- 540 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sinem(50.blm)
Özgürlüğe yolculuğa gittiği günü hatırladı; otobüste cam kenarında oturuyordu Sinem. Başını yaslayacak bir omuz bulamayanlar içindi yolculuklarda cam kenarları .Ne zaman bir yolculuk düşse kaderine cam kenarlarını tercih etmesi bu yüzdendi. Sırf kendini yaşamak, yaşamı tüm karelerine sessizce ,gizlice büyük bir aşkla dahil oluvermek doyumsuz bir mutluluk veriyordu ona.
Hava, onun havasıydı. Çisil çisil yağan yağmur camlardan süzüldükçe tüm hücreleri ayaklanıyor ,içinden geçen onlarca sözcüğün hızına yetişemiyordu . Ruhuna bir dinginlik düşüyor, izlediği her damla bedeninin fay hatlarını harekete geçiriyor ,yıkmanın ötesinde yıkılmışlıklarını onarıyordu birden.
Sürekli dışarıyı seyrediyordu. Narenciye ve muz bahçeleri ile süslenmiş uçsuz bucaksız Akdeniz ovası farkında olmadan tek tek ele geçiriyordu onu. Yol ilerledikçe iç yolculuğunun da ilerlediğinin farkındaydı. Bütün anıları ayaklanmış gözlerini kıyısında raks ediyordu işte. Sağ tarafı çam ağaçlarıyla kaplı bir tepenin yanından geçerken yıllarca bu tepede odun kestiğini, onları sırtına yükleyip eve taşıdığını hatırladı. Reçine kokusunun eşlik ettiği zor zamanlardı .Odun keserken yere dökülmüş ıslak çam yapraklarına basınca bazen kayıp düşer, elindeki tahra bedeninde bir yerleri parçalar, kanatır buna rağmen ağlamazdı, ağlayamazdı.Kalkıp kanayan yere bir avuç toprak basar dindirirdi kanamayı. Kalkar işine devam ederdi, etmeliydi çünkü .Bu arada en sevdiği şey çalılıkların içinde bir dağ nergisi ya da kırmızı bir lale bulunca nasıl da mutlu olduğunu, tüm acıyan yanlarının birden çiçeklendiğini hatırladı. Sırtında taşıdığı odun yükünün altında sırtına batan budaklar umurunda olmazdı.Mecburdu…bir an öne kendini eve atmak ,sırtındaki yükten kurtulmak isterdi.
Portakal ,limon toplar, muz keserlerdi. Hiç bitmezdi ki buraların işi. Derin bir iç çekti. Ne çok çalışırdı bağda bahçede; tuhaf gelecek belki ;ama inşaatta bile çalışmıştı. Saha ezanından önce kalkardı hep. Ahıra gidip hayvanları sağıp yemlerini verdikten sonra okula gittiği zamanlarda ilkokula gidiyordu henüz. Ellerine baktı birden o yaşlardaki ellerini hatırlayınca. Ne kadar farklıydılar şimdi. Her tarafı nasır tutmuş, üstü bir türlü kabuk tutmak bilmeyen yaraları görenlerin başını çevirişini kendisine acımaklı gözlerle bakıp yanından uzaklaşan insanları hatırladı. Onlar, o insanlar ne güzel kokarlardı. Kendisininse her sabah ahıra girdiği için tezek koktuğunu biliyordu. Gülümsedi kadın. Zafer dolu bir gülümseyişti bu. Yenilmemişti bunların hiçbirine. Yılmamıştı ,vazgeçmemişti. O,bir gün her şeyin çok güzel olacağına dair inancını hiç öldürmemişti yüreğinde.bu inanç onun en büyük gücüydü. Okul bitecek, üniversiteyi mutlaka kazanacak ve buralara kimseye muhtaç olmayan, kendi ayakları üstünde ,hayatını kendi kazanan biri olarak dönecekti buralara. Evet şimdi buradaydı işte, hep hayal ettiği gibi. Üstelik ellerinde ufak tefek bir iki nasırdan başka nasır da kalmamıştı. Ellerinin üstündeki yaralar iyileşmişti iyileşmesine de yüreğindekiler durup durup kanayıveriyordu. İçinde yaşanmamış bir çocukluk tortusu otobüs virajları alırken çalkalanıyor ve göğsündeki boşluğu titretiyordu. Derin bir teslimiyetle başını yasladığı camlardan akan damlalar gözlerine sirayet ediyor göz sağanağına engel olamıyordu bir türlü
Bir süre sonra başını çevirdiğinde Akdeniz’le kucaklaşan gözleri yaşlarını denize bağışlamıştı kimseler,kimsecikler görmesin diye. Şimdi yükselmeliydi deniz onu da içine alarak. Dalgalar göğsünden firar eden rüzgarla dövmeliydi sahili. O, yaz aylarında herkesin eğlenmek için girdiği denizde düşlerini yüzdürmüştü hep. Kağıttan ,ya da ağaç dallarından sallar ,gemiler yapmış onlara binip uzaklara kaçmıştı yıllarca. Şimdi bundan çok daha ötesini yapabilirdi. Gözlerinden akanlar acı değildi artık zehir değildi.
Bir anda yanı başında biten muavinin sesiyle irkildi.’’Sanırım burada inecektiniz .’’dedi Muavin kendisine.Dalgınlığını fark ettirmemeye çalışarak’’Evet.’’ dedi kadın.
Bavulunu alıp çantasını omzuna taktığında derin derin nefes aldı kadın ve fısıldadı:’’Ey çocukluğumu toprak yollarında bıraktığım reçine kokulu şehir…Sana geldim,sendeki çocukluğumu alma geldim.Biliyor musun…bana çocukluğumu verirsen büyüyeceğim.
çocukluk anıları, geçmek bilmeyen günler, bir an önce büyümeyi istediğimiz günler. Sokaklarda koşuşturduğumuz kirli pasaklı üstlerimiz, yaralı dizlerimiz, evcilik oynadığımız ağaçlar. Nelerle mutlu olurduk biz böyle, bir sakızla bir şekerle. Ama yine de büyümeyi istedik, büyüyünce istediklerimizi özgürce yapabileceğimizi, özgürce alacağımızı düşündük.
Neler değişmedi neler çocukluktan bu yana. Sadece okul sıkıntıları değil bir de gönül sıkıntıları vardı. Küçükken dizi acıdığı için ağlayan bizlerin artık gönülleri acıyordu. Bu hiçbir acıya benzemiyordu, farklıydı çok. Önceden dizimiz acıyınca yarası geçiyordu bant vururdu annemiz, yorgun düşerdi bünyemiz oynamaktan, gece olunca hemen uykuya dalardık yorgunluğumuz yüzünden.
Ama bu çok başkaydı, gönül yorgunluğu çocukken bizi yorgun düşüren şeylere hiç benzemiyordu çok acıydı. Ne bant tutuyor kanaması, ne uyutuyor acısı. İnsanın içi sızlıyordu, artık öyle ufak şeylerle mutlu olamıyorduk. Bir çift gözde bir gülüşte kayboluyordu insan, sonra o göz uğruna gecelerini günlerini harcıyordu, bazen kaybediyordu dünyası yıkılıyordu artık gülümseme yolunun kapandığını düşünüyordu, baktığı yerde düşündüğü yerde hatta aynada bile onu görüyordu. Bazen de kavuşuyordu artık vuslat vardı mutlu olacaktı, samanlık seyran olacaktı.
Kavuşunca mutluluğu yakalamış mıydı insan? Artık sorumlulukları vardı, geçim sıkıntısı vardı, yine mutlu olamamıştı insan. Şimdi daha çok çalışmalıydı, bir ailesi vardı çocuklar doğacaktı onların geleceğini düşünmesi gerekiyordu. Okurken beyni yoruluyordu insanın derslerden, severken gönlü yoruluyordu şimdi bünyede yorgun düşecekti çalışacaktı çabalayacaktı.
Hep bir koşuşturma, hep bir koşuşturma da insan. Her istediğimiz elimize geçince bir başka mutluluk aracı arar olduk, bir başka mutluluk aracı lazım oldu. En güzel, en saf en masum günler çocuklukta saklıydı. Yetiniyorduk, isteklerimiz azdı, oyundu her şey mutluyduk
Şimdi her şey gerçek, arar olduk o günleri, özler olduk, düşününce gözlerimiz yaşlanır oldu. Okuldu, gönüldü, çalışmaktı derken bünyeler yorgun düştü kabuğuna çekildi, içine gömüldü insanlar. Dostluklar, arkadaşlıklar tükenmeye başladı. İnsanlar yorgun hayat okulunu okuyor herkes. Bu hiçbir okula benzemiyor insanın ömrünü yok ediyordu. Etrafta savaşlar, dünya karışık insanlar karışık. Bu savaşın ortasında mutluluk yine de çocukların masum dünyalarında var.
Elleri öpülesi yaşlıların yorgun yüzlerine bakınca şimdi çocuk olmak vardı deniyor, bir ah çekip bir çırpıda hayat hikâyeleri anlatılıyor. Ne çabuk geçti, ne çabuk, daha dündü daha dün. İşte hayat bu kadar kısa, bir kaç satıra sığacak kadar.
Sanırım çokluğumuzu özledik, özledim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.