- 577 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BABAMIN EŞİ ÖLSÜN - FİNAL
Bayram çocuklarınınken farksız neşe ile geçmeye başladı günleri. Yüzünün asık olduğuna hiç kimse rastlayamıyordu artık. Evde, okulda, köyünde her yerde her zaman gülücükler eksik olmadı yüzünden.
Her hafta bir takım yeni eşyalar almaya başladı evlerine. Annesi hiç karışmıyordu aldıklarına ama pek de sevinemiyor, oğlunun hallerinden içten içe endişe duyuyordu. Yine de bu endişesini çocuğa belli etmemeye özen gösteriyordu.
Aldığı yeni eşyaların verdiği mutluluğu Sevim’le paylaşmaktan, ona anlatmaktan da büyük mutluluk duyuyordu. Çamaşır makinesi bile almıştı evlerine. Üstelik köyün zenginlerinin bile pek azının evinde vardı daha o günlerde.
Hızla geçip gitmeye başladı günler hatta haftalar bile. O babasına gönlünden geçeni anlatmak için bekliyordu zamanın böyle geçmesini.
Bambaşka bir özen göstermişti o gün kendine. Öyle ki sınıfta öğretmenlerinin de diğer arkadaşlarının da dikkatini çekmişti. O sırrını Sevim’le paylaşmak istedi sadece.
- Okuldan çıkar çıkmaz babama koşacağım. Günlerdir bu anı bekliyorum ben. Artık zamanı geldi. Açılacağım babama. Annemin onu affetmeye hazır olduğunu söyleyeceğim. Yeniden bir araya gelmemeleri için hiç bir sebep kalmadığını anlatacağım.
- Haydi bakalım Halil. Ben de merak ediyorum doğrusu. Dilerim her şey gönlünce olur.
- Gerekirse yalvaracağım ona. Razı etmek için ne gerekiyorsa yapacağım. Hem kendisi demişti zatan kadınsız olmayacağını. İşte annem orada. Onu affetmeye de hazır. Bu saatten sonra başka bir kadın arayacak değil ya !
- Herhalde.. Ama bana kalırsa sen yine de her şeye hazırlıklı ol Halil. Hayat bu, ne getirip ne götüreceği, insanı nelerle karşılaştıracağı pek belli olmuyor.
- Hayır Sevim hayır. Başka bir ihtimali düşünemiyorum ben. Mutlaka razı olacak o da. Göreceksin mutlaka bir araya gelecekler yeniden. Bundan sonraki hayatımızı hep birlikte yaşayacağız. Biz de mutlu olacağız artık. Başım dik yaşayacağım ben de.
- Bol şanslar, deyip el sallayarak uğurlarken Halil’i içindeki endişe ateşe dönüşüp yakmaya başladı genç kızı. Ona seslenmek, geri döndürüp yeniden konuşmak istedi. Yapamadı, seslenemedi ama içindeki yangın gözlerine kadar uzanıp ağlatmaya başladı onu.
Kendini avutmaya çalıştı. Acaba bu ateş ve gözyaşları iyiye mi belirtiydi ? Halil’in çabası mutlulukla mı sonuçlanacaktı ? ’’ İnşaallah ’’ deyip içinden dualar etmeye, Tanrı’ya Halil için yalvarmaya başladı.
Adeta uçarak gitti Halil babasının evine. Kısa süre sonra evin kapısına varmıştı bile. Heyecanla çaldı kapıyı. Yüzü halâ gülüyor, kalbi gürültülü bir şekilde atıyordu.
Daha önce hiç görmediği, tanımadığı genç bir kadın açtı kapıyı. Duraksadı çocuk ama bozuntuya vermedi.
- Babam yok mu, evde değil mi ?
- Baban kim senin ? Ne diyeceğini şaşırdı çocuk. Bu defa içeriden babası seslendi :
- Kim gelmiş Nesrin ?
- Bir çocuk geldi, babasını soruyor .
Hızla kapıya geldi adam. Şimdi onun yüzü gülüyordu.
- Sen misin Halil ? Hoş geldin oğlum. Gel içeri, deyip omuzundan içeri çekti.
- Halil bu Nesrin. Köydeki ilk eşimden oğlum benim.
- Memnun oldum.
Halil şaşkınlık içinde susarak girdi içeriye. Salona oturdular. Onun sormasına fırsat dahi bırakmadan, adeta kendini savunmak istercesine anlatmaya başladı adam.
- Demiştim sana Halil. Bu yaştan sonra kadınsız olmaz diye. Hem Selma da var. Nesrin hanımla evlendik biz.
Sustu çocuk. Bir daha kıyamete kadar konuşmayasıya sustu. Dünyanın bütün silâhları ona doğrulmuştu sanki. Hepsi de aynı zalim el tarafından bir anda ateşlenmişti üstelik. Peki bunu hak edecek ne yapmıştı ki ?
Suçu, günahı neydi ? Annesi ile babasını bir araya getirmek hangi dinde hangi Tanrı’nın nezdinde günahtı, haramdı ? Hangi kutsal kitap haram kılmıştı bir çocuğa annesiyle, babasıyla birlikte yaşamak istemeyi ?
Ağzıyla, diliyle konuşması, bağırması hiç gerekmedi. Kalbinin sesi bütün arşı inletti çocuğun.
Tanrı bile sustu o an. Kendini savunamadı. Çünkü masumdu çocuk, günahsızdı, haklıydı !
Koşarak, tek bir söz bile söylemeden çıktı dışarı. Kasabanın sokaklarında saatlerce dolaştı. Sahile koştu, denize, dalgalara, kuşlara kalbiyle anlattı isyanını. Hepsi utandı ondan. Güneş bile saklandı bulutların arkasına. Balıklar denizin en derin yerlerine kaçtılar. Martılar görünmez oldu. Serçeler kondukları dallardan seslerini bile çıkarmadılar.
Sahildeki kediler kendilerine atılan balıklara bile koşmadılar o gün.
Minibüse binmeden önce bir kutu Kızıl boya aldı sadece. Köyüne vardığında çoktan karanlık olmuştu. Açtı kızıl boyanın kapağını ve köyünün sokaklarında bulduğu duvarlara
’’ Kahrolsun Faşizm ’’, ’’ Yaşasın Sosyalizm ’’, ’’ Bu düzen Değişmeli ’’, ’’ Tek Yol Devrim’’ gibi sloganlar yazmaya başladı. Hem yazıyor, hem ağlıyordu.
O sloganların anlamlarını bile doğru dürüst bilmiyordu. Sadece solcu gruplardan duymuştu işte. Bunun kendisine ne faydası olacağını da düşünemiyordu. Yazıyordu sadece, yazıyor ve ağlıyordu.
Peşpeşe silâhlar patlamaya başladı. Karanlığın sessizliği bozuldu bir anda. Tap taze, tertemiz kanlar karışmaya başladı kızıl rengi boyalara. Cansız bedeni düşüverdi karanlığın bağrına.
’’ Bir komunisti daha temziledik ’’ diye gururlandı birileri.
Bir annenin bağrına ateş düştü. Kıyamete kadar sönmesi mümkün olmayan amansız bir ateşti o. Feryadı ise göğün yedi kat ötesine kadar ulaştı.
’’ Devrim şehidi’’ deyip sahip çıktı birileri. Naaşını omuzlar üzerinde taşıyıp devrim marşlarıyla uğurladılar.
Gece olduğunda sorgu melekleri ruhunu kapıp Tanrı’nın huzuruna çıkarttılar. Tanrı çok zorlandı hüküm vermekte. Cennet mi, yoksa cehennem miydi hakkı ?
’’ Annesine verdiği sözü tutmayan günahkâr ’’ olduğuna hükmedip ’’ Cehenneme ’’ komutu arşı inletti Tanrı’nın.
’’ Hayıııııır ! Ben ondan davacı değilim. Hakkımı helâl ediyorum ! ’’ diye haykıran annenin sesi de Tanrı’nınki kadar heybetliydi.
Annenin dediği oldu elbet.
SON
Fikret TEZAL