- 805 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Buğra
Bugün, evde bir ruh esintisi var. Bütün ev halkı iç dünyasıyla haşır neşir. Kimse belirmek istemiyor, fizyolojisinden rahatsız gibi. Ne annem, ne babaannem birbiriyle konuşmuyor. 7 yaşında olmam itibariyle ben gene oyun peşindeyim. Ablam 9 yaşında ve sapsarı saçlarını anneme ördürmekle meşgul. Babam gene çok uzaklarda… 1 hafta kadar önce buradaydı. O, Kıbrıs’tan Ankara’ya geldiğinde, ilk defa anne tarafından akrabalarımız bize gelmişti. Evimiz, dedem öldüğünden beri hiç bu kadar kalabalık olmamıştı.
O kalabalık günü hatırlıyorum da herkes geldikten sonra ablam ve beni dışarı çıkartmışlardı. Bütün kuzenlerimizle dışarıda oynarken, onlar evin kapısını kapatmış bir şeyler konuşuyorlardı. Müstakil evimizin bahçesinde ne kadar süre geçirdiğimizi hatırlamıyorum.
Bu mahalleyi çok seviyorum. Arkadaşım Kaan ile otoyolun yukarısındaki tepeye gidip geçen arabaları sayarız. Bazen kendimize birer renk seçer ve en çok hangimizin rengine ait arabadan geçeceği konusunda iddiaya gireriz. Kaybeden, kazananı tepenin aşağısına kadar sırtında taşır.
Bunun dışında, kuzenlerimle vakit geçirmeyi de çok severim. Evimizin 4 metre kadar önünden bir yol geçer. Bu yolun hemen kenarında bir elektrik direği vardır. Ne zaman kuzenlerimin geleceğini duysam, hemen bu direğin yanına koşarım; dibine otururum ve onlar gelene kadar orada beklerim. “Sabır Direği,” derim ona. Bazen gelmeleri çok uzun sürebiliyor.
Dışarıdan bir ses geliyor. Camdan dışarı bakıyorum. Sabır Direği’nin yanında bir kamyonet var. Yavaş yavaş arkasını evimize doğru dönüyor ve eve doğru yanaşıyor. Kamyonetin arka farlarında yanan kırmızı ışıklar kötülüğü çağrıştırır gibi. Kırmızı kötüdür. Kamyonet, “Seni yiyeceğim,” diyen bir canavardan faksız görünmekte gözlerime. “N’olur beni yeme!”
Kamyoneti gören annem dışarı çıkıyor. Ben ve ablam onu takip ediyoruz. Kamyonet, tam olarak bahçe kapısına yanaştığında, içinden dayım iniveriyor. Ardından da anneannem iniyor. Dayım, “Buğra! N’aber?” diye kafamı okşuyor. Akabinde direk içeri giriyor. Ben de sevinçle anneannemin buruşuk ellerine yapışıyorum! Çok geçmeden, dayım annemin sandığını tanımadığım kamyonetçi abiyle tutmuş getiriyor. Onlar sandığı kamyonete yüklerken anneme bakıyorum. Kafası önde, gene kendi iç dünyasında kaybolmuş gözüküyor. Gözlerim babaannemi arıyor. Bahçe duvarının öteki yüzünde, başı ellerinin arasında ağlamakta. Yanında komşular var; teselli ediyorlar. Ama neden? Sormaya cesaret edemiyorum. Bir valiz kadar eşyalarımızı da arabaya atıyorlar ve dayım: “Hadi atlayın arabaya,” diyor.
Babaannemle vedalaşmadan atlıyoruz arabaya. Kamyonet hareket ederken camdan kafamı çıkartıp geriye bakıyorum. Babaannem gene duvarın dibinde ve çevresi kalabalık. Sabır Direği’nin yanından geçiyoruz. Bana “Nereye gidiyorsun Buğra?” diye sorar gibi bir havası var. Bende bilmiyorum ki.
Fazla ilerlemeden, annemin gözlerinden yaşlar salıveriyor kendilerini. Bende ağlıyorum, annem ağlıyor diye. Anlıyorum ki bu bir veda. O kalabalık günde, içeride ne konuştukları belli oluyor. Sanırım annem ve babam boşandı.
Kendine iyi bak Sabır Direği! Kaan’a selam söyle.
YORUMLAR
ayrılıklar ve çocuklar... her çocuğun bir arkadaşı vardır sabır direği gibi... benim de hep yanımda gezen bir arkadaşım vardı, hiç kimsenin göremediği... zavallı anneme her seferinde iki dondurma aldırıp da, ikisini de kendim yemek için mi yaratmıştım o arkadaşı acaba... saygılar değerli yazarım.
Kalemistik
Ne yalan söyleyim ben de oyuncak ayıma canlı muamelesi yapardım. şimdi nerede olduğunu bile bilmiyorum.
Saygılar benden...