- 1610 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AHLAK ÜZERİNE
Ahlak vazgeçilmezdir.
İnsan tek yaşayamaz. İnsanlar topluluklar halinde yaşarlar. Hatta insanlık, makro düzeyde, tek bir üst topluluk olma yolundadır.
Ahlak, insanların bir arada yaşamasının tek ve en büyük vazgeçilmezidir. Toplu yaşamın, yaratılıştan itibaren denene denene bulunmuş doğrusu, kalıplaşmış, bir başkasına zarar vermeyen eylemler bütününü tanımlayan kavram ahlaktır.
Kimine göre; dinsiz insan ahlaksız insandır.
Kimine göre; başkalarına kötülük etmeyen insan ahlaklı insandır.
Kimine göre; dininin gereğini yapan insan ahlaklı insandır.
Kimine göre; ahlak dinlerden üstündür. Ahlak insan sezgileri ve deneyimleri sonucu ulaşılmış en uygun düzendir. Din ise bu düzene kavuşma yol ve yöntemlerini buyurmaktadır. Peygamberler, ulu kişiler, kabile şefleri bir şekilde insanın ulaşamadığına ulaştıklarını, oradan değer yargıları aldıklarını söyleyerek dinler kurmuşlardır.
Ahlak insanlığın ürünü iken, din bir kişinin bilinmeyen güçlerle ilişki kurarak oluşturduğunu söylediği üründür.
Ahlak Arapça’da ‘’hulk’’ kelimesinin çoğul olup,‘’ huylar’’ anlamına gelir.
Bu da demek oluyor ki; ahlaklı insan, güzel huylu insandır.
Ahlakın dinsel tabularla alakası yoktur.
Yönetimler kendilerine kolaylık sağlamak ve varlıklarını korumak için bazı kurallar koyarlar. Düzenleri bozulmasın diye herkesin bu kurallara uymasını isterler. Kurallara uyanları ahlaklı, uymayanları ahlaksız sayarlar. İşte ahlak kavramındaki yozlaşma burada başlar. Egemen gücün ahlak diye dayattıkları, toplumun oluşmuş değerlerini saptırarak, şaşkınlık ve sağlıklı değerlere güvensizlik yaratır. Bu da sistemin kendisini bireylerden korumak için, bireyleri kullanması, yani doğal akışa müdahale ederek, ahlakın zedelenmesine, insanların ayrışmasına yol açar.
Ahlak yazılmış, koyulmuş kurallar bütünü değil, bir ırmağın yatağında akışı gibi düzene girmiş yaşamın tarifidir.
Bir toplumda ahlakın bozulması, o toplumdaki bireylerin yararına olan alışılagelmiş eylemler birliğinin yani düzeninin dışına çıkılması anlamına gelir ki, topluma ve bireylerine zarar verecek eylemlerin ortaya çıkmasına başlanmış olunur. Bu da o toplumda bozulma çürüme ve çöküntüye yol açar.
Ahlak tanımını idrak edememiş, yetkin olmayan beyinlere yetki verir de okullardaki “din ve ahlak” etiğimi müfredatını hazırla derseniz; ahlak ile, sistemin ve egemen olan mezhebin isteklerini birbirine karıştıracaktır elbette. Gencecik beyinler, egemen yöneticilerin istekleri, dayatılan mezhebin öğretileri ve toplumun köklü ahlak anlayışı arasında kalacak, büyüdüğünde ikileme düşeceklerdir. Bunun anlamı ahlakın yıpratılması, toplumun derinden sarsılmasıdır.
Avrupa’nın geçmişte dinsel tabulardan neler çektiğini biliyoruz. Aydınlanma sonunda Avrupa halkları semavi Hıristiyan dininden ve onun dayattığı ahlak anlayışı ve alışkanlıklardan soğumuş, kademeli olarak kurtulma yoluna girmiştir.
İnsan düşüncesini, yaşam tarzını ve maneviyatını, yapay sistemler dayatarak değiştirmeye çalışmak, geçmiş yüzyılların sapkınlığı olarak kalmalıdır.
Çoğu insan ‘’ahlak dinin sonucudur’’ görüşünü savunur.
Halbuki önce ahlak vardır ve dinler buna ulaşma amaçlıdır.
Dinli olsun dinsiz olsun, insanın önce ahlaklı olması gerekir.
Kişi, ahlakın değil de, inancının gereği olarak ceza korkusu veya mükafat beklentisi ile yaşamını düzenliyorsa bu çok da sağlıklı ve samimi bir davranış değildir.
Ahlak kurallarını yaşamın kendisi oluşturur ve bireyi buna hazırlar, alıştırır. Her kuralın mutlak bir gerekliliği/haklılığı vardır. Ahlak yaratılışın ideal düzenini buyurur, bunun içinde insan ve yaşadığı ortamdaki tüm objeler ve aralarındaki dinamizm yer alır.
Yanlış olanı neden yapmaz insan?
Allah korkusu olduğu için yanlış yapmaz. Takva…
İnsanın iyilik yapma isteği nedendir?
Yaranmak ister insan, sevilmek, sevap kazanmak.
Bu iki soruya verilen iki cevap ile ahlakın ilgisi yoktur. Bu yanıtlar tamamen din öğretisinin yanıtlarıdır.
Hiçbir dine bağlı olmayan çok insan var; insanlığa büyük hizmetler sunmuş, beklentisiz bağış/iyilik yapmış, yaşadığı dünyaya değer katmayı amaç edinmiş.
Öte yandan koyu dindar insanlar var, dünya malına tapmış, servet peşine düşmüş, kazanç için kimsenin gözyaşına bakmamış; korku belasına eli titreye titreye zekat/sadaka vermiş.
Din ile ahlakı bir kefeye koymak yanlıştır. Aslolan iyi ahlaktır. Din araçtır. İyi ahlaka ulaşmanın yollarını buyuruyorsa bir din saygı duymalı, uymalı. Düzenini, öğretisini bu minvale oturtmalı, sapmasına, saptırılmasına izin verilmemelidir. İçine ahlaka aykırılıklar girmişse temizlenmelidir.
Bir toplum dinsiz yaşar ama ahlaksız yaşayamaz.
Özgürlük olmadan ahlak olmaz.
Sosyolojik olarak ahlaki sorumluluk ancak, özgür olma ön şartına bağlanabilir. Çünkü ahlak; bireyin bencilliğinin kabile bencilliğine, oradan da toplumsal bencilliğe geçişini sağlar.
Dinler insanın önüne ödüller ve cezalar koyar, umut verir, yasaklar, cezalandırır, buyruklar yağdırır. Eğer yasaklara uyar, emirleri de yerine getirirseniz cennetle ödüllendirilirsiniz. Tam aksinde cehennemle cezalandırılırsınız. Bir eylemi yapıp yapmamak tamamen insanın dışındaki bir baskı ve gücün kontrolünde olur.
Oysa ahlak; eylemin yapılmasında veya olgunun değerlendirilmesinde, kişinin öz sezgisini kullandırır; iyi/doğru kavramının bir dış baskı olmaksızın hayata geçirilmesinde tezahür eder.
Yaşanan- insanın özüne yerleşik olan ahlaktır. Ahlakta davranışlar içselleşmiştir, bu da bireyin baskıya maruz kalmadığına, istemiyle davrandığına yani bireyin özgürlüğüne işaret eder.
Dinlerde ise durum tam tersidir.
İnanmadığı halde son derece ahlaklı insanlar vardır. Kötülük yapmamak için dindar olmaya gerek yoktur. Ahlaklıysan eğer, iftiranın, dedikodunun, hırsızlığın vb kötülüklerin karşındaki kişiye zarar veren eylemler olduğunu bilirsin.
Emirle, yasakla, tehditle, korkuyla, baskıyla ya da mükafatla, rüşvetle dayatılan kuralları uygulamak, kişide güven kaybına neden olur, özgür irade sakatlanır. Doğru olan, vicdanın diri tutulması, iyi ve kötü kavramlarının hazmedilmiş olmasıdır. Eylemlerin uygulaması ve yargılanması kişinin özgür iradesinde kalmasıdır ki, kişi mutlak mutluluğu yakalayabilsin. İnsan ve de özgür olmanın yüceliğinin hazzını tadabilsin.
Vicdan; kişinin kendi kendini denetlediği terazisi, öznel bir bilinç.
Ahlak; insanın doğruyu yanlışı denetlediği terazi, kitlesel bir bilincin bireyde tezahürü.
Din; inançların birileri tarafından sistemleştirilmiş hali.
Peygamberimiz; ne buyurmuş:
‘’Çoluk çocuğunun asgari gıda ihtiyacını karşılayacak geliri teminde zorluk çeken, tahsil yapmak isteyen çocuğuna bu imkânı sağlayamayan kişiler varken, süslü ve görkemli bir hayat sürmeye niyetlenenler bizden olamaz”.
Yıllarca ülkeyi yönetip, din konusunda ahkam kesip, kendini inançlı nesil yetiştirmekle mükellef zannedenlerin, servet değerindeki kıyafetleri, milyarlık takıları, bindikleri son model arabaları, yaşadıkları lüks hayatları İslam’ın ilke ve öğretileriyle bağdaşır mı ?
Ahlak rayından çıkanlar çoğalınca, bireyin de vicdanı tökezliyor.
Düzeltici olarak din devreye giriyor. Düzeltemiyor, daha da bozuyor.
Adem ve Havva ile çırçıplak yola koyulmuştuk.
Abuzittin ve Şuküfe ile yolda düzülen kervan bu kadar oluyor, ne’delim.
*Müsadenizle*
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.