- 1506 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
ÖTEYE GİDEN YOL
Gölge büyüdü. Her adımında yumuşak toprak emdi birazını. Yaklaşıyordu. En büyük acılar bile üç gün sürer, demişti babaannem. Eğildi, tuttu saçlarımın ucundan, avcunda ezip tekrar nazikçe sırtıma bıraktı.
Raftaki aynalı tarak düşüp orta yerinden kırıldı. Annem ekmek bıçağını da alıp kapıya koştu. “Yedi yıl bela” dedi içinden. Şimdi yılanlar mı çıkacak yeşil kilimlerin altından. Geceleri bir hayalet, sıvası pütürlü duvara eğri tırnaklarını sürte sürte odaları mı yoklayacak? Kanlı bir ur mu büyüyecek içimizde? Her öksürükte dışarı fırlattığımız, fakat her seferinde yeniden yeşerip gürbüzleşen bir ur. Koştu bir avuç kabak çekirdeği aldı bakkaldan. Okuya okuya çıktı dışarı. Rüstem Efendi arkasından seslendi: Hanım onlar okundu senden önce.
Annem aldırmadı. Nas, felak…Yedi yıl.
Kolonyalı ter kokusu bulaştı saçlarıma. Biri içimdeki yabani atları dehledi. Filmlerde vardı öyle. Kurak bir kasabada kırmızı yüzlü ve sivri çeneli adamlar olurdu. Ve onların her dilden anlayan atları. Birbirini iterek koşan kahverengi yeleli atları ve arkalarındaki toz dumanı düşündüm.
Şair dedi ki “Gece olur gölgeler gider, baban gider tren gider.” Mezarlıktan geçerken söylenecek en güzel şarkıdır bu. Başımı çevirip tepeye baktım. Güneş, kenarları dikenli yayla çiçekleriyle örtülü patikanın ince taşlarını parlatıyordu. Topraktan yükselen titrek ve saydam buhar, yeryüzüne iple bağlıymış gibi duran kümülüsleri yakıyor gibiydi. Tepenin ucundaki kayalıkta, ekmeğe eğri bir şekilde saplanmış kara saplı bir bıçak gibi yükselen servinin altında üzeri çakıl taşlarıyla örtülmüş bir yatır vardı.
“Annen gelmeyecek ha!”
Gölge, çeşmeye yaslanmış kütüğü çevirip oturdu. Beş yıldır elinden düşürmediği zeytin çekirdeğinden tespihi güneşe tutup, küçük iri burnuyla karşımızdaki ıssız yaylayı gösterdi.
“Kimse olmaz bu mevsimde.”
“Niye geldik?”
“Fena mı? Sıkılıyoruz o evde. Arada hava almak iyidir.”
“Yemin et annemi de çağırdığına!”
Evde sıkılıyoruz. Bir şey üçümüzü de şişiriyor her gece. Sabaha karşı uyandığımızda, ev koca bir yatağa dönmüş oluyor. Perdeleri, çatıdan pencereye sarkıp bizi izleyen ihtiyar kadınlara benzetiyorum. Saçları aşağı akmış upuzun. Tepe taklak durmaktan kan inmiş yüzlerine. Evin üç yanında üç kırmızı surat.
“Babalar yalan söylemez!”
Seyrek çam ağaçlarının arasından denizi görebiliyorum. Martılar, kumsalın beyaz köpüklerinin az ilerisinde uçuşuyordu. Bir eğrelti otu denizin yarısını şamarladı. Zıplayan çekirgeler mavi zeminde kahverengi geçici lekeler oluşturdu. Sahil kasabalarından birinde denize taş attı birisi. Hale gittikçe genişledi. Her dalgada. Mavi koyulaştı. Deniz gebe bir kocakarı gibi ağırlaştı. Sonra sular geri çekildi. Tıkacı açılmış lavabo gibi gürültülü ve hızla. Geride bir sürü oyuncağını bıraka bıraka. Emziği kırık bir ibrik, naylon kadın çorabı, bisiklet selesi, kılçıklar...
***
“Tanrı ufacık bir mavnaya tıkıp, sonsuz deryasına saldı bizi. Bazımız seyirde öldü. Az gittik uz gittik. Bilmem kaç bin sene gittik. En son derin bir şelaleden döküldüğümüzü hatırlıyorum. Köpüklerin içine batıp dibe vurduk ve derken anamızın karnındaki gölde açtık gözlerimizi.”
“Hocam, bir önceki ders bütün insanlık yağmurla indi yeryüzüne demiştiniz.”
Erdem Bey sakarin kutusunun kapağını tırnağıyla açarken gözlüklerinin üzerinden baktı bana. Sonra tekrar önüne dönüp fincanına iki tablet attı. Çay masasına geleli neredeyse yarım saat olmuştu. Biri arkamda uçlu kalemini öttürüp duruyordu.
“Gençler, her gün aynı şeyi anlatacak olsam, beni dinler miydiniz?”
Çıtımız çıkmadı. Uçlu kalem bile sustu.
“Söyleyin, çekinmeyin!”
“Haayııırrrr!”
Arkasına yaslandı. Mor süveterinin yakasında, V nin sivri ucundaki ilmek kaçmıştı. Kalemiyle başını kaşıdı.
“Ben de olsam dinlemezdim. Bu puslu havada yurdun bahçesindeki yerden bitme tombul çamların arkasında sevişmek varken…”
Bizi küçümsüyordu. Daralıp genişleyen gözbebeklerinde elli kişiyi tek hamlede mahvetmenin kibrini görebiliyordum. Anlayamadığım, çam ağacının arkasını nereden biliyordu?
Ertesi gün boş sıralara baktı hoca. Hepimiz şehrin muhtelif yerlerine dağılmıştık. Serkan ve ben yurdun bahçesindeki çamlardan birinin arkasında oturuyorduk. Ağacın arkamızda kalan yüzü korkunç gürültülü, iflah olmaz bunalımlarıyla çileden çıkmış bir şehre bakarken, önümüzde yarı belden kesilmiş sazlarla örtülü geniş bir bataklık, onun da ötesinde üzeri cam kırıklarıyla örtülmüş gibi kesik kesik parlayan gri, durgun bir deniz uzanıyordu.
Serkan saç dibinden yüzüne sızan kalın ter birikintisini gömleğinin koluyla silip bana baktı.
“İlk ne zaman…”
“Bana yardım etmelisin.”
Bataklıktaki “Avlanmak yasaktır” tabelasının üzerine iri bir üveyik kondu. Uzaktan, sanayinin oralardan birkaç köpek uğultusu duyuldu. Sonra biri ateş etti. Serkan yerden kopardığı etli bir otu ağzına götürdü.
“Birini öldürmek istiyorum.”
***
Annem okunmuş kabak çekirdeklerini yaşlı gül ağacının dibine dikti. Sonra eve girip duvardaki saate baktı. Divanın üzerindeki T cetvelimi alıp oradan oraya uçuşan ve hiç susmayan kara sineği ezdi kilimin üzerine. Yaralı ve şaşkın bir baykuş saçağa tünedi. Annem oklavayla ittirdi onu biraz. Kendini göstere gagasını aralayıp uzun uzun öttü baykuş. “Bu ölümdür” dedi annem. Gitti abdest aldı. Sinek hala kilimin üzerinde arka bacaklarını uzatıp çekiyordu.
Gürültüyle öksürüp kütüğün kenarına kalın bir pelte tükürdü Gölge. Sonra oturduğu kütüğü biraz daha yakına çekti. Siyah çizmesinin aşınmış küt burnuyla ayakkabımın ucuna bastı.
Az ilerimizdeki kuru çeşmenin kenarında yatan, yağmurlarla ıslanıp şişmiş süpürgeye baktım. Kahverengiye dönmüş tellerinin arasından yeşil otlar fışkırmıştı. Annem ne zaman beni evde tek başıma bırakacak olsa, görünmez varlıkların şerrinden korusun diye yanıma tohumlu bir el süpürgesini koyardı.
Ayağa kalktım. Sarı elbisemin beyaz fırfırı Gölge’nin dizlerine dolandı. Yılgın bir yayla rüzgarı tepenin çayırlarından topladığı tozu ve nemi üzerimize yığdı. Yamaca aşağı otları yatıra yatıra kayalığa indi. Gölge’nin eli bacağımda gezinirken, tepedeki yatıra bakıyordum.
***
“Dediklerimi anladın değil mi? Sen herşeyi bana bırak. Yalnız gülümse.”
Onu hiç böyle kararlı görmemiştim. Gözlerinde korkunç bir bakış vardı. Mutlu görünüyordu. Sanki bütün hayatı boyunca böyle bir anı beklemiş gibiydi. Başımı salladım. Sonra birbirimize sarılıp yolun kenarındaki bardan gelen müziği dinledik. Gökyüzü cırcır böceği ve yıldızlarla doluydu. Ay tuhaf bir şekil almıştı. Yuvarlak bir sigara yanığı gibi gölgeli ve pütürlü görünüyordu. Serkan başını dizlerime koydu. Ağzından ucu tohumlu bir ot sarkıyordu. Bardan gelen müzik hareketlendi. İçerdekilerin çığlıklarını ve kahkahalarını duyabiliyordum. Bir yerlerde bu kara geceye sadık mutlu birilerinin olması ne güzeldi. Otların üzerine uzanıp yıldızlı göğü seyre daldım. Annem yıldız saymak uğursuzluktur derdi hep.
Tanrının bizi ve ilerideki barda kendinden geçenleri öfkeyle izlediğini düşündüm. Keşke üzerimize bir yıldırım yollasaydı, fakat böyle susmasaydı.
***
Annem neden geç kaldığımı merak ediyordu. Kendisini oyalamak için yapacak iş kalmayınca güneşte iyice ısınıp gevremiş saman dolgulu sedire uzandı ve gözlerini tavana dikti. Köşedeki örümceği görünce fırladı kalktı. O gün annem, ilk defa anayasasını çiğneyip, ikindiden sonra örümcek almak gibi hunharca bir eyleme girişti.
Hava aniden karardı. Suya dökülen lacivert bir mürekkebin dans ederek uzayıp, garip ve güzel şekiller alıp bardağa yayılması gibi, gökyüzü yavaşça koyu bulutlarla kaplandı. Annem bahçe kapısının önüne çıkıp sokağın iki yanını da meraklı gözlerle taradı. Kimseyi göremeyince kırmızı yeleğine sarılıp yola çıktı. Komşunun hırdavat deposunun önündeki çöpten fırlayan bir köpek sivri ve sarı dişlerini göstere göstere hırladı. “Ne oluyor bugün böyle” dedi annem. Sonra köpeğe terliğini fırlatıp “Sahibine hırlayasın” diye bağırdı üç kere.
***
“Bak! Tanrı bulutları ağlamaya gönderdi.”
Gölge elini üzerimden çekmeden başını çevirip işaret ettiğim yere, yatırın üzerindeki lacivert bulutlara baktı.
“Olur bu mevsimde. Üşüdüysen içeri girelim.”
“Hayır, oraya gidelim.”
Bir kere daha elimi uzattığım yere baktı.
“Mezarlık ha…Seni deli!”
Gülüyordu. İlk defa yüzüne baktım. Gökyüzünün gölgeleri kirli sakallarına takılmış birer çaput gibi dalgalanıyordu. Yan yana tepeye doğru yürüdük.
***
Perşembe günü Serkan’ın ilk ziyaret günüydü. Annemin hazırladığı poğaçaları keten bir bohçaya doldurup hastaneye gittim. Kapıdaki polisler sigara içiyorlardı. Ziyaretçilerin kabul edildiği salonda yarım saat bekledim. Serkan gelmedi. Hemşirenin birine nerede olduğunu sordum. Eliyle arka bahçedeki çam ağacını işaret etti. “Orada olabilir.”
Sahiden de oradaydı. Ellerini gözlerine siper etmiş hastanenin yüksek duvarlarına bakıyordu.
A. ENGİNDENİZ
Öyküde adı ve dizeleri geçen şair Sema Enci’ye ilham veren şiirlerinden ötürü teşekkürlerimle...
YORUMLAR
yorumları okumadım belki aynı eleştirileri almışsınızdır.
"Gölge büyüdü. Her adımında yumuşak toprak emdi birazını. Yaklaşıyordu. En büyük acılar bile üç gün sürer, demişti babaannem. Eğildi, tuttu saçlarımın ucundan, avcunda ezip tekrar nazikçe sırtıma bıraktı. "
hangi bakış açısıyla yazıldığı net değil.yani kahraman anlatıcı mı öyleyse " yaklaşıyordu" neden? yok ilahi bakış açısı ise " tuttu saçlarımdan" ne?
Aynur Engindeniz
Merhaba değerli kalem,
Bir insanı değerlendirmek için öncelikle ortaya koyduğu ekolü, incelemek, yazdığı eserleri tetkik etmek ve hakkında yapılan yorumları değerlendirmek gerekmektedir.
Sizin şimdiye kadar ortaya koyduğunuz bir akım olmamakla beraber, çok yakın zamanda kendinize özgü bir çizginizin olacağını, nesirde farklı bir çığır açacağınızı yakinen bilmekteyim. Bunu umarım bizler de görürüz. O bakımdan elinizi çabuk tutunuz diyorum.
Şimdiye kadar basılı bir eserinizin olup olmadığını bilmemekteyim.
Ancak bunun da pek yakında hızla çoğalacağını, özgün ve değerli eserlere imza atacağınızdan eminim.
Esas olan bu sayfadaki eserlerinizdir elbette ki bizlere referans olan. Bizler de bunlarla size paye biçmekteyiz. Her yazınız büyük bir okuyucu ve eleştirmenlerce değerlendirilmektedir.
Bu çıtanın yüksekliğinden elbette ki sayfanın sorumlu yayın ekibi de haberdar. Zaten aldığınız ödüller de kanıtı.
Özellikle nesir yazılarınızın çokluğu yanında kaliteden ve sanat kriterlerinden ödün vermeden ortaya konması takdire şayan bir olgu. Bunu eleştiri kısmında da gözlemek mümkün.
Ancak böylesi nadide eserlerin hep övgüyle gözden geçirilmesi de bir o kadar sakıncalı bence. Geçen F.Terimî izledim yenilgiden sonra demeç verirken.
Diyor ki: “Ülkemizdeki takımlar arasında çıta fazla yüksek değil. Oyuncularım Türkiye’de gol kralı oluyor, fakat dış maçlarda silikleşiyorlar.”
Değerli Engindeniz, biliyorum ki taltif eden söylemler kadar, sizi eleştiren cümlelere de hoş görü ile bakmaktasınız.
Hatta “varsa beni insafsızca eleştirin” dediğinizi de bana yazdıklarınızdan bilmekteyim.
Bu bağlamda, sitede sizlere övgüler yağdırarak rekabet ruhundan mahrum bırakmak doğru değil. Yarın Ulusal ve Uluslararası arenada kendinize haklı bir yer bulmak istiyorsanız yazılarınızın ince elenip sık dokunması yerinde olur bence.
Şimdiye kadar diğer yazılarınızı okuyamadım resmi işlerimin yoğunluğundan. Son yazınızı birkaç kez okudum.
Duygusal olmadan bazı hususları yazmak durumundayım. Bana katılmayabilirsiniz elbette. Neticede söylemlerim sizin için doğru olmayabilir.
Fakat yine de bilmenizi isterim:
Şimdiye kadar çoğu kalem İslam dinini bir hurafe gibi işledi yazılarında. İnsanlar korkutuldu kötü örneklerle. Din dendiğinde “ahlaksız imam”, “faizci Hacı”, “üfürükçülük”, bilgisiz ve pis Müslümanlar”, “hurafelerin yönettiği bir Müslüman güruhu” hayallere kazıldı.
Hatta siyah böceklere, kasıtlı “Karafatma” denilerek, Peygamber Efendimizin kızının siyah olduğu imajı işlendi zihinlere.
Bütün bunlardan sonra size şunu hatırlatmak istiyorum. Ne olur İslam dinini ve yaşayanları olması gereken gibi lanse etmeye çalışınız.
Yaşanan hurafeleri refarans olarak almayınız.
Evet yazdıklarınız var olanlar.
Fakat o kadar güzel örnekleri var ki günümüzde.
Onlardan örneklemler alabilirsiniz. Bu hususta misyonunuz ve sorumluluğunuz büyük.
Artık üfürmeyle, şunla bunla bir yere gidilmemekte.
Elbette ki hala kara cahiller de var. Fakat eskiden mezarlıklarla evler iç içeymiş. Şimdilerde korkulur oldu. Dini bilen mezardan korkmaz.
Hatta ilmihalde “yatacak yer bulamayan mezarlıklarda yatsın en güvenilir yer orasıdır” denmektedir.
Diğer bir husus da Tanrı ifadesidir.
Daha önce de bu konuya temas etmiştik.Yüreğinizi bildiğim için yazma cesareti bulmaktayım.Allah-ü Talanın(cc) Esma-ül Hüsnasında bu ad yok.
Genellikle kendilerini sözüm ona aydın görenler(din bulaşmasın diye) Tanrı söylemini kullanmaktadırlar.
Ben bu ifadenin sizin üslubunuza yabancı olduğu kanaatindeyim. Yazınızda bir başkasının konuşmaları şeklinde alınmış gibi de olsa hem uygun değil hem de hiç bir din adamı bu söylemi kullanmaz.
Diğer bir husus da hocanın tutarsız söylemleridir. Yazının terkibinde doğru olana vurgu yapılmadığından, yine din adamlarının menfi gösterilmesi hususu işlenmektedir. Bu da dolaylı olarak “din adamı” imajını negatif empoze etmektedir.
Diğer bir husus da:
“Tanrının bizi ve ilerideki barda kendinden geçenleri öfkeyle izlediğini düşündüm. Keşke üzerimize bir yıldırım yollasaydı, fakat böyle susmasaydı.”
Söylemidir. Allah-ü Talanın sıfatları düşünüldüğünde bu tür söylemler İslam dini inancına ters düşmektedir.
Çünki O’nu sorgulama, yargılama ve kanaat bildirme hakkımız yoktur.
Bu söylemler de elbette kendi fikriniz olmayabilir. Yazıda iki kişinin diyaloğu. Fakat netice de sizin mizanseniniz ve bu ifadeyi doğru bulmadığınızı belirtmediğiniz sürece sizin fikriniz olacaktır.
Sanırım bir yazdığınız bir eserin bölümleri bu yazı. O yüzden uzun. Keşke daha az uzunlukta olsaydı.
Daha nice özgün ve kaliteli eserlere imza atmanız dileğimle, çalışmalarınızda başarılar diliyorum efendim.
Saygımla…
Gölge...bir önceki hikayedeki kişileştirmeler devam ediyor..ben bunu çok sevdim.Nihayet ve Hayati'ydi değil mi?...
babaanneler,dedeler bana çocukken hep çok şey bilirlermiş gibi gelirdi,sonra büyüyünce anladım ki,aslında öyle değil..tamam çok şey biliyorlar ama her şeyi değil..onlarında saplandığı noktalar var,yanıldıkları yerler..ki bu babaanne de yanılıyor,en büyük acılar bile üç gün değil 3 asır da geçse unutulmuyor..
anne?fazlasıyla batıl inançlara saplanmış..acaba çocuğun hareketlerinde bu yüzden mi bu belirtiler??
öyküye başladığımda müzik açıktı,anlamak için müziği kapattım,yazarı küçümsemişim dedim bir kez daha içimden..anlamak için düşünmek gerekenlerdensiniz...ne güzel..ve yine hikayede bu defa sanki sizden güzel bir de senaryo çıkar gibi geldi..bence bi düşünün..hani bi kitap hali vardır yazarın bir de resim hali..siz bu kitap hali geçmişsiniz artık sanki...
serkan hastanenin yüksek duvarlarında napacak?orası bende muamma...
ama böylesi güzel bi öyküya ilham oldusa biz de teşekkür edelim Sema Enci'ye...
saygılar sevgili yazarım..
insan bir yeri gezer mutlu olur gözü gönlü açılır, peki insan bir yerde çok şeyi ve çok yeri görürse ne olur,siz inanın çok derinsiniz cümlelerdeki gözlemler, benzetmeler o derinliğe girip çıkmalar ve bunun yazının tümüne sizin duygularınızdaki akıcılıkla yansıması... en çok ta sıcaklığın var olduğunu bilmek, sağlamlığın varlığı..kısacası hayran olunucak bir yazarsınız.
görmeden, konuşmadan..yazılardan tanış olup sevdiğim büyük bir yüreksiniz.
tebrikler..
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim bu içten yorum için. Ne diyeceğimi bilemedim...
Sevgiler.
kendini okutan bir yazıydı
yazarı Engindeniz olursa yazı da bu kadar kaliteli olur
kutlarım Aynur Hanım
sevgilerimle
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Saygılarımla.
Ne diyeyim ki ben şimdi?
Sevdiğiniz yazar tutup yazdığınız bir mısrayı öyküsünün içinden geçirir. Sizin yüzünüzde ise koca bir tebessüm ağacı.
Bu nasıl güzel bir hediyedir. Ki öyle kabul ettim ben.
Sevgimle yazarıma.
imza:
yazmandan ve bize okutmandan başka bir şey istemeyen ben
Aynur Engindeniz
Senden müsade almadan böyle bir alıntılama yapmam doğrumuydu bilmiyorum. Ama sana o şiirde aklıma bir öykü geldiğini söylemiştim. O dizeler beni çok etkileşiti. "Gece gider, tren gider, ben anneme niye küserim." Ben anneme niye küserim kısmını özellikle eklemedim. O zaman öykünün seyri değişecekti. Ama öyküdeki kız annesine zaten küs.
Yani demem o ki, ünlü diye tabir ettiğimiz edebiyatçılardan alıntı yapacağıma varlığına şahit olduğum, hakikatli yeteneklerden alıntı yapmayı tercih ederim.
Evet, Mara'dan sonra bir öykü daha sana hediye:)
Sevgiler şairim.
Bak Tanrı bulutları ağlamaya gönderdi
Yazının özeti gibi geldi bana ,bir yandan iş bir yandan yazının derinliğini yazmak eksik kalacak
.
Hep güzel yaz sen ..
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim varlığın için. Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Gerçi okumuş olman bile yeterli canım.
Teşekkür ediyorum güzelciğim. Sevgilerimle.
Hamuş-71
Demem o ki, daha ziyade diyemememdir aynı zamanda :)
Her seferinde hayranlıktan başka bir his oluşmuyorki bende senin yazdıklarını okuyunca.
Susmam kendimi kaybetmemdir aynı zamanda satırlarının arasında. Kifayetsizliğimdendir Hamuş'luğum. Bendeki yerinin edebi anlamda daha da derinleşmesindendir.
E daha ne diyeyim gözümün nuru? :)
Aynur Engindeniz
Seviyorum seni cancağızım:)) Teşekkürler tekrar.
Hamuş-71
Geldim. Okudum. Verdim gazı gittim :)))
Latife ederim bilirsin. Ben senin yazdıklarına bu kadar meftunken olumsuz tek bir söz dahi edebilirmiyim? Kaldı ki; olumsuzluğa mahal verecek tek bir satır yazmıyorsun.
Bunların romanından bölümler olduğunu biliyorum. Çokta başarılı buluyorum ve artık bilmem kaçıncı kez söylemek istiyorum :
Aynur bize roman okut ama sarı sayfalardan :))
Aynur Engindeniz
Ayrıca lütfen okuduğun zaman özelden de olsa -ki buradan söylemen de beni zerre rahatsız etmez, bir okur olarak gördüğün aksaklıkları söyle.
Seni çok sıkmayayım şimdi:)