- 820 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAR
Doğu Karadeniz’in dağ köylerinden birinde yaşıyordu, ailesi. Ondan önce doğan kardeşler ölmüştü, doğar doğmaz. Babası Yaşar doğduğunda, kurbanlar kesip dağıttı bütün köye. İyi bir adamdı ve köyde de sevilip sayılırdı. Yaşasın diye Yaşar ismini verdi, oğluna. Henüz yeni doğan oğlunun sevincini yaşayamadan, hastalanıp hayata yumdu gözlerini. Babasız kalmıştı Yaşar, yaşamın kollarına gelir gelmez.
Aile büyükleri genç anneyi evlendirmeye karar verdi ve anneye sormadan seçildi bir kişi. Yaşar, annesi ve üvey babasının yanında büyürken baba sevgisi nedir hiç bilmedi. Biraz büyüyüp ayaklandığında üvey babası onu gecenin bir yarısında köyün bir ucuna gönderiyordu. Çok korkuyordu Yaşar, mezarlığın önünden geçerken. Köylüler sahip çıkardı küçük çocuğa.
Baba kokusu tütmeyen evinde çok dışlanınca küçük Yaşar, okumaya karar verdi. Tek bir kurtuluşu vardı, o da okumak. Üvey babası Yaşar’ı döverken Yaşar’ın annesini de dövüyordu, araya girmeye yeltendiği için. Parasız yatılı öğretmen okulunu kazanıp evden ayrıldığında, çoktan olgunlaşıp yaşamın kollarına tırnaklarını geçirmişti bile. Tek özlemi, gün yüzü görmeyen sevgili annesiydi.
Duygusal bir yapısı vardı ve çocukları çok seviyordu. İdealist bir ilkokul öğretmeni olarak, Anadolu’da bir köye tayini çıktı ve öğretmenlik yapmaya başladı. Çocukluğu boyunca biriktirdiği sevgiyi, öğrencilerine aktararak kendini avutmaya çalıştı. Amcası, bir gün onu köye çağırdığında habersizdi planladıkları şeyden. Sarışın, iri yeşil gözlü, yakışıklı, ahlaklı bir damat adayı olarak döndü köyüne. Hiç kimse onun içinde kopan fırtınaların farkında değildi. Çok ezilmiş olduğu için başarı hırsı büyüyordu içinde. Evlendi Yaşar, döndü tekrar görev yerine. Çok sevildi gittiği her köyde, hem öğrenciler hem de köylüler tarafından.
İki çocuğu oldu ve sevgiye boğdu ikisini de. Okusunlar benim çektiğim sıkıntıları çekmesinler diye düşündü hep. Çocuklar okuyabilsin diye, okul çağına geldiklerinde İstanbul’a tayin istedi. Öğretmenlik yaparken bir yandan da ek işler yapıyordu. Zeki, yaratıcı ve en önemlisi de çok hırslıydı. Çektiği acıları, başarı ile örtmeye çalışıyor ve ne kadar çok çalışırsa çalışsın acılar hep açıkta kalıyordu. Çok çalıştı ve çocuklarını en iyi şartlarda, yokluk çektirmeden okuttu. Çevresinde artık parmakla gösterilen biriydi Yaşar, çocuklar da onu onurlandırıyordu sürekli. Fakat içinde bir yerlerde bir şeyler hep eksikti. Hiç bir başarı ona yeterli gelmiyor, çocukluğunun öfke renginden bir türlü kurtulamıyordu. Tek başına bir yaşam ve bir aile kurmuş, kendini her konuda yetiştirmişti.
Mutlu bakmıyordu yosunlu gözleri. İyi bir eş, aileye düşkün iyi yetişmiş çocuklar, ona hayranlıkla bakan gözler, onu mutlu etmeye yetmiyordu ne yazık ki. Derin duygularla yaratılmış hassas yüreğinde hep bir hüzün vardı. Küçükken çok hırpalanmış, tutamamıştı baba sevgisini minik elleriyle. Belki de kendisini bir türlü kabullenemeyen üvey babasından kurtuluşu bile bir mucizeydi.
Dünyaya hep insani gözlerle baktı. Kimseyi ezmedi ve çocuklarını da kimseye ezdirmedi. Hep doğruyu savundu ve adaletli davrandı. Çok hızlı koştuğu için de, bedeni onun hızına yetişemedi.
Yaşar, daha altmışlarındayken, akciğer kanserine yakalandı. Öğretmen okulunda her türlü yoklukla mücadele ederken tek sırdaşı olan sigaraya hep vefalı davrandı. Doktor oğlu, ve diğer doktorlar kanser sebebi olarak sigarayı gösterdi. Kesin bir dille yasaklanmıştı sigara, tedavi gördüğü doktorlar tarafından. Yedi senedir inatla savaşıyor kanserle , dağ köylerinin mücadeleci öğretmeni.
Çok sevdiği kitapları ve köşe yazılarını okuyamıyor artık gözleri. Yürümekte ve konuşmakta da zorlanıyor. Döndü sanki üvey babasının yanında ki, acıdan kıvranan çocukluk günlerine. Eşi, bir bebek gibi titriyor üstüne. Oğlu, elini bırakmıyor öz bir baba gibi. Kızı, kaç yaşına gelirse gelsin, onun gözbebeği. Bir çocuk gibi sevip sarmalıyor ailesi Yaşar’ı, tanıyıp koklayamadığı babası gibi.
Yaşar, kanserle savaşırken, "Kimsin sen" der gibi bakıyor. Ben neler atlattım, senden mi korkacağım der gibi tüttürüyor herkese inat sigarasını. Yıllar sonra, doğduğu köye gitmek istiyor. Kim bilir, belki de babasının mezarına yaslanmak istiyordur. Dokunacak belki de babasının toprağına hasret ve sevgiyle.
Yaşar’ın en büyük zaferi, üvey babası evine ziyarete geldiğinde saygısızlık etmemek. Bu şekilde davranmak onun yüce gönlünün gereği. Üvey babasının yüzünde ki hayvani acı ise, yerleşemiyor hiç bir şiire.
Muhteşem bir doğanın kucağına doğru yola çıkıyor, Yaşar. Dertleşecek çocukluğunun geçtiği, vahşi yeşil tabloyla.
YORUMLAR
Bazen ben Yaşar oldum kendi yaşantımı hatırladım. Uymadı bazen başka yaşanmış hayatları koydum... başka insanları...Benim için sadece Yaşar'ın hikayesi değildi; çok kişinin hikayesi vardı yazınızda...
hayal deniziii
efendim yazı iç burkucuydu iyikide okuyabilmiş üvey babaya rağmen çok güzel kaleme alınmış yaşarın hikayesi ne varki nihayetinde yaşarlarda yaşamıyorlar kutlarım sizi kaleminizi saygılarımla selamlar