Çaya Dair Kırk Yazı (16)
Zarafet mevsiminin iki efsanesi, çay ve bardak. Bir taze nefes gibi iç açar hayali bile onların. Bardak, çayın billurdan teni, çay bardağın canı sanki. Hayatın değişik anlarında bu ikili arasındaki ünsiyete tanık oluruz. Bu tanıklık sırasında ünsiyete dahil olmak ne büyük devlet olur. Taze nisan bulutları gibi haz bulutları geçer başımızın üstünden.
Ünsiyetin ıtırı sarınca ortalığı, erguvanlar çiçeğe durur hayallerde. Buğu huzur ve sükun masalına başlar aheste aheste. Dinginlik sarayının kapısı sonuna kadar açılır. Berrak gamzeli periler tebessüm eder sarayın pencerelerinden. Kimi dem firuze sabahlarda gümüşten sahillerde dolaşan Belkıs’tır, kimi dem gecenin koynundaki Leyla’dır çay ve bardak. Kâh Süleyman’a, kâh Mecnun’a döndürürler aşinalarını.
Bardak billurdan bir saraydır, çay o sarayın yakut bakışlı ecesi. Suyun özüne süzülen peri yüzlü ay gibi doğar geceye; sabahı ve içimizi güneş gibi aydınlatır. Bir mahur bestedir onların arasındaki ünsiyet. Binbir gece masallarından bir esinti gelir oldukları mekana. Naz bulutlarından çiy damlası düşer gül yapraklarına adı şebnem olur damlanın. Gül misalin, binbir gecede gördüğü berrak rüyadır çay ve bardak. Bu rüya ki tabirini dudaklar yapar, anlamı damaklarda demirler.
Sükutun sükunla harmanı savrulurken inci mercan tanesi yayılır ünsiyet demlerinde. Dinginliğin ipek yumağı sarılır hayal hayal. Derunumuzda bir yerlerde bir şeyler kımıldar. “Telgırafın tellerine kuşlar mı konar, insan sevdiğine böyle mi yanar.”türküsü eşliğinde çaydan bir yudum alırız ünsiyet katmerlenir. Sılada bir evin bacası olamasak da gurbette çay ve bardağın ünsiyetine tanık olmak yeter bize. Susarız…
Ankara, 12.09.2012 İ.K
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.