- 572 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞBAKAN’IN SÖYLEYEMEDİKLERİ
Gazetelere manşet oldu.
Başbakan demiş ki, “Söyleyemediklerim var, inşaallah bunları ileride yazarım.”
Devlet sırrı her devirde olur. Şahsi anıları konumuzun dışındadır. Başbakan’ın devrinde de şüphesiz böyle sırlar vardır. Ama tarih günü geldiğinde sır mahiyetinde arşivlere konulan bu kayıtları bulur, işler ve hükmünü verir. Bu güne kadar vermiştir de.
Ancak Başbakan’ın sır mahiyetinde olan bu söyleyemediklerini tahmin etmeye çalışmak, herhalde devlet sırrını ifşa suçu oluşturmaz. Ben de gerçekleşen bir takım olayları inceleyerek bu sırların bazılarını tahmin etmeye çalışacağım.
İlk örnek olay kendisinin belediye başkanı olduğu döneme ait olmalı. Bir büyükelçi, bir işadamı ve kendisi. O toplantıda neler konuşulup ne kararlar verildiği olayının bu sırların en başında olduğunu düşünüyorum. Bu görüşmelerin bandı var mıdır, ileride açıklanabilir mi bilemem?
O meşhur “cesaret ödülü”nü hak edebilmek için ABD de kimlerle görüştürüldüğü, ne sözler verdiği, ne taahhütler alındığı bir sır olarak kaldı, açıklanmadı. Bunların da söyleyemedikleri arasında olduğunu tahmin ediyorum.
Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olarak görev almadan önce kimlerle neler konuştuğu, ne sözler alıp verdiği sırların bir başkasını oluşturuyor.
2003 yılında 1 Mart tezkeresi diye anılan ve ABD askerlerinin ülkemize kabulünü içeren tezkerenin TBMM’de reddi sonrası elbet bir şeyler görüşüldü ki, havaalanı ve limanlarımızın askeri sevkiyatlara açılması dahil, tezkere ile reddedilen hususlar bir taviz olarak basit kararnamelerle ABD’ye sunuldu. İşte bu süreçte ABD ile neler görüşüldüğü sır olarak kaldı.
Yine Başbakan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile yüklendiği görevleri kendi parlemanto gurubunda dahil, bir çok platformda iftiharla açıklarken, 2006 yılında İsrail Lübnan’a saldırdı. Lübnan’ın Hizbullah güçleri karşısında aciz kaldı. 33 gün direnmeyi başaran Hizbullah’ı çökertmede İsrail’e destek için savaş bölgesine gelen ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice açık açık şunları söyledi:
“Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde yapılan bu savaşı İsrail mutlaka kazanmalıdır. Biz ABD olarak elimizden gelen her türlü desteği vereceğiz. Bu proje sonunda 24 ülkenin sınırları yeniden çizilecek…” Bu demeç Türkiye’de hükümet çevrelerinde bomba etkisi yapmıştı. Başbakan ağlamaklı olarak:
“Büyük Ortadoğu Projesi bu ise, biz de bu projeden hemen ayrılırız..” Açıklamasını yaptı. Heyecanlandık. Tamam, eskiden tanıdığımız “Tayyip” şimdi işe başlıyacak, diye düşünüp ertesi günü yapacağı bir basın toplantısıyla BOP Eşbaşkanlığı’nı bıraktığını, bu projeye destek vermekten de vazgeçtiklerini açıklamasını bekliyorduk. Hem de heyecanla. Ama bu açıklama bir türlü gelmedi Eşbaşkanlığa devam etti. İşte o olaydan hemen sonra BOP mimarları ile neler görüştü, ne gibi kararlar alındı, bu da devlet sırrı olarak tarihin açacağı arşivlere havale edilmiş oldu.
Kıbrıs’ta “Biz bağımsız devlet ilan etmeyeceğiz, Rumlarla birleşmek istiyoruz, kontrolümüzdeki topraklardan şu kadarını Rumlara vereceğiz, askerlerimizi de adadan çekeceğiz, anlamına gelen BM’nin Annan planının kabulü yönünde Türk tarafına baskı uygulamak için, Avrupa Birliği ve ABD ile neler görüşüldüğü, neler karşılığında bu tavizlerin vaat edildiği halen bu sırlar arasındadır diye düşünürüm.
Başbakan, 2009 yılında NATO genel sekreterliğine aday gösterilen Danimarka Başbakanı Anders Rasmussen’in, kesinlikle o göreve getirilmesini istemiyordu. Çünkü bu Rasmussen, PKK’nın yayın organı Roj TV’nin Danimarka’da yayın yapmasına göz yummuş, ayrıca da Efendimiz’e hakaret eden karikatürcüleri himaye etmiş birisi idi. Böyle bir şahsın Türkiye’nin de ortak olduğu ve onayı olmadan genel sekreter seçmesinin mümkün olmadığı NATO’ya seçilmesine kesinlikle karşı olduğunu defalarca açıkladı. Ama bir de baktık ki, Başbakan, bir dizi gizli görüşmenin ardından, Türkiye’nin ağzına gerçekleşmeyecek bir parmak bal sürülerek o göreve getirilmesine yeşil ışık yaktı. Neler görüşüldü, ne kararlar alındı, tarihe havale edilmiştir…
Geçen yıl Libya krizi çıkarıldı. Haçlılar önce kriz çıkarıp sonra bir oldu bitti şeklindeki aldıkları korsan bir kararla Libya’yı bombardımana başladılar. Bu bombardımanın NATO eliyle devam ettirileceğine dair bir haber yayıldı. Başbakan buna şiddetle karşı çıktı. Dedi ki:
-NATO’nun Libya’da ne işi var yahu!
Bu haberi çıkaranlara ve yayanlara çok sert cevap verdi.
Aradan birkaç gün geçti. NATO’nun Türkiye’nin de şu kadar gemi, bu kadar denizaltı ve uçakla katkı sağladığı ve ayrıca müdahale için komutanlık karargahının da Türkiye’de olmasını kabul etmiş olduğu, destek donamamızın Libya’ya gittiği haberi çınladı.
Bu birkaç gün içinde Başbakan kimlerle ne görüştü? Kesin ve kararlı bir şekilde karşı çıktığı bu bombardıman filosuna güvenliği sağlama göreviyle neden katıldığı hala açıklanmadı. Kamuoyunda birilerinin, Başbakan’ın kolunu bükerek bu müdahaleye zorlandığı haberleri dolaştı. Neler görüşüldü, nasıl zorlandı, bunlar da tarihin açığa çıkarmasına kadar öğrenilemeyecek sırlar arasında yerini aldı.
Malatya Kürecik’e kurulan ve benim “Bela paratöneri” diye adlandırdığım füze kalkanı sistemleri…
NATO’nun böyle bir bela paratönerini Türkiye’de kurmak istediği haberi yayılınca, Başbakan önce tepki gösterdi. Bizim bu tesisleri gerektirecek düşmanımızın olmadığını, bu sistemin bize gereksiz olduğunu söyledi. Aradan bir iki gün geçti. Belli ki birileri ile görüşülmüş. Böyle bir sistemin topraklarımızda kurulmasını ancak “kumandasının bizde olması” şartıyla kabul edebileceğimizi açıkladı. Kısa bir zaman daha geçti. Gene perde arkasında bir takım görüşmeler olmuş olmalı ki; Başbakan çark etti:
-Kumandanın bizde olması demek, NATO’da olması demektir.
Bilmem kaçıncı defa gördüğümüz çark edişti bu. Bir dizi görüşme yapıldığı açıktı. Gene kol mu büküldü, başka şekilde ikaz mı yedi, iyilikle mi oldu, zorlamayla mı oldu, bunlar açıklanmayan “Devlet sırrı” olarak kaldı.
Vereceğim daha çok misal olmasına rağmen yazının hacmi buna izin vermiyor.
Enver Paşa, Cemal Paşa, Talat Paşa ve diğer ittihatçılar da bir zamanlar böyle perde arkasından çok faaliyetler yürütmüşlerdi. Yüzde 90 civarında bir çoğunlukla gelmiş olmalarına rağmen, işlerini kol bükmeler, tehditler, cinayetler, silah çekmeler, şantajlar, arkadaşlarını ipe çekmelerle yürütüyorlardı…
Tarih bu. Bunları bir bir açığa çıkardı ve hükmünü verdi. Belki biraz geç oldu ama, bugün İttihat ve Terakki’nin Osmanlı’yı nasıl batırdığını tarihler bize anlatıyor. Hükmünü de vermiş durumda: Maceraperestlik, çapsızlık, bilgisizlik, tecrübesizlik, komitacılık, ağır gaflet v.s
Diyeceksiniz ki, tarihin İttihat ve Terakki Partisi hakkında verdiği hükümler Osmanlı Devletini geri getirmiyor ki! Evet bu doğru. Zaten tarih olanları düzeltemez. Olanları şu anda tarih yazmak durumunda olanların ibretine sunar. Sunar ki, aynı hatalara düşülmesin. İbret alınsın, yeni devletler aynı hatalara düşülerek batırılmasın.
Eski arkadaşım Recep Tayyip Erdoğan’ın da söyleyemedikleri, ya da yanlı olarak söyledikleri, yahut varsa tarihten bile sakladıkları şeyler, inanın ki ilelebet sır olarak kalmaz. Tarih bunlar hakkında hükmünü er veya geç verir. Biz belki göremeyiz, duyamayız ama, gelecek kuşaklar bu sırları öğrenip, bilmem kaçıncı defa tekerrür etmiş bulunan tarihin hükmünü okuyacaklardır.
Tarihin bu hükmü, vatan ve millet sevgisinden, ustalıktan, Haçlı ve Siyonizm’i tanımamaktan, çapsızlıktan, hatadan, gafletten ve hıyanetten herhangi biri olarak tecelli edecektir.
DEVLET SIRLARI
Amirdir kendisi, kontrol eder bugünü,
Anıları sır diye, ya gizli ya saklı.
Tarih bir gün arar bulur, verir hükmünü;
O hüküm kelimesi şimdilik yasaklı!..
Ekrem Şama
ekremsama@
YORUMLAR
Ben size bu yazınız ve paylaşımınız için teşekkür edeiyorum. Siz sayın Erdoğanı bir zamanlar yakınen tanıyanlardansınız ve hatta o zamanların fikirdaşlarındansınız sanıyorum. Bu doğrultuda bu yazınız çok daha dikkat çekici oluyor. Şunu bilirteyim ki, ben dahi sizin bu yazdıklarınıza yakın kuşku ve kaygılar taşıyanlardanım.( sıradan bir ev hanımı olarak)
sonsuz teşekkürler ve saygılar Ekrem bey.