- 2008 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
IRGANDI KÖPRÜSÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Irgandı Köprüsü
Irgandı köprüsünün bir ayağının üzerinde gördüm onu. Tahminen elli yaşlarındaydı. Köprünün doğu yönündeki ayağının sol tarafında, korkuluk duvarına yaslanmış, derenin içindeki, Uludağ da erimiş karlardan oluşan, dövünerek, devrilerek. Önüne çıkanı hoyratça yutacak, ne varsa yıkacak, sürükleyip götürecekmiş gibi akan. Azgın suyu seyrediyordu. O suyun çılgınca aktığının belki de farkında değildi. Her haliyle kar suyu olduğu belli olan, Uludağ’dan gelen, dere yatağında hırslı, coşkulu akan, Gökdere’nin suyunu belki de hiç görmüyordu.
Hava çok soğuktu! O, soğuktan hiç etkilenmemiş gibi hareketsiz duruyordu. Öyle ki, soğuktan elleri, yüzü kıpkırmızı! Mora doğru dönmeye başlamış, neredeyse donacak gibi olmuş. Parmaklarının arasındaki sigarası filtreye kadar yanmış orada sönmüş, ama hâlâ parmak arasında duruyor ama o anda, belki de nerede olduğunu bilmiyordu.
Onu öyle görünce hiç düşünmeden, tereddütsüz yanına sokuldum. Tanıyor gibiydim. Bir elimle omuzuna usulca dokunarak:
“Ahmet abi, sen misin?” diye sordum.
İrkilerek doğruldu. Evet, oydu. Doğrulurken, istemeyerek elini, dayandığı duvarın üzerine vurdu. Sanki duvarı avuçluyor, farkında olmadan bir şeyleri arıyor gibiydi. O anda parmaklarının arasında boşta kalan sigara izmariti duvarın üzerinden yuvarlanarak ayaklarının ucuna düştü. Biran boş gözlerle, gözlerime baktı. Ben bakışlarımı yere düşen sigara izmaritine çevirince, oda yere baktı ve izmariti gördü. İçmekte olduğu sigaranın bitmiş olduğunu, çöpünün de yere düştüğünü o zaman anladı. Eğildi, sigaranın çöpünü yerden aldı. Hiç de önemsemiyormuş gibi, bana hissettirmeden gözleriyle yakınında çöp kutusu aradı. Göremeyince elini yumdu, izmariti avucunun içinde sakladı. Ben tekrar sordum:
“Abi iyimisin?”
“Siz kimsiniz?” diye soruyla cevap verdi. Hali, hiç iyi görünmüyor, köprünün korkuluk duvarına yaslanarak duruyordu.
“Beni tanımadın mı? Ben Hakan, arkadaşın Ali Çıtak’la birlikte çalışıyorum! Geçen akşam üçümüz birlikteydik hatırladın mı?” diyerek kendimi tanıttım. “Az ileride oturuyorum. Irgandı kafeye de ara sıra gelirim. Geçerken uğramak istedim. Sizi fark ettim. Şurada birer çay içelim. Buyurun on dakika oturalım. Biraz ısınırız.”
Baştan kabul etmese de ısrarlarımla daha sonra “Peki” dedi.
Eskiden “Kıraathane” dedikleri! Daha sonraları “Kahvehane, çayhane, çay evi, çay ocağı” denilen; Irgandı köprüsünün üzerindeki bulunan, zamana ayak uydurmak zorunda kalıp, işletmecisinin adını “Irgandı Cafe” koyduğu, küçük ama nezih bir yer olan. Gelen ziyaretçilerin “Cafe” dediği. Ben ise “Çay evi” dediğim o küçük şirin kahveye gittik. Oturmadan, işletmecisi genç bayandan müsaade isteyerek, “Çay Evi’ndeki” çeşmeden Ahmet abinin ellerini yüzünü soğuk suyla ıslattık. Soğuk buz gibi duvarın kıyısında ne zamandır durduğunu bilmiyorum. O şekilde sıcacık bir ortama girdiğimizde eli yüzü morarır sızlayabilirdi. Ellerini kurulamadan ovuşturarak kurutmasını istedim. Bir masaya oturduk. Sipariş ettiğimiz çaylarımız geldiğinde, ben sordum:
“Ahmet abi, konuşmak istermisin? Rahatlarsın! Belki de sorun olarak gördüğün problemine birlikte çözümde buluruz. Haydi anlat. Nedir seni bu kadar üzen mesele?”
“Bu gün günlerden cumartesi biliyorsun! Çocuklar yarıyıl tatiline girdiler. Okul karnelerini geçen hafta aldı. Aldığı günüde sayarsak bu günle tam dokuz gün oluyor. Benim altıncı sınıfa giden bir torunum var. Kızımın oğlu. Bana, daha gelmediler.”
“Ama gelmeyişinde belki bir neden vardır. Kızınla konuştun mu bu konuyu? Belki çok önemli bir nedeni olduğundan gelememişlerdir!”
“Annesi kızımla konuştuğunda, annesine “Öyle gerekiyor” demiş.”
“Benim bir tek kızım var Hakan. Başka çocuğum yok. Bir tanede torunum var. Benim kızım otuz dört yaşında. Neyi anlatacağım ben ona. Neyi öğreteceğim. Neyi konuşacağım. Ben bir babayım Hakan. Benim her tarafım kabahat olsa. Ben kızıma, damadıma kötülük bile yapmış olsam ben bir babayım. Onları kolundan tutup evimden kovsam, ben bir babayım. Babayla iddialaşılmaz, inatlaşılmaz” deyip çayından bir yudum içti.
“Sanki başıma gelecekleri yıllar önceden biliyor gibiydim. Kızımı kocasıyla bir arkadaşı tanıştırmış. Birbirleriyle anlaşınca evlenmeye karar vermişler. Kızım bana söylediğinde, kendisine “Damat adayı ile konuşmak istediğimi” söyledim. Kendimi anlatacaktım. Kızımı, onun bizim aile için ne kadar önemli olduğunu konuşacaktım onunla. Öyle de yaptım. Ben, damadıma değer verdim. Daha kızımı istemeden uygar insanlar gibi, yanıma bir arkadaşım Mehmet’i de aldım. Oturduk hep birlikte konuştuk. Saatlerce! Ona, kızımın bizim için ne kadar değerli olduğunu anlattım. Bu konuşmaya arkadaşım Mehmet tanık.
“Ailenin tek çocuğu!” olduğunu özellikle vurguladım. Bunun ne önü var ne arkası. Abisi ablası olmadan büyüdü. Kardeşi olup da “Ben bunun Ablasıyım” diyemedi. Biz ona her zaman her açıdan “Tek çocuk” olduğunu hissettirdik. İşte sorun burada başladı. O, yetiştiğinde “Tek çocuk” olmanın bütün imkânlarını kullandı. Yeri geldi şımardı, kapris yaptı. Onun kaprislerini, şımarıklığını biz hep gülümseyerek karşıladık. Bir anlamda bu bizimde hoşumuza gidiyordu. Çünkü bu şımarıklık onu arkadaşlarından farklı yapıyordu. Onun farklılığını da çevremizdeki tanıdık, akraba herkes kabullenmişti. Ben ona, damat adayıma “Bu farklılığı kabul edebilecek misin” diye sordum.
Bizim, seninle sizin ailenizle her şeyimiz çok farklı. Gelenek göreneğimiz. Örf ve âdetimiz, töremiz çok değişik. Bütün bunları kaldırabilecek misin? Kız tarafı olarak bizim kaprislerimizi, bizim nazımızı çekebilecek misin? Yaptığımız anlamsız hareketleri, düğün sırasında çıkabilecek herhangi bir problemi kaldırabilecek misin dedim.”
Bunların hepsinin normal olduğunu, kız tarafı olarak bunların ve bunun gibi birçok şeyin olabileceğini söyledi bana. Bunları problem yapmayacağını çünkü “Olması gerekenler” olduğunu söyledi. Daha sonra yüzseksen derece değişti. Düğünden sonra sudan sebeplerle kızımı getirmedi ya da göndermedi. Bu bizim eve gelmeyişin zamanı gittikçe uzadı. Öyle bir zaman olur biz kızımla altı ay görüşmeyiz biliyor musun?
Mesela, ben mutfaktan hiç anlamam. Geçenlerde babam hasta oldu. Yalnız yaşadığı için hanım iki ay babamın köyünde, yanında kaldı. Babama baktı. Bu iki ay süresince kızım benim evime hiç gelmedi. Bir yumurta pişirmeyi bile bilmeyen ben, dışarıdan yiyerek. Komşuların getirdikleriyle. Köyden gelirken getirdiğim yemeklerle idare ettim.
Yarıyıl tatili. Torunum “Takdir” almış. Ben günler önceden ona vereceğim hediyeyi hazırladım. Gelmediler… Daha küçük yaşlarında torunuma sorardım “Neden gelmiyorsunuz” diye. “Biz gelmek istiyoruz ama babam göndermiyor dede” derdi. Şimdi, telefon açıp bu soruyu da soramıyorum. Korkuyorum, aynı cevabı almaktan korkuyorum. Bu gün dokuz gün oldu karneyi alalı! Ben torunumun karnesini hala görmedim.”
Sesi boğuldu Ahmet abinin. Elleriyle yüzünü kapattı. Kocaman adam karşımda küçücük kalmıştı. Diyecek bir şey bulamadım. Duygularım boğazımda düğümlendi kaldı. Ne diyeceğimi bilemeden bir elimle eline dokundum. Tuttum elini, hafifçe sıktım. “Üzülme abi” diyebildim sadece. Sesim titreyerek. “Gün gelir bunların hepsi düzelir. Çektiğin bu acıları unutursun bile”
Ahmet abi oturduğu sandalyeden kalktı. “Kalkalım artık. Ben eve gideceğim” dedi. Onu, evine kadar götürmek istesem de kabul etmedi. “Irgandı köprüsü” nün “Dere kafe” girişinde setbaşı’a doğru çıkan sokağa girdi. Gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım. Zaman zaman sanki yıkılacakmış gibi sallanıyordu. Ama hiç arkasına bakmadan yoluna devam ediyordu. Bense, Irgandı’ya geri döndüm. Doğu ayağına doğru yürürken iki yanımdaki zanaatkârların, çeşitli meslek erbabının oluşturduğu küçük dükkânları seyrettim. Hangi dükkânın, dükkândaki hangi ustanın ne iş yaptığını belki de hiç fark etmedim. Ama hangi dükkânın ne iş yaptığını görmek istercesine hepsinin kapısından ya da penceresinden içeriye baktım. Hiç bir şey göremedim. Belki de gördüm fark etmedim. Yürütüp giderken aklım hep Ahmet abide kalmıştı. Köprünün çıkışına geldiğimde geriye dönüp tekrar dükkânlara baktım. Belki de nereye baktığımı bilmeden, neye baktığımı görmeden baktım. Daha sonraki günlerde fark ettim “Irgandı Köprüsünde” Bir tanesi mahalle muhtarlığı olmak üzere toplam onsekiz adet dükkân vardı köprü üzerinde. Akşam saati olduğundan gelip giden insanlarla doluydu köprünün üzeri. Hepsi evine bir an önce gitmenin telaşı içerisindeydiler.
Ben, dönüp aşağıya doğru yürürken köprü ve dükkânların yıllar öncesi şekillenmeye başlamıştı kafamda. Yüzyıllar önce yapılmış bu köprüde, ne sevinçler, ne hüzünler yaşanmıştı kim bilir.1442 yılında bir tüccar tarafından yaptırılmış. 1855 depreminde büyük bir kısmı yıkılmış. Kurtuluş savaşında, 1922 de Yunan askerleri geri çekilirken köprüyü bombalamış, yıkmış. Depremler, yangınlar, savaşlar derken köprünün eski halinden hiç bir şey kalmamış. Köprü, zamanın valisi Haşim İşcan tarafından yeniden yaptırılmış. Bazı kaynaklara göre ilk yapıldığında 31 dükkân ve bir mescit, iki de ahır varmış. Yine bu yönde yapılan araştırmalara göre, Dünyada dört çarşılı köprüden birisiymiş. Bunlar; İtalya’da: Ponte Vecchio, Venedik’te: Ponte Rialto, Bulgaristan’da: Osma Köprüsü, Türkiye’de: Irgandı Köprüsü.
Epey aşağıya yürüdüğümde dönüp arkama baktığım zaman, yüzlerce yıldır bu köprüde neler yaşandığını düşündüm. Depremler, savaşlar ne acılar yaşanmıştı. Irgandı’nın kuytu köşelerinde kimse görmeksizin, ne aşklar, ne sevdalar yaşanmıştı kim bilir. Düşüncesi param parça olmuş! Duyguları körelmiş Ahmet Abi değildi sadece Irgandı’da dolaşan. Kim bilir hangi sevgililer buluştu Irgandı’nın kuytu köşelerinde. Kim bilir kimler sevişti o kuytularda gizlice!...
YORUMLAR
Yüzlerce defa geçtim bu Köprüden ama bu kadar gizemli olduğunu sizden öğrendim.
Akıcılığı ile harika bir konu olmuş.Emeğinize sağlık,Ömrünüze sağlıklı bereket.
Hüseyin Ergün
IRGANDI KÖPRÜSÜ...
Bursamızın incisi... Kayhan caddesine çıkan bir ince damar...Sanatkârların icraathaneleri...
Kuytu köşelerinden uhrevi hat izleri nakışlar bezemeler tarihçeler
ve mahir ruhlara ait kalitenin derin ayak izleri...
Sevdaların sevdalıların zarif buluşma adresi...
Acıların şahidi, hüznün adresi kimi zaman da fotografların rengarenk karesi.
Suların çağladığı kadar yekpare canlıdır berrak kemeri, .
Setbaşı Köprüsü' nden bakıldığında görkemli ve ihtişamlıdır YILDIRIM'a inen derenin tılsımlı sesi...
Sanki nişanlısı ile kavuşamamış gür saçlı kaytan bıyıklı yağız bir delikanlı isyanı ile kükrer tepesinde EYLÜL esintisi...
Gökdere'den kışkırtıcı göz kırpmasıyla aşkını ilan eder sanki sevgilisi...
BURSA' DA OLMANIN... BURSA' LI OLMANIN AYRICALIKLARINDAN BİRİDİR IRGANDI EFSANESİ...
Nilgün Seymen
Bursa/ Hocataşkın