- 663 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Pasta Presto
Franchesca uzun boylu bir kadın değildi. Esmer, beline inen saçları vardı; bu doğru. Yine de kesinlikle uzun değildi. Üzerinde kasanın da bulunduğu bar onun göğüs hizasını geçer, bir anlamda onu görünmez yapardı. Ama hepimiz de bilirdik onun nerede olduğunu. Çekik gözleriyle sessizce etrafı süzer, ancak gerekli anlarda servise müdahele ederdi. Ona bir Uzakdoğulu için değişik bir adı olduğunu söylediğimde bana tüm Filipinlilerin adının böyle olduğu söylemişti. Adaların eski bir İspanyol sömürgesi olduğunu daha sonradan öğrenmiştim.
Franchesca’dan çekinirdim. Sadece ben değil, tüm restoran çekinirdi. Hepimizin kaderi onun iki dudağı arasındaydı. “Yarın gelmene gerek yok.” dediğinde ekmek kapımız kapanır, bir sonraki işi ne zaman, nerede bulacağımızı bilemezdik.
Pakistanlı Hassan ise Franchesca’nın tersine dışa dönük, neşeli bir tipti. Servis sırasınca gerek müşterilere, gerekse diğer garsonlara laf atar, müşteriyle en çok o ilgilenir, şarap açarken en iyi şakaları o yapardı. Böyle de bir adet vardı: Şişenin mantarını çıkarırken can sıkıcı kabul edilen sessizliği bozmak için müşteriyle konuşmalı, mümkünse şaka yapmalıydın. Evde, kendi kendime, epey denemiştim şarap açarken espri yapmayı. Aklıma söyleyecek hiç bir şey gelmemişti. Bu deneyimi Hassan’a anlattığımda “Gelmez tabi; şakayı müşterisine göre yaparsın.” demişti, “Boş sandalyelere stand-up yapılmaz ki...”
Servis sırasında garsonlar tabakları tepside taşımayıp, sırayla kollarına diziyor, masaya üçerden altı tabakla geliyorlardı. Bir tek Sapna’nın dört tabak taşımasına göz yumuluyordu. Boyu Franchesca’dan bir kafa daha kısa olan bu minyatür Nepalli’nin kol uzunluğu ancak iki taneye yetince, ister istemez Hassan’dan daha sık gidip gelmek zorunda kalıyordu. “Aslında sağ kolumda üç tane taşıyabilirim; ama ne gerek var?” diye itirafta bulunmuştu. “Varsın, kollarımın kısa olduğunu sansınlar.” Uyanıklık mıydı, yoksa herkesten geride kalmayı yedirememesin miydi? Şirinliğinden olsa gerek, ben ilkinin doğru olduğunu düşünüyordum.
Restoranda bir yıla yakın çalışmama rağmen isimlerini doğru dürüst öğrenemediklerim de vardı. Bunların başında garsonların her zaman iyi geçinmesi gereken mutfak elemanları geliyordu. Yemekleri hazırlayan bu üç Meksikalı’nın (Kim olduğunu hatırlamadığım birisi onlara Three Amigos dememem konusunda beni uyarmıştı) adlarını biliyor ama hangisinin kim olduğu çıkaramıyordum. “Emilio!” dendiğinde üçü birden bakıyordu; “Diego!” ya da “Ernesto!” diye seslendiğinizde de öyle. Bir keresinde deneme amaçlı “Hugo!” diye bağırınca içlerinden birisi “Sen benim göbek adımı nereden biliyorsun?” diye sormuştu. Üçü de kısa boyluydular. “Mutfaklar dar olduğu için işe genelde Meksikalılar alınır” diye açıklamıştı Hassan. “Adamlar çeyreklik; her deliğe giriyorlar.” Aslında çoğunun Amerika’da kaçak olduğunu, göz önünde bulunmamak için mutfağı tercih ettiklerini yine epey sonra öğrenecektim.
Göbek adı Hugo olan bir keresinde bana yemeğe çıkma teklifinde bulunmuştu. Hoşuma gitmemiş değildi ama benden de kısa bir erkekle dolaşma fikri üzerine düşününce cazip gelmedi. Hugo üstelemedi. Ne yalan söyleyeyim, biraz daha ısrar etmesini bekliyordum.
Bana gelince: Ben ne Franchesca gibi yönetici, ne de Hassan gibi garsondum. Adam yerine koymadığım Meksikalılar bile restoranda benden daha prestijliydiler. Ben bir hostestim. En azından yaptığım işe burada böyle deniyordu. Beni işe aldıklarında erkek arkadaşımı arayıp ’Müjde sevgilim!’ demiştim. ’Ne zamandır fantezisini kuruyordun: Artık senin de bir hostes kızarkadaşın var!’ Böyle dediğime bakmayın, bana kalsa yaptığımın teşrifatçılık olduğunu söylerdim. Günde beş saat kadar kapıda dikiliyor, gelenleri masalarına kadar geçiriyor, gelmeyen, henüz müşterimiz olmamış ama sokağa bıraktığımız menüyü inceleyenleri ise içeri girmeleri için ikna etmeye çalışıyordum. Çok önceden Franchesca’ya garson olmak istediğimi söylemiş, “Bakarız.” yanıtı almıştım. Bir yıl sonra hala kapıdaydım, hala müşterileri adı ve yemekleri İtalyan olan ama içinde tek bir İtalyan çalışmayan restoranımıza buyur etmeye çalışıyordum: “... ve yemeklerimiz de çok lezzetlidir.” Neyse ki kimse “Siz hiç tattınız mı?” diye sormadı.
Bir yılın dolmasına az bir süre kala garson olmaktan ümidimi tamamen kestim. İşe gideceğim yere bavulumu hazırladım, evin anahtarlarını apartman yöneticisine bırakıp havaalanının yolunu tuttum.
YORUMLAR
Mutfaklar dar olduğu için işe genelde Meksikalılar alınır” diye açıklamıştı Hassan. “Adamlar çeyreklik; her deliğe giriyorlar.” Aslında çoğunun Amerika’da kaçak olduğunu, göz önünde bulunmamak için mutfağı tercih ettiklerini yine epey sonra öğrenecektim.
ama şimdi meksika mutfağına haksızlık olur sadece bu kadarcık bir neden, :)
Hugo'dan tek bildiğim meksika yemeği olan CHILI CON CARNE'yi istiyorum !
Çok fazla alakası olmasa da,( tamam hiç alakası olmasa da ) eski ve şipşirin bir filmi aklıma getirdi bu güzel öykü , film "No Reservations".
Restauranttaki yemekleri bilemiyoruz ama öykü pek lezzetliydi :)
Saygılarr.
İlhan Kemal
Benim bildiğim No Reservations dünya mutfaklarının anlatıldığı bir belgesel. Altıncı sezonunda İstanbul'a, yedincisinde Kürdistan'a gidiyorlar. Şimdi bakıyorum, aynı isimde bir film de var: O da mutfakta geçiyor ama belgeselle ilgisi yok (O kadar da eski değilmiş hani: 2007)
Her zaman ağzınızın tadı yerinde olsun. Saygılarımla.
Bu yazınız, şu ana kadar yazdıklarınız arasında en çok devamını beklediğim yazı oldu.Güzel anlatımınızla hikaye başladığı andan itibaren sürükleyip yazıyı bitirdiğiniz noktaya koştu.Fakat o noktada her zaman oldugundan daha sert bir şekilde durdu.Bir an hikayenin devamı var diye düşündüm ama yorumlardan olmadığı anlaşıldı.Bir romanın girişi için çok güzel bir başlangıçtı.Emeğinize sağlık.Saygılarımla.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
asran
Ama evet kaldığı yerden devam ettirilebilen rüyalar tamda tarifinizdeki gibi sürer gider :)))
İlhan Kemal
Bu arada öğüdünüzü tutup gün boyu uykunun yanına yanaşmadım.
O kadar uzun bir yorum yazdım ki, pc isyan etti :( Yorumum gitti...
Şimdi özetlemek zorundayım.
Sizin öykülerinizi çok başarılı buluyorum çünkü,
1- Öğreticisiniz. Bilmediğim pek çok şeyi, tanımadığım ve görmediğim dünyaları ve yaşayışları öyküleriniz vasıtasıyla öğreniyorum. Çoğu zaman beni küçük araştırmalar yapmaya yöneltiyor öyküleriniz. Mesela Pasta Presto'nun Nişantaşında çok ünlü bir restoran olduğunu öğrendim. Mesela içki şişesi açılırken espri yapılması gerektiğini öğrendim. Bu arada o bölümde o tür esprilere bir örnek bekledim. Olsa çok da iyi olurdu. Mesela kendi kendine açmayı denerken. Muhtemelen beğenmeyeceği espriyle yeteneklilerden birinin esprisini karşılaştırsın isterdim.
2- Durağan değilsiniz. Sürekli bir hareketlilik var öykülerinizde. Yer zaman karakterler sürekli değişiyor. Çok uluslu öyküler olmaları da olaya evrensel bir boyut kazandırıyor. Üstelik hiçbir cümlenizin altı boş değil. Bilerek ve kendinizden emin bir şekilde yazıorsunuz. Ben bir okur olarak öykülerinizi yazarken zerre miktarda zorlandığınız fikrine asla kapılmadım. Oysa okuduğum hemen hemen bütün yazılarda bir zorlama görüyorum. (Bu profesyonel metinlerde de olabiliyor. İyi bir okur gözlemi kriminal incelemeler gibidir. Hani bir toz sürüp zemindeki parmak izlerini çıkartırlar ya.)
3- Çoğu zaman bu klavyenin diğer tarafında bir yazardan ziyade iyi bir yönetmen olduğu hissine kapılıyorum. Göstermek üstediğiniz şeyin bir yanını karanlıkta bırakarak, önümüze sinema tadında metinler sürüyorsunuz. Okumaktan ziyade izliyor gibiyim. Bazı yazarlar çalışmalarının film tadı vermesinden hoşlanmazlar. Nedenini bilmiyorum ama birkaç makalede bunu okudum. Oysa okur sahneyi gözünde canlandırmak ister. Siz bunu fazlasıyla başarıyorsunuz. Doğal olarak karanlıkta bıraktığınız noktaları algılamak zor olmuyor. (Bunu söylerken şunu da belirtmeliyim; İlhan Kemal öyküleri kolay hazmedilecek öyküler değil. En azından birkaç öyküsünü okumak ve onun tarzını çözümleyebilmek gerekir. Sonrası geliyor.)
4- Abartıdan son derece uzaksınız. Bu çoğu zaman kaleminizi "duygusuz" gibi gösteriyor. (Terkedilişlere ve ölümlere gösterilen sakin tepkiler mesela. Kahraman bu tür durumlarda yalnız kalmak yerine biryerlere gidip bir şeyler içmeyi tercih ediyor. Oysa Türk usulü anlatımlarda belki de adamın intihar etmesi gerek.) Başta bu durumu yadırgamıştım. Fakat sonra farkettim ki, olması gereken galiba bu. Örneğin Sylvıa Plath Sırça Fanus'ta kahramanımız belki onlarca kere intihar teşebbüsünde bulundu. Fakat yazar bunu o kadar sakin ve esprili bir dille anlattı ki, roman bir akıl hastasının hikayesi olmasına rağmen iç karartıcı olmaktan çok uzaktı. Kaldı ki Plath bu romanı yazarken gerçekten ruh dengesi normal değildi. Kitabının yayınlandığını göremeden intihar etti. (Siz ve diğer bilenler için ikinci baskı oldu ama bu örneğin yerine uygun olacağını düşündüm.)
Aslında daha uzatabilirim. Fakat 23,30' da başladığım yorum yeniden bilgisayarımı isyan ettirmeden ve yazdıkalrım bir kere daha silinmeden sözlerimi noktalayayım.
Bu arada Franchesca'yı nedense sevemedim. Belki kahramanımız da çok sevemediği içindir. Bu öykünün bütün sahnelerine restoranın kapısından baktığımı hissettim. Kadın evde şişe açma denemesi yaparken bile ben restoranın kapısındaydım. Hakim göz, dış kapının üst tarafında asılı gibiydi.
Yine tekrar ediyorum, kesinlikle sıradışı ve çok kaliteli bir kalemsiniz.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
1) Öğretici olmak: Benim kulağıma ilk elde çok olumlu gelmese de (Kurgularda ders vermekten hoşlanmam), belirli konuların merak edilmesini sağlayabiliyorsam bunun güzel olduğunu düşünüyorum. İlkgençliğimde Eco'nun kitapları değişik konularla ilgilenmemi sağlamıştı. Gülün Adı'nda latinceyi çevirilerini kullanarak söküp sökemeyeceğimi merak etmiştim (Sökemedim). Sizin yorumunuzdan da Nişantaşı'nda bir başka Pasta Presto olduğunu öğrendim. (Dünyada bu isimde epey sayıda lokanta var; benimkisi New York'taydı. Nişantaşı'nda garsonlar espriyi sanırım şişeyi açarken değil de hesabı getirdiklerinde yapıyorlar.) Kendi kendine açmayı denerken yapılacak espriden örnek veremedim çünkü o sahne aslında beni anlatıyordu. Bu müşteriyle sohbet numarasını öğrendikten sonra evde bir çok kereler garson olsaydım şişe açarken nasıl espri yapardım denemesi yaptım ve her seferinde elim, ayağım, ve de dilim birbirlerine dolandı. Bu yüzden tek başına yapılanlardan örnek elimde mevcut değil.
Birinci Bölümün Sonu
İlhan Kemal
2) Daha önce de bahsetmiştim. Mekan değiştirmekten, seyahat etmekten hoşlanıyorum. Hatta zaman değiştirmekten hoşlandığım için tarihle ilgili çalışmalar yaptım ve bilim kurguyla ilgilendim. Bu ister istemez öykülere yansıyor çünkü ben böyle hayal kuruyorum. Zorlama oluyor mu? Eğer hayalini kurduğumu yazıyorsam zorlama olmaz. Ama mutlaka belirli bir konuda ve/veya tonda yazmam gerekiyorsa bende de zorlamalar görürsünüz.
3) Belki de duyguları da olay ve kişilerinin tutumlarıyla anlatmanın getirdiği bir özellik olarak (ya da tam tersi yönde) görsel olarak öyküyü kurguluyorum (Aslında herkesin böyle yaptığını düşünüyorum ama farklı sonuçlar elde ediyoruz) O yüzden öyküdeki kişiler sıkça omuz silker, dudak büker ya da gülümser. Yine bunun bir sonucu olarak yorum ve yargı cümlelerinden mümkün olduğunca uzak duruyorum. Bir yorum yapılacaksa bunu zaten okur, onu elinden tutup sürüklediğiniz mekanda yapacaktır. Ayrıca sinemayı gerçekten seviyorum. Görüntülerle hikaye anlatımı beni hep cezbedecek gibi.
4) Burada iki tane nokta var. İlki gerçekte ne olduğu? En büyük felaketlerde bile kimse gidip intihar etmiyor. İnsan doğası kendini kapatmakta çok maahretli. Ayrıca bir çok durumda son derece de bencil.
Eğer bir ana oğlunun ölümüne ağlarken zili çalan kapıcıya kaç ekmek gerektiğini söyleyebiliyorsa o acıya kendini o kadar kaptırmamıştır (Gerçek bir olaydır)
Babaları öldüğü zaman siyah giyinmeyi akıl eden kardeşlerin aklı demek ki detaylara eğilebiliyordu (Bir başka gerçek olay)
Buna karşın annesinin uykusunda öldüğünü farkeden adam kapıyı vurup çıkıp gidiyordu. Soluğu Dolmabahçe'de alıp denizi, kahvecilerin kavgasını seyrediyordu. (Bu da gerçek bir olay)
Hepimizin yakınları ölüyor, duygusal krizler yaşıyoruz ama devam ediyoruz. Özetle günlük hayatta olan bize zaten yol gösteriyor. Bu noktadan sonra hissedilenin kağıda dökümünde iç konuşmadan ya da yorumlardan değil de durumlardan yararlanıyorum.
Şarap söyledim. Barmen şarabı duyunca durakladı, içeri girdiğimde hazırlamış olduğu bira şişesini tezgaha bıraktı ve yukarıdan sarkan kadehlerden birine uzandı. O bu değişikliğin nedenini sormuyordu, söylemek de benim aklıma gelmiyordu. Barmen yarı dolu kadeh önüme sürdü ve çekildi. On beş dakika geçmiş olmalı, hala kadehe dokunmamıştım.
=> Bu öykünün bütün sahnelerine restoranın kapısından baktığımı hissettim. Kadın evde şişe açma denemesi yaparken bile ben restoranın kapısındaydım. Hakim göz, dış kapının üst tarafında asılı gibiydi.
Bu yorum beni çok mutlu etti. Kapının önünde bekleyen kadının ağzından yazılı bir öykü bundan ötesini vermeye çalışmaz.
Yoruma verdiğiniz emek (Sözlerinizin içeriğini bu noktada bir kenara koyuyorum) beni utandırdı. İçerikle birleşince durum daha da kötüleşti. Bir gün sizinkine yakın analizler yapabilmek umuduyla.
En derin saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Ben de size en içten saygılarımı sunuyorum. Şimdi son öyküyü okuyacağım.
yazarla kıta kıta,fersah fersah dolaşmak..yazınızı açınca acaba bu defa yemekte ne var? diye merak etmek sanırım yazarın en büyük mahareti olsa gerek....
sanırım Hassan esprili olduğu kadar da zeki..Hugo acaba oralarda sık kullanılan bir ad mı?? rastlaşma güzel oldu,en azından beni güldürdü okurken:)
aslında yazıda çok doğru bir şeye de değinilmiş..Burda da mesela Çin lokantası olup,içinde hiç Çinli birin,n çalışmaması az rastlanır bir şey değil..
bir diğer gerçek ise kızlar için kendinden kısa biriyle dışarı çıkmak..korkunççç:-/ kendini hiç hissetmediğin kadar iri hissetmek... yani hikaye anlatıcısını çok iyi anlıyorum bu konuda:))
yazıda en net Franchesca anlatılmış..ki başrol olmadığı halde..ilgimi çekmedi değil doğrusu...
son olarak 'teşrifatçılık olduğunu söylerdim' olacaktı sanırım???
çok beğendim...
İlhan Kemal
Öykü yazarken böyle bir zorluk yok. Hadi Normandiya'dayız deyince orada oluyoruz. Burayı beğenmedim, Okinawa olsa? dendiğinde itiraz etmeden ve masraf yapmadan seti oraya taşıyoruz. Ben de öykülerde bu yolculuk etme imkanını kullanmayı seviyorum: Zamanda ve mekanda ileri geri gitmeye bayılıyorum. Umarım okur da bir miktar bundan hoşlanıyordur. (Buraya kadar olan bölümden geçmişte bahsetmiştim. İkinci baskı olanlardan özür dilerim).
Eğer yemeğin yanı sıra bir atmosfer satıyorsanız bunu iyi yapmak zorundasınız. İstanbul'da bunu en iyi Starbucks'un becerdiğini düşünüyorum. Bağdat Caddesinde kanuni zorunluluk yüzünden her elli metrede bir açılan dükkanlarda Varsayalım Amerika'dayız atmosferi başarılı bir şekilde satılmakta.
Hispanik kökenli ailelerde 2011 yılında oğullarına en çok verilen isimler sıralamasında Hugo 86. sırada yeralmakta. Karşılaştırma açısından söylüyorum: Diego 7, Emilio 37. sırada. Ernesto ise ilk 100 e girememiş durumda.
Kızlar için kendinden kısa biriyle çıkmak... Yorumunuzu okuyunca kendimden uzun birisiyle evlenmiş olduğumu hatırladım. Kimbilir o ne düşünüyor bu konuda?
Franchesca'yı güzel yakalamışsınız. Başrol olmadığı halde net anlatılmış. Onun başrolde olmadığına ne kadar eminiz? İki dudağı arasında kahramanın kaderini elinde tutan kişi başrollerden birini paylaşmış sayılmaz mı?
Düzeltmenize katılmamak mümkün değil. Bu yorumdan çnce gerekli değişiklikleri yaptım.
Neşeli yorumunuz (ve düzeltmeler) için en içten teşekkürlerimle.
küsss
eşiniz artık sizi beğenmiş,olan olmuş..bence bunun üzerinde pek düşünmüyordur bile desem acaba yaptığım gafı düzeltmiş olur muyum?:-/ :))
aslında doğru..kendi hayatımızda bile ben başroldeyim diyebilir miyiz,mesela en canımız olan biri en canımızı yaktıysa ve hiç kapanmayacak yaralar açsa,hayatımızın gidişini tamamen değiştirse..iddia edebilir miyiz,hayatımda başrol benim..hiç sanmam..onun için bu defa kendime bir düzeltme yapıyorum Franchesca ile ilgili....
bu güzel öykü için ben de teşekkür ederim.
İlhan Kemal
Söz konusu eşim konusunda endişelenmeyin, kendisi artık eşim değil. Biraz haince davrandığımı kabul ediyorum ama kendisi hala benden uzun.
Sohbet için ben teşekkür ederim. Saygılarımla.
küsss
ama siz de arkası yarın öyküler gibi anlatınca:)) neyse sustum işte..
ben de teşekkür ederim..saygılar benden de yazarımıza..
İlhan Kemal
küsss
bunu söylemeden geçemeyeceğim:)) size yorum yaparken çok rahatım zaten,ki kimseye şurası sanırım böyle olacaktı demem normalde... sizin rahatlığınız yansıyor bize de..
evet susmamalı..saygılar.. (tamam son:) )
İlhan Kemal
küsss
ve susmamalı deyip susar mıyım?ayy çok susadım(valla içimden bu geldi;) )
saygılar sözümde duramasam da...
İlhan Kemal
eee... sona... bugüne yetişir mi sadet ???
"yazar milletinin böyle yapması halinde kendilerine yazar illeti dediğimi duymaları hoş olmazdı sanırım diye düşündü okurken. son cümlenin bittiği yerde hani olay, lafın kalanı nerde diye geçirdi içinden. yarım kalan bir düşü anlatmanın anlamı olsa olsa okuyana gıcıklık yapmak hevesidir gibi geldi ona. "
Saygımla :)
İlhan Kemal
Saygılarımla.
asran
Saygımla...