- 921 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLAR KISIRLAŞSIN HAYVANLARIN YERİNE.
Geçen gün bir yorum okudum.
“Hayvanlarla ilgilenip onlara bakıp besleyeceğinize; eşinize dostunuza konu-komşunuza yardım edin. Onların sorunlarıyla ilgilenin yardımlarına koşun “ diyordu.
Onun yerine ben mahcup oldum doğrusu.
Kendisini iyi tanıdığımı sandığım bu kişi; mesleği olduğunu bildiği konuda kendisinden yardım talep eden bir kişiye değil bir –iki cümleyle yardım elini uzatmak bunu hiç duymamış gibi tebessüm edip geçmiş.
***
27/09/2012 Tarihli gazetelerin toplumu şaşırtmayan küçük haberlerinden birkaçı.
“İzmir’de 8.sınıf kız öğrenci kendisinden ‘geç kağıdı’ getirmesini isteyen öğretmenine ‘şimdi eve gidip bıçak alacağım ve gelip seni öldüreceğim!’ dedikten sonra dediğini yaptı!..”
4+4+4 yaş çocuklardan ailelerine ve dolayısıyla onlardan da okul idarelerine şikayetler gelmeye başladı.
Çocuklarını nasıl ki; yürüyen merdivenlere. Açık camların önüne salıveren ve ardından tazminat almayı planlayan bazı aileler gibi bunlarda kim bilir nelerin peşindeler.
Bayrampaşa’ da bir İlköğretim okulunda beş buçuk yaşındaki çocuğun ifadesi.
Çocuğa İnanıp inanmamakta özgürsünüz elbette.
“Kız beni kucağına aldı. Kızlar tuvaletine götürdü. Soyundurdu. Üzerime su atıp beni yıkadı.”
Anne çıldırır.Okula koşar.
“Bu çocuk bu yaşadıklarını nasıl atlatır?” Der. Şikayetçi olur.
Atlatır atlatır. Sizin gibiler anne-baba oldukça bunlar daha çook şeyleri atlatır merak etme.
Hayatta daha ne sürprizler var onu düşün sen kadın!..
Çocuğunun incileri dökülmez yıkanmakla bilesin.
Acaba "kız!" dediği öğretmen onu neden yıkadı? Bunu söylemiyor tabii.
Bizler bu travmaları nasıl atlatacağız asıl onu söyle sen bize!..
“Sınıfı basan bir veli, ev ödevini yapmadığı için oğluna bir süreliğine ayakta durma cezası veren gönüllü İngilizce öğretmenini bütün öğrencilerin önünde tekme-tokat dövdü!”
Öğretmene üç günlük rapor verildi!” (Gazete ve TV den)
“Oğlunun, ’Öğretmen beni dövdü’ sözleriyle çılgına dönen baba, beş kişilik ailesiyle birlikte sınıfı basıp öğretmeni ciddi şekilde dövdü!” (Gazete ve TVden)
Kızımın geçmiş yıllarda kalan bir okul serüvenini hatırladım.
Öğrenciler arasında tanınmış sanatçıların çocukları-torunları ve yine cebi şişkin adamların. Şımarık kadınların dokunulmazlıkları olan özel çocuklarının olduğu İstanbul’un oldukça ünlü ve bir o kadar da iddialı bir İlköğretim Okulunda sürdürüyordu öğretmenliğini.
Kızım çalıştığı yerler. Çalışan kişiler ve olaylar hakkında asla konuşmayan biridir. Bu olayı da aynı okulda görevli bir öğretmen arakadaşından dinlemiştim.
Çok ünlü ve ağırbaşlı bir kadın sineme sanatçısının iki kız torunundan küçüğü de kızımın sınıfında imiş.
Bir gün hiçte hoş olmayan bir tavrıyla karşılaşıyor ve bir köşeye çekip uyarıyor.
Vay sen misin haddini bilmeyen öğretmen! Önce müdüre şikayet ediyor
Sonrasında kızımın kapıdan her girişinde yanındakilere dönüp “cadı Vuslat geliyor!” demeyi uygun görüyor Öğretmenine..
Bir süre önce sokakta yürüyorum. Kaldırımda.
Kaldırım denirse tabii…
Yan yana iki kişinin yürümesi olanaksız. Bunlar üç genç kız. Güle-oynaya yürüyorlar babalarının gül bahçesinde seyre çıkmış gibi ve hemen herkesin yaptığı gibi.
Dünya onlar için dönüyor yalnızca çünkü.
Üstelik okul önü işlek bir kaldırım.
“Kızım şöyle tek sıra yürüseniz de ben de geçeyim. Hayır, adımımı kaldırımından aşağı attığım anda arabalar ayağımın üstünden geçecek siz de görüyorsunuz” diyecek oldum….
“Aman teyze yaşayacağın kadar yaşamışsın. Ölsen ne olur!” demezler mi gülüşerek…
İnanın ben gülerek anımsıyorum hala…
İşte ülke geleceği bu içler acısı ahlak ve ruh sağlığı bozuk çocuklara ve gençlere emanet ediliyor.
Şimdi içinizden pek çoğu “Bunlar uç örnekler!” demeye kalkışmasın!
Gözünüzü kulağını açıp bakarsanız ortalığın bunlarla kaynadığını görürsünüz.
***
Çocuk aziz, lakin terbiyesinin daha aziz olduğunu biliriz biz.
Kuzguna yavrusu güzel gelebilir…
Ancak toplumun ne denli çirkinleştiğine bakacak olursanız insan yavrusunun pek çoklarına hiçte güzel gelmediğini anlarsınız.
***
Yıllarca ne okullar dolaştım sayısını unuttuğum.
Gün doğumuna saatler kala düştüm yollara.
Buz gibi ayazlarda…
Deli fırtınalarda...
Dağ başlarında tek başınaydım çoğu kez.
Yukarıda gökyüzü aşağılarda hafriyat araçları.
İki kez bile çalmadım aynı okulun kapısını.
Hiç belge bırakmadım hatırlayıp aramaları için.
“Benim işimin belgesi kendi kişiliğimdir” dedim hep.
Saygıyla karşılandım-Uğurlandım.
Hatırlı dostları tanınmış aile bireylerini resmi yetkilileri sokmadım araya.
Hep alacaklı ben oldum.
Ama öyle yakınlıklara öyle imtiyazlılara öyle haksızlıklara ve öylesine eğilip bükülmelere tanık oldum ki...
Dilim tutuldu.
YORUMLAR
canım, Yazınla yine güncel sorunlara dem vurmuşsun ve yorumunu okuyana bırakarak, akıllıca ve etkili bir yazı yazmışsın. Ellerine sağlık.
Benimde,
Diyeceğim şudur ki; eğitim ve öğretim artık paraya dayalı, çıkar ve menfaat içerikli oldu. Özel okulda öğrencilerin çalışanı oldu öğretmenler. Hizmet alımı ya, öğretmene işinin karşılığını ödüyor ya sayın(!) veliler, onun içinde öğretmene her türlü sözü söyleme ve müdahale etme hakkına sahipler(!).
Madem öyle, Kardeşim eve al öğretmeni sadece senin çocuğuna öğretsin ne öğretmesini istiyorsan ve sende eğit çocuğunu diyeceksinde yine ucu bize dokunacak. Çünkü ilerde tıoplumun bir bireyi olacak o veletler.
Devlette de hemen hemen aynı terene. Orada da yine velilerin rolu var. Onlara bu cüreti verdiler. Devlet demedi ki benim Öğretmenim kıymetli ona yapılan saldırı devlete yapılmış adedilir demedi....
saygım ve sevgimle Can dost.
TÜLİN ÖZTUNÇ
Ömrüne bereket.