. Üç yıl sonra sıra bana geldiğinde, ben de adımı Gaston Lagarde-Michard'a çevireceğim. Böylece ailede bu soyadı taşımayan bir tek Eleni kalacak (ve bana gıcık olacak)''
Eşim her zamanki aklı başındalığıyla beni geçiştirip, günlük hayatına devam etti. Ben ise öyküde de bahsini ettiğim hayalleri kurmaya başladım. O dönemde bugünkü evimizi alıyorduk. Adını Lagarde-Michard Malikanesine çevirebilirdik. Arka taraftaki ormanın adını da Lagarde-Michard Hatıra Ormanı koyardık. Interneti karıştırınca ailenin bir arması olduğunu farkettim. Bunu bir bayrağın üzerine işletebilir, evimizin bayrak direğine çekebilirdim. İlk doğacak çocuğumuza dedenin (Kızsa babaannenin) adını koyar, bu ucuz numarayı asla yapmayacak gerçek Lagarde-Michard kardeşlerin (Eleni'nin kocası ve onun ağabeyi) önüne geçebilirdik.
Bu Zihn-i Sinir planlarımı bir gece Brüksel'de üç ailenin (Bizim ve iki Lagarde-Michard kardeşler ile ailelerinin) buluştuğu bir akşam yemeğinde açıkladım. Temeldeki amaç ise hala değişmemişti: Eleni'yi ortada bırakmak. Tam bu sırada ağabey Lagarde-Michard'ın eşi bir soru sordu: ''Peki ben ne olacağım?'' O da Eleni gibi Common Law Marriage ile evliydi ve soyadını taşımıyordu. Diyecek fazla bir şey yoktu. ''Kusura bakma. Herkesi kurtaramam.''
Peki sonunda ne oldu?
Vatandaşlık formlarını doldururken eşim adını Marie-Françoise Lagarde-Michard olarak değiştirmeyi reddetti. ''Hatırlayamıyorum bu kadar uzun ismi'' dedi. ''İngiliz Kraliyet ailesinin isimlerini ezbere sayabiliyorsun ama'' dediysem de ikna edemedim. O değiştirmeyince ben de Gaston Lagarde-Michard olamadım. Tek yapabildiğim hayalimde yola çıkıp Strasbourg'da yaşayan Mösyö Jean-Michel Lagarde-Michard'ın kapısını çalmak oldu. Sonrasını biliyorsunuz.