BÜYÜK ÜSTAD NEŞET ERTAŞ
www.herkesdinlesin.com/erolersoycesur
NEŞAT ERTAŞ HAKKINDA ÖN BİLGİ
Sesi ve bağlamaya vuruş düzeni ile ozanlar içinde ayrı bir yeri bulunan Neşat Ertaş, Kırşehir’in merkez köylerinden Sıdıklı Büyükoba köyünde doğdu. Babası saz ustası Muharrem Ertaş, annesi Döne Koç’tur.
Ozan Ertaş iki yıl ilkokula gitti, daha sonra okulu bıraktı. Babasının gittiği düğünlerde köçeklik etti. Bu arada keman çalmasını öğrendi. Saz çalmayı keman öğrendikten daha sonra öğrendi. Saz ustası babasıdır.
Neşet Ertaş, usta elden bağlama çalmasını öğrenmek için Ankara’da bağlama ustası Mustafa Çağlıyan’ın yanına çırak olarak girdi. İyi bir bağlama ustası oldu.
Üstadının yardımı ile de radyo evine girdi.
Güçlü derlemeleri olan ozanın kendi yapıtı olan güfte ve besteleri de vardır. Kırşehir’li ozanların şiirleri onun besteleri ile güç kazandı.
Şimdilik Almanya’da bulunan ozan müzik evi çalıştırıyor.
Evli, üç çocuk babası. Eşi halk türküleri sanatçısı olan Leyla Ertaş’tır.
NEŞET ERTAŞ HAKKINDA ANA BİLGİLER
Kimdir Neşet Ertaş? Sarısözen’in tabiri ile bir zamanlar sadece ve sadece "Kırşehirli Mahalli Sanatçı" olarak bilinen Neşet Ertaş’ı binlerce, hatta milyonlarca saz çalıp türkü söyleyen diğerlerinden ayıran nedir? Onun sazımn ve sesinin insanı büyüleyen sırrı nereden gelmektedir? Neredeyse yarım asra varan bir süreden beri gerçek anlamda gönül telimizi titreten, ruhumuzu ürperten bu esrarlı sesin, sazın ve yorumun arka planında neler ve kimler vardır?
Sazı gümbür gümbür ses veren, adeta davula eslik edercesine sazının göğsünde pençesiyle sesler çıkaran, hep samimi ve kendi halinde yüreğinin acılarını ve kendi iç gurbetlerini seslendiren; hiç bir medyatik tutumu olmayan, kalabalıklardan ve şöhretten adeta köşe bucak kaçarak pek ortalıklarda görünmeyen; mezhep, parti ve etnik kimlik çağnsımlanna pirim vermeyen, sazından, sözünden ve sesinden gayri hiç bir şeyden medet ummayan bu "Garip" insanı tanımak kadar tanımlamak da gerçekten zor.
Ayaklarının altındaki toprağın renginden, kokusundan haberdar olan, bastıkları yeri az çok tanıyan, yürekleri hep türkülerle birlikte atanlar için Neşet Ertaş, belki de tam bir "yaşayan efsane"; meçhul, uzak, esatiri ve sırlarla dolu...
Neşet Ertaş’ın bir iki cümlede özetlenebilecek resmi biyografisi bize belki sadece ipuçları verebilir. Onun "1938 yılında Kırtıllar Köyü’nde Döne’den doğma Muharrem Ertaş’ın oğlu" olduğunu; Kırşehir, Yozgat ve Keskin’in çeşitli köylerinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarının ardından, 15 yaşında çıktığı gurbet hayatinin hala devam etmekte olduğunu bilmenin fazla bir anlamı olmayabilir. Neşet Ertaş’ı tanımak, asıl onun ruh ve gönül macerasım bilmeyi gerektirir ki burada hemen karşımıza, Neşet Ertaş’la en rafine üslubuna kavuşan Orta Anadolu Abdal Müziği geleneğinin gelmiş geçmiş en büyük ustalanndan olan babası Muharrem Ertas karşımıza çıkar.
İşte Neşet Ertaş, babası Muharrem Usta ile adeta Anadolu’daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasım sağlamıştır.
1960’lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan; sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi musiki çevreleninin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş’ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekiyor- Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve söylediği türkülerin popülaritesi ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem Ertaş’tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali’den de ayrılır. Bir başka söyleyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.
Neşet Ertaş’ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı ile o kadar içice ki, çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikayesini bulmak mümkün olduğu gibi, hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz hemen. Onun yokluk, yoksulluk ve acılarla dolu hayatım "Garip" mahlasıyla yazdığı koşma tarzında usta işi şiirlerle anlattığı ozan yönünü yıllarca kimse farketmedi bile. Babasından tevarüs ettiği geleneksel ve anonim türkülerin, bozlakların dışında, sözleri kendisine ait türküler, bozlaklar söylediğini de farkeden olmadı yıllarca. Sözü ve müziği ile, anonim türkülerdeki erişilmez sadeliği ve estetik seviyeyi yakalayan sayısız türkünün, bozlağın altına attığı mütevazı imzasını kimselere söylemedi bile.
Neşet Ertaş o büyük yaratıcı yeteneği ile okuduğu her eseri yeni baştan öyle bir yorumlar, ona öyle bir ruh ve hava verir ki, adeta yeni bir beste ile karşı karşıya olduğunuzu dahi sanabilirsiniz. Bu durumu, yeteneği, kültürü ve birikimi oldukça sınırlı sığ ve sıradan sanatçıların yorum adına yaptıkları "dejenerasyon" ile karıştırmamak gerekir. Çünkü Neşet Ertaş kendisine ait olmayan bir türküyü bile öyle bir okur ve yorumlar ki, o türkü o şekliyle yıllar öncesine ait bir Neşet Ertaş türküsü gibidir artık.
Olağanüstü denilebilecek yeteneği, geleneğe hakimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığı, yeni zamanların modern zevk ve eğilimlerini gözeten diri ve uyanık tecessüsü ile Neşet Ertaş, hep gündemde kalmış bir sanatçıdır. O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustası... Türküyü bağlamaya, bağlamayı türküye bu kadar yakınlaştıran ve yaklaştıran, adeta birbirlerinin içinde -kendisi ile birlikte- eritip yok eden ikinci bir sanatçı bulmak öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerek.
NEDEN BOZKIR’IN TEZENESİDİR O?
Neşet Ertaş, yıllardır "Bozkır’ın Tezenesi" sıfatıyla anılıyor. Ona bu sıfatı veren Erdoğan Atakar, o günlerde yaşadıklarını ilk kez burada okuyacağınız yazısında anlatıyor...
O yıllarda Karaköy’de, Haliç’in kıyısında bir büroda çalışırdık, Karaköy köprüsünün gözünün içine bakan bir dördüncü katta. Gerilerde Haydarpaşa, Topkapı Sarayı...
Sabah büroya ilk giren emektar Grundigin tuşuna basar, Ankara Radyosundan alınmış bir makara bant dönmeye başlar, odayı efkarlı bir ses doldururdu; karadır bu bahtım kara... Ardından öbürleri gelirdi; kendi edip kendi bulanlar, seher vakti çalınan yar kapıları, çıkagelen gözleri sürmeliler, yine bir laf duyup beli kırılanlar, görülmeyi görülmeyi ne güzel olan güzeller, iki baş bir yastıkta uykuyu neyleyen gözler, gelinlerin geçtiği köprüler... Sonunda "Biter Kırşehirin gülleri biter" der, bitirirdi. Sabahtan akşama, bittikçe başa dönülen bu bant dönüp dururdu o işhanının dördüncü katında, o yıllarda, Haliçin kıyıcığında.
Bir gün, arkadaşlarımızdan biri Unkapanı’nda çalışan bir arkadaşından aldığı bir mektubu getlrdi. Yugoslavya’nın bir mapusanesinden yollanmış, plakcısına bir ricasını ileten bir mektup. Mektubun altındaki imza Neşet Ertaş’tı. Yaşar Kemal’in bir kitabını alıp -yanlış hatırlamıyorsam, Üç Anadolu Efsanesi- ön sayfasına "bozkırın büyük tezenesine geçmiş olsun" yazıp imzaladım; Erdoğan Atakar, sonra da öbür arkadaşlarım imzaladılar, yani Erdal Taşçıoğlu ve Ömer Köseli ve Nejat Kutsal ve Hüseyin Atasoy... Yolladık kitabı Yugoslavya’nın mapus damına. Aradan bir süre geçtikten sonra Ertaş’tan bir mektup aldık; teşekkür edip, "İstanbul cennetinde buluşmak üzere" diye bitiriyordu. Aradan uzun bir süre geçti. Ses soluk çıkmadı Ertaş’tan. Makara bant dönüp duruyordu.
Bir gün gazetelerde bir ilan çıktı; Neşet Ertaş Çakıl Gazinosu’nda. Bir sepet çiçek yolladık ilk akşamında programın. "Bozkırın Büyük Tezenesi, İstanbul Cennetine Hoş Geldin" yazılı bir de kart iliştirdik. Altında aynı imzalar: Erdoğan, Erdal, Ömer, Nejat, Hüseyin. Akşam da soluğu Çakıl’da aldık. Geç vakit sahneye çıktı. Perde açıldığında sağ yanında bizim çiçek sepeti duruyordu. Eğildi, mikrofona, "aranızda dostlarım var, ilk türküyü onlar için okuyorum" diyerek bir uzun havaya girdi. Bizim masada herkes ayağa fırlamış, çığlık çığlığa... Program sonunda gidip onu kuliste buldum; ertesi gün buluşmak üzere sözleştik.
Onun Çakılda program yaptığı o sürede sık sık gidip onu dinledim. Program sonrası beraber çıkar, bir yerlerde yer içer, konuşurduk. Daha çok o konuşur, ben dinlerdim; zor geçen çocukluk yılları, baba Muharrem Ertaş, Sayın Nida Tüfekçi...
Bir seferinde "Neşet, geç vakit sahneye çıkıyorsun, herkes sarhoş, programa bir uzun havayla girip on onbeş dakika uzun hava okuyorsun; o kafayla dinleyemiyorlar, dikkat dağılıyor. Uzun havayı kısa kesip, kırık havaya geçsen daha iyi olmaz mı?" demiştim. Cevabı hiç unutamam: Ben bir uzun havaya girince, beş dakikada çıkamam ki.
Bir akşam eve davet etmiştim; kabul etti. Akşam gel beni stüdyodan al dedi. Tünelden çıkınca, biraz ilerde, sağda bir binanın üst katlarından birine çıktım. Kapıyı açtılar, camlı bir bölmenin arkasında son türküyü okuyordu: Haydar, Haydar (yanlış anlaşılmasın, hani şu melanet hırkasını giyen Haydar). Çıktı geldi, "bunu niye söylüyorsun" diye söylendim. "Kırk plaklık (aklımda yanlış kalmadıysa) bir anlaşmam var, napıyım?" dedi. Onun arabası da benim ki de o zamanlar Evlendirme Dairesi olan yapının karşısındaki parktaydı. O yıllar onun burunlu, benim de burunsuz birer Volswagen’imiz vardı. Onun arabasını ben kullanarak eve geldik. Hazırlanmış masaya kafasını koydu, koyuş o koyuş. Ben de tuttum, onun bandını koyup bantçalara, kadehimi doldurdum. Son türküye gelmiştik, kafasını kaldırdı:"Ben bunu da mı okumuşum?" diye sordu: Biter Kırşehir’in gülleri biter. Kalktı, bir güzel oynadı. Bir iki lokma aldı mı almadı mı masadan kalkıp, geçtik oturduk. Vakit geceyarısını çoktan geçmişti. Aldı sazı eline -ben şelpe lafını o günlerden 15-20 yıl sonra duydum sanırım- tezenesiz o güne kadar duymadığım mistik, dini havalar çalıp söyledi, usul usul. Sonra da sazı odanın duvarına asıp, binip arabasına gitti. (İki gün sonra geri götürdüm sazı elbette.)
O program, Çakıl’daki program bitince, Ertaş İstanbul’dan gitti; bir daha da görüşmedik
BOZKIRIN TEZENESİ
Ertaş, Kırşehir’in Kırtıllar köyünden. Doğduğunda sazı göbeğine koymuşlar, türkü ustası Muharrem Ertaş’a haber salmışlar: ’Bir oğlun oldu gel ona saz çal.’ Neşet Ertaş’ın okulu, ustası babası. ’Dünyaya geldiğim günden itibaren sazı kulağımdan kalbime girmiştir’ diyor. Ertaş okulunun özelliği saz ile sözün ’aşkla’ çalınıp söylenmesi.
Kendisi bozlağı "Bozkırın sınırsız feryadı" olarak tanımlıyor, "Ozan da bozkıra aittir. Dolayısıyla ozanın feryadı, bozkırın feryadı demektir. Ölçüsü yok." Başkaları ona "Bozkırın tezenesi" yani mızrabı diyor.
Neşet’in çocukluğu baba mesleğini öğrenmekle geçer. Köy köy dolaşarak bir öğün yemek, un ya da buğday karşılığında düğünlerde çalıp söyler. 1957’de İstanbul’a gelir. Yolu Şençalar Plak’a düşer. Şirketin sahipleri İsmail ve Kadri Şençalar, ’Neden Garip Garip Ötersin’ bozlağını duyar duymaz mukavele imzalarlar. İlk plağı da "Garip Bülbül" olur.
"Garip" onun mahlası olduğu kadar, aynı zamanda bir mertebe. Önceleri türkü söylerken "bu benimdir" demez. Babası bir gün uyarır oğlunu ’Kendi türkülerini söylüyorsun ama sonunda bir şey demiyorsun’ diyerek. "Sonuna birşey ekleyeyim mi" sorusunu da şöyle cevaplar: "Bizler garibiz oğlum, bize garipler derler, gönül de gariptir". Ondan sonra Neşet Ertaş’ın türkülerinin içinde "garip" adı geçer.
1958’de Ankara’da Kazablanka Gazinosu’nda çalışmaya başlar. Ünü ise Ankara Radyosu’nun "Yurttan Sesler" programında yer almasıyla yayılır. "Kırşehirli mahalli sanatçı Neşet Ertaş" ibaresi, ayda iki kez yayınlanan solo programında tam 23 yıl anons edilir.
Yıllarca turnelerle Anadolu’yu dolaşır, kendini duyurur. Bu "duyuş" un bir sırrı da, Ertaş’ın karşısında hiç kimse yokmuş gibi türkü söylemesidir. Ertaş, "Türkü söylerken ben bende olmuyorum. Söylediğim türkü neyi anlatıyorsa, ben de onunla beraber oluyorum. Neredeyim, onu da bilemem" diyor. Şu sözleri vardığı yerin aşk olduğunu o kadar iyi anlatıyor ki: "Türkü aşkın icabıdır, ifadesidir. Yüreğinde aşkı biten, türkü söylemesin. Aşkı biten saz çalmasın".
Neşet Ertaş, hayatıyla da, felsefesiyle de, müziğiyle de kısa bir yazıya sığdırılamayacak kadar derin ve alçakgönüllü bir sanatçı. Onu çok uzun süren bir aradan sonra yeniden dinleme olanağı ve Bayram Bilge Tokel’in yazdığı ’Neşet Ertaş’ın Kitabı’yla tanıma imkanı bulmak sevindirici.
NEŞET ERTAŞ İLE RÖPORTAJLAR
Yıllar önce ’Kendim Ettim Kendim Buldum’u söylemiştiniz. 63 yaşındaki Neşet Ertaş için hayat hala bir hayal kırıklığı mı?
-Altı yaşında babamla köy köy dolaşıp düğünlerde çalmaya başladık. Abdallara iyi gözle bakmaz, kız vermezlerdi. Bir kıza tutuldum, vermediler. Kerem de oldum, Mecnun da oldum. Daha sonra sevdiğimi düşündüğüm biriyle evlendim. İçimdeki ilk aşk sönmediği için evlilik yürümedi. Bu nedenle, kendim ettim kendim buldum, dedim. Mutluluk aşkına kavuşmaktır, kavuşan mutlu olur sadece. Para, şan, şöhret mutluluk getirmez. Ben gerçek mutluluğu daha görmedim.
Hayat acıyla geçti, çoğu gitti azı kaldı, diyorsunuz. O kadar yılın tecrübesi kalan günleri kıymetlendirmiyor mu?
-Ben hiç okula gidemedim, kitap da okuyamadım. Gençlik yıllarımda bulanık bir dünya içindeydim. Gerçeği net göremiyordum. Olgunluk çağında insan herşeyi daha berrak
görmeye başlıyor. Şu anımı, gençlik yıllarına değişmeyecek kadar değerli buluyorum.
Esin kaynağınız babanız Muharrem Ertaş, Anadolu’da gezdiğiniz köyler ve ’karayürekliler’ olmuş. Kim bu karayürekliler?
-Bizleriz: İtilmiş, horlanmış, dışlanmış, içine kapanmak zorunda kalmışlar... Abdal denip kız verilmeyenler, insan yerine konulmayanlar. Acı çeken, içine attığı için yüreği yananlar.
Peki, acı çektikten sonra mutluluğa kavuşanlar ya da şanslı olup yüreği yanmadan bulanlar?
- Yanan yürekte gül biter mi, bilmiyorum. Diğerlerine gelince. Veysel, ’Anlatmam derdimi dertsiz insana / Dert çekmeyen derdin kıymatını bilemez’ der. Acı çekmeden mutluluğu yakalayanlar beni hiç ilgilendirmedi. Dert insana hayatı tanıdır, kendine getirir.
Hayatınız, türküleriniz hakkında rivayet muhtelif. Almanya dönüşünde ehliyetsiz araba kullandığınız için Yugoslavya’da tutuklandığınız, konsolosluk dahil kimse sahip çıkmadığı için üç ay hapiste yattığınız, ünlü ’Hapisanelere Güneş Doğmuyor’un orada doğduğu söyleniyor. Bir de Yaşar Kemal’ın bir romanını size ’Bozkırın tezenesine geçmiş olsun’ notuyla gönderdiği. Sonra bu not lakabınız olmuştu. Ne kadar doğru, Yaşar Kemal’le daha sonra karşılaştınız mı?
- 1969’da konser için Almanya’ya davet ettiler. Benim bir Volkswagen’im var. Ehliyetim yok. Davet edenlerden biri direksiyona geçti, üç araba gittik. Stüdyoya sokup plak kaydettiler. Bir de aralarında kavga çıktı. Parayı da alamadan ortada kaldım. Diğer otomobiller dönüşe geçti. Ben de ilk kez direksiyona geçtim. Vitesi kurcalaya kurcalıya buldum. Otobana çıktığımızda rahatladım. Yolda iyice ilerlettim. Ama Yugoslavya’da kaza yaptım. Pasaportum öndeki otomobildeydi. Onlar gitti. Ben kimliksiz olduğum için hapse girdim. Konsosluğu aradım, Türkiye’ye yazdım. İlgilenen olmadı. Bir gün postadan Yaşar Kemal’in romanı çıktı. İçinde de o geçmiş olsun mesajı. Hala bilmem kimin gönderdiğini. Zor günümde bana destek olmuştu. Yaşar Kemal’le hiç karşılaşmadım. O deyişi de Ankara’da bir cezaevi konserinde söylemiştim.
Bayram Bilgin Tokel’in yazdığı biyografide iki çarpıcı anekdot anlatıyorsunuz. Türkülerinizi radyoda dinleyen bir ihtiyar köylü eşine çörek yaptırıp TRT’nin kapısına gelmiş, saatlerce bekledikten sonra sizi bulmuş. Türküleriniz için teşekkür edip çörekleri vermiş. Bir de Zeki Müren’in Ankara’da bir gazinoya davet ettiğini, sizi dinledikten sonra efkarlanıp ’Olmaz böyle şey’ diye kafasını duvara vurduğunu öğreniyoruz. Hangisi sizi daha çok etkiledi?
- İhtiyar köylünün o kadar yol aşıp beni görmek için gelmesi, saatlerce beklemesi tabii ki. Kulaktan kalbe yol gider. Can hak olduğu için, doğruyu kabul eder. Özden geldiği, öze gittiği için sazım dinleniyor. Sözüm de dostluk sözü. Yanıklık varsa, o da yüreğimden.
Yıllarca içkili ortamlarda çalıştınız, bu koşullar altında alkolü bırakmak bir mucize.
- İçkili ortamda, içmeden çalınan saz dinleyene sert gelir. Çocukluğumda babamla düğünlerde çalardık. Evin her odasını gezerken bir kadeh içilirdi. Günlerce üst üste uykusuz, yorgun, içerek çalıp söylerdik. Gazino alemine girdiğimde de devam etti. Sabah susuz bir bardak rakıyla başlardım güne. Günlerce devam ederdim, düştüğüm yerde kalırdım. 1976’da parmaklarım tutmaz olunca Almanya’ya gittim tedavi için. İçkiyi bıraktırdılar. Şimdi sadece sigara içiyorum. Onu da çok azalttım.
Almanya’ya yerleştikten sonra türküleriniz burada yıllarca söylendi, kuruş telif ödenmedi. Ezgileriniz değiştirilerek, adınız belirtilmeden yorumlandı. Bu vefasızlık sizi doğduğunuz topraklara küstürdü mü?
- Sadece Gülşen Kutlu geldi Almanya’ya izin almak için. Yıllarca havalarımızın içine uydurma söz katıp okudular. Adımızı anmadılar. Ölümümü ilan ettiler. TRT’den, atv’den Rahmetli Neşet Ertaş’ın türküsü diye anons ettiklerini kulağımla duydum. Toprağa küsülmez, ama üstündekilere, toprağı tanımadan tepeleyenlere kırgınım. Kendini bilmeyenin kusuruna bakılmaz derler ya...
"Keşke başka bir yerde, başka bir zamanda doğsaydım" dediğiniz mi hiç?
- Allah’tan iyi kimse bilemez nerde doğacağımızı. Beni Türkiye’de dünyaya getirmiş. Avrupa’nın düzen ve disiplin içinde refaha kavuştuğunu yaşayarak gördüm. Dilerim ülkemde de aynısı olur.
Yıllar sonra bugün TRT’nin belgesel yapması, biyografinizin yayımlanması, ezgilerinizden oluşan 12 CD’lik külliyat hazırlanması sizi mutlu ediyor mu, yoksa çok geç mi diyorsunuz?
- Kadirşinaslık görmek insana mutluluk veriyor. Mevsime uygun olsa daha iyi olurdu tabii. Okuyan, araştıran, aydın gençler sayesinde oluyor bunlar. Onlara teşekkür borçluyum.
Türküler şimdi çok moda. Ama hoyrat, duygusuz ellerde gülün kokusunun kalmadığını söyleyenler de var. Ne dersiniz?
- Türkü yürekten çıkmalı. Duyguyu, aşkı hissetmeyenin yüreğinden türkü çıkmaz. Yürekten gelmeyen yirahtan (uzaktan) gelir. Bu nedenle söz doğru, ortada çok gül var, kokuları yok. Gençlik hareket, coşku, renk istiyor. Bu çok doğal. Türküyü bozmak yerine onları coşkulandıracak oyun havaları çalınabilir. Bunları seçip, gençlere vermek gerekiyor. Böylece türküler bozulmadan, toprak kokusuyla dinleyiciye ulaşır.
"Beni dinleyen gariban, parası kısıtlı insanlar. Bu yüzden konser vermeyi sevmiyorum. Radyoda, TV’de söyleyeyim, biletsiz dinlesinler istiyorum" diyordunuz. Organizatörler, 30 yıl sonra sizi konsere ikna etmekte çok zorlanmış olmalı.
- Bu konserler benim memleketimin toprağına saygımdır. Otuz yıldır Türkiye’de sadece Kırşehir’de babamı anmak için düzenlenen şenlikte konser verdim. Bu kararı almak, bu konserlere ’evet’ demek kolay olmadı.
Küçük mekanların, sıcak alışverişlerin ozanı olarak tanınıyorsunuz. Beş bin kişiye, Açıkhava Tiyatrosu’nda söyleyecek olmak sizi endişelendirmiyor mu?
- Konser ortamında söylemek, sazın telini takip eden, söylediğinizi hissetmeye çalışan insanlara seslenmek güzel şey. Onlar yeter deyinceye kadar sazımla, sesimle huzurlarında olacağım.
Konserde solo mu çalacaksınız, repertuarda neler olacak?
- Ben hep bağlamamla söyledim. Konsere babamın türküleri, bozlaklarıyla başlayacağım. Sonra kendi acizane duygularımı ifade edeceğim. Aralarında oyun havaları da olacak. Babamın havaları dışında, başka bir ozandan deyiş söylemeyeceğim.
NEŞET ERTAŞ’IN KÜLLYATİ HAKKINDA BİLGİ
Anadolu’nun zengin müzik kültürünün en verimli kaynakları aşıklar (ozanlar) ve yöresel sanatçılardır. Her bölgenin veya yörenin, her topluluğun kültürel birikimi bu kişiler tarafından sazla, sözle dile getirilir. Yöresel sanatçılar gelenekten aldıklarını günün koşullarında, ait oldukları topluluğa sunarlar. Bunların arasında sazı ve sesi kuvvetli sanatçılara çok sık rastlanır. Bir de aşıklar vardır Anadolu’da... Bunlar da geleneğin dışında değillerdir; ancak kendi kimliklerini ve kendilerine özgü olanı daima belirterek sanat uygulamalarını sürdürürler. Aşıklar bir dava uğruna yaratılmış halk sanatçılarıdır sanki... Kimileri aşkın, kimileri barışın, adaletin, özgürlüğün; kimileri de topyekün hepsinin davasını güder...
Yukarıda kısaca aktarmaya çalıştığımız Anadolu halk müziğinin iki ana kaynağının özellikleri, bazı yerel sanatçılarda bütünleşmiş olarak görülür. Yani bazı kişiler hem yerel halk müziği unsurlarının, hem de aşıklık mesleğinin uygulayıcısı konumundadırlar. 1960’1ı yıllardan 1990’1ı yıllara varan süreçte böylesi bir kimlikle halk kültürüne emek ve hizmet vermiş, kendine özgü stiliyle pek çok kişiyi etkileyen bir halk sanatçısı var: Neşet Ertaş.
Neşet Ertaş 1938 yılında Kırtıllar köyünde doğar. Babası Orta Anadolu bozlak geleneğinin en çnemli temsilcilerinden Muharrem Ertaş, annesi Döne Ertaş’tır. Küçük yaşlarından itibaren babasının yanında düğünlere gider. Bazen sazıyla babasına eşlik eder bazen elindeki zille meydana çıkar "köçeklik" yapar. Bir süre sonra annesi Döne’nin ölümünden sonra ailece Yozgat’ın Kırıksoku köyüne göç ederler. Çeşitli zamanlarda kah babasıyla kah başkalarıyla göçebe köy müzisyenliğine devam eder Neşet Ertaş... Büyük kentlerdeki müzik serüveni 1950’li 60’lı yıllarda başlar... Kendine özgü çalıp söyleme biçiminin gelişmeside yine bu yıllarda başlar. Daha önceleri duyduğu ve çaldığı yerel havalar, esin kaynağı olur kişisel "bestelerine"... Orta Anadolu’nun Abdal kültüründe çalgıcılık/müzisyenlik geleneğinin çağdaş temsilcilerinden olan Neşet Ertaş, gelenekten aldığı birikimi birleştirebilmiş ender sanatçılardan biridir. Kırşehir ve çevresinin müzik kültürüyle bütünleşen Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali vd. isimlerin günümüzdeki uzantısı konumunda olan Neşet Ertaş’m aşıklık yönü bugüne değin hep ihmal edilmiş, bazı zamanlarda ise açığa çıkarılmak istenmemiştir. "Garip" mahlaslı deyişleri Neşet Ertaş müziğinin en seçkin örnekleri arasında yer alır. Şiirlerinde aşk, sevgi, gurbet, hasret gibi temaların yanısıra kısmen toplumsal temalara da rastlamak mümkündür.
Neşet Ertaş bir "bozlak" ustası olarak tanımlansa da, halk müziğinin türkü, deyiş, oyun havası, semah vd. türlerinden repertuvarımıza kazandırdıkları azımsanmayacak miktardadır. Bu eserlerin bir kısmıüziği kendisine ait olan örneklerdir. Bir kısmıda anonim halk müziği örnekleri arasından seçilerek Neşet Ertaş tavrına bürünmüş eserlerdir. Son 35-40 yılın halk müziği yaşamına adete damgasını vuran Neşet Ertaş’ın türkülerini halk müziği sanatçıları kadar, Klasik Türk Müziği sanatçılarıda repertuvarlarına almış ve kendilerine özgü bir üslupla seslendirmişlerdir. Neşet Ertaş müziğinin en belirgin özelliklerinden biri de zengin melodi kalıplarıdır- Karacaoğlan, Agahî, Aşık Arap Mustafa, Toklumenli Aşık Sait, Ali İzzet (Özkan), Nesimi gibi aşıkların şiirleri Neşet Ertaş’ın zengin melodileriyle buluşmuş, ölümsüz eserler haline gelmiştir. Bu zenginliğin kaynağının Neşet Ertaş’ın yeteneği ile birlikte, ona bu yeteneği veren Abdal aşiretinin müzik kültürü olduğunu belirtmek gerekir. Genelde Abdalları özelde ise Neşet Ertaş’ı anlayabilmek için bu aşiretlerin toplumsal yapılarını ve felsefelerini iyi bilme gereği vardır. Bu aşiretler yaşadıkları halklara müzikleriyle sevgiyi, coşkuyu, neşeyi taşırlar; bozkırlardan, yaylalardan...Aşiretin yaşlı çınarı Muharrem Ertaş’ın müziğinde tarihi, oğlu Neşet Ertaş’ın müziğinde ise gönül dostluğunu ünleyen bir nefesi hissedersiniz. Neşet Ertaş’ı anlatmak albüm bukletlerinde bundan fazla olamıyor. Hazırladığımız bu albümler dinlendiğinde Neşet Ertaş’ı daha fazla anlayabileceğimizi zannediyorum.
Bu seçkinlerle, halk müziği yayınları tarihinde bir ilk gerçekleştirilmiş oluyor. Bir sanatçının; tamamıyla yerel kimlikli bir müzik uygulayıcısının eski tarihli ses kayıtları bu hacimle dinleyiciye ulaştırılıyor. Böyle bir uygulamanın pek çok açıdan önemi olduğu açıktır. Özellikle eski zamanların ses lezzetini arayan dinleyciler böylesi albümlerle müzik dinleme alışkanlıklarına nostaljik bir boyut kazandırıyorlar.
Eski kayıtlara ulaşmada zorluk çeken gençler, konservatuar öğrencileri ve öğretmenleri ile müzik araştırmacıları ise hazır malzemeyi kolaylıkla elde edebiliyorlar.
Ancak belki bunlardan da önemlisi bir sanatçının yeniden dirilmesi, şaha kalkması söz konusu oluyor böylesi yayınlarda... İşte Neşet Ertaş’ın öldüğü haberleri yayınlanırken, hatta gazetelere ölüm ilanlarının verildiği bir dönemde bu albümlerin yayınına başlandı. Medyanın da katkılarıyla Neşet Ertaş ismi yeniden canlandı. Hiç kuşku yok ki Neşet Ertaş bu ilgiyi hak etmiş bir sanatçıdır. Son yıllarda piyasaya çıkan albümlerinde firmaların ilkesiz ve derinliği olmayan, ticari tutumları yüzünden yalın Neşet Ertaş sesinden mahrum kalan bir Ertaş dinleyicisinin varlığını biliyoruz. Belki de bu serinin büyük ilgi görmesinin temel nedenlerinden birisi de budur.
Bu Koleksiyonun ilk albümlerinde çeşitli yer ve zamanlarda kaydedilmiş ezgiler bulunuyordu. Bu albümlere Neşet Ertaş’ın ilk dönem icralarından seçkiler demek yanlış olmaz. Daha sonra bazı kaset ve plakların kayıtlarının kullanılmasıyla Ertaş’ın orta dönem ses ve sazını dinleyiciyle buluşturulması istendi. Bu dönemde (1960-1980) Ertaş o kadar çok plak doldurmuştur ve bu malzeme o kadar dağınıktır ki, bunların tamamına ulaşmak neredeyse mümkün değildir. Bu seçkilerle Neşet Ertaş’ın orta dönem icrasının önemli kayıtlarını vermeye devam ediyoruz.
Bugün 12. ve 13. albümlerine ulaşılan bu koleksiyonun devamını müzikseverlere ilkeli bir anlayışla ulaştırmayı sürdürebileceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz. Neşet Ertaş müziğinin lezzetiyle...
ESERLERİ
Neredesin Sen
Şu Garip Halimden Bilen İşveli Nazlı,
Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
Tatlı Dillim Güler Yüzlüm Ve Ceylan Gözlüm,
Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
Sinemde Gizli Yaramı Kimse Bilmiyor,
Hiç Bir Tabib Su Yarama Merhem Olmuyor.
Boynu Bükük Bir Garibim Yüzüm Gülmüyor,
Gönlüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen.
Gönül Dağı Yağmur Yağmur
Gönül Dağı Yağmur Yağmur Boran Olunca
Akar Can Özümden Sel Gizli Gizli
Bir Tenhada Can Cananı Bulunca
Sinemi Yaralar Yar Oy Yar Oy Dil Gizli Gizli
Dost Elinden Gel Olmazsa Varılmaz
Rızasız Bahçanın Gülü Derilmez
Kalpten Kalbe Bir Yol Vardır Görülmez
Gönülden Gönüle Yar Oy Yar Oy Yol Gizli Gizli
Seher Vakti Garip Bülbül Öterken
Kirpiklerin Oku Yar Yar Cana Batarken
Cümle Alem Uykusunda Yatarken
Kimseler Duymadan Yar Oy Yar Oy Gel Gizli Gizli
Hata Benim
Bilemedim Kıymatını Kadrini
Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Eliminen İçtim Derdim Zehrini
Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Birgünden Bir Güne Sormadım Seni
Körümüş Gözlerim Görmedim Seni
Boşa Mecnun Eylemişim Ben Beni
Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Bilirim Suçluyum Gendi Özümde
Gel Desem Gelirdin Benim İzimden
Her Ne Çekti İsen Benim Yüzümden
Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Sana Karşı Benim Bir Sözüm Yoktur
Haklısın Sevdiğim Kararım Haktır
Garibim Derdimin Dermanı Yoktur
Hata Benim Günah Benim Suç Benim
Evvelim Sensin
Cahildim Dünyanın Rengine Kandım
Hayale Aldandım Boşuna Yandım
Seni İlelebet Benimsin Sandım
Ölürüm Sevdiğim Zehirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
Sözüm Yok Şu Benden Kırıldığına
İdip Başka Dala Sarıldığıma
Gönülüm İnanmıyor Ayrıldığına
Gözyaşım Sen Oldun Kahirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
Garibim Can Yıkıp Gönül Kırmadım
Senden Ayrı Ben Bir Mekan Kurmadım
Daha Bir Gönüle İkrar Vermedim
Batınım Sen Oldun Zahirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin
Zülüf dökülmüş Yüze
Zülüf dökülmüş yüze aman,
Kaşlar yakışmış göze aman aman.
Usandım bu canımdan aman aman,
Dert ile geze geze.
Bu ellerde gez gayrı aman,
Kâtip ol da yaz gayrı aman aman.
Bir kazma al bir kürek aman aman,
Mezarımı kaz gayrı.
Gün doğdu aştı böyle aman,
Gönüldür coştu böyle aman aman.
Sen orada ben burda aman aman,
Ömrümüz geçti böyle.
Kendim Ettim Kendim Buldum
Karadır Şu Bahtım Kara
Sözüm Kar Etmiyor Yare
Yüreğimi Yaktı Nara (Eyvah Ey...)
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Bilmez Yar Gönülden Bilmez
Akar Göz Yaşlarım Dinmez
Bir Kere Yüzüm Gülmez (Eyvah Ey...)
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Söylerim Sözüm Almıyo
O Yar Yüzüme Gülmüyo
Garip Gönlümü Bilmiyo (Eyvah Ey...)
Kendim Ettim Kendim Buldum
Gül Gibi Sararıp Soldum
Tatlı Dile Güler Yüze
Tatlı Dile Güler Yüze
Doyulur Mu Doyulur Mu
Aşkınan Bakışan Göze
Doyulur Mu Doyulur Mu
Doyulur Mu Doyulur Mu
Canana Kıyılır Mı
Cananına Kıyanlar
Hakkın Kulu Sayılır Mı
Zülüflerin Dökse Yüze
Yar Badeyi Sunsa Bize
Lebleri Meyime Meze
Doyulur Mu Doyulur Mu
Hem Bahara Hemi Yaza
Yarın Ettikleri Naza
Yar Aşkına Çalan Saza
Doyulur Mu Doyulur Mu
Garibim Geldik Gitmeye
Muhabbetimiz Bitmeye
Yar İle Sohbet Etmeye
Doyulur Mu Doyulur
www.herkesdinlesin.com/erolersoycesur