- 919 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Kayıp Bahçe Kapısı
Bahçenin etrafını çevreleyen bir çit yoktu. Evin garajına doğru giden bir yol, hepsi o kadar.
“Bahçe kapısı benzeri bir şey görüyor musun?” diye sordu.
“Hayır.” diyerek başımı salladım.
İster istemez garaj yolunda yürümeye başladık.
“Ne kadar da yüksek ağaçlar!” diye işaret etti.
“O kadar yüksek değiller aslında. Sadece alttaki dalları kesmişler.”
Anlamamış gibi baktığını görünce:
“Eve güneş girsin.” diye ekledim.
Kapıya gelmiştik. İki kanatlı, koyu renkli ahşaptan bir kapıydı. Uzandı, zile bastı. Kulağımıza bir ses gelmeyince tedirgin oldu, tekrar zile uzandı. Kapı açıldığında parmağı zile değmek üzereydi.
Karşımızda fraklı bir adam duruyordu. Bizi gördüğüne şaşırtmamıştı. Ama yine de söze girmedi.
“Evi gezmeye geldik.” dedi Anna Maria.
Uşak olduğunu tahmin ettiğimiz adam “Tabi, buyrun lütfen” deyip kapının tek kanadını ardına kadar açtı. Anna Maria bir an tereddüt ettikten sonra içeri girdi. Kapının önündeki iki basamağı tek adımda çıkarak onu takip ettim.
Uşak:
“Size eşlik etmemi ister misiniz?” diye sordu.
Ne cevap vereceğini bilemeyen Anna Maria dönüp bana baktı. Olumlu anlamda başımı salladım. Uşağa başka yanıt gerekmedi; sessiz adımlarla önümüze düştü. Girişte, sağdaki ilk salonun önünde eşiğinde durup:
“Resmi oturma odası” diye mekanı takdim etti.
“Resmi mi?” Anna Maria pek de gizlemeye çalışmadan kıkırdıyordu.
“Taht odası gibi bir şey.” diye ona fısıldadım. Bir yandan da kendine hakim olması için dürttüm. Beklemiyor olmalıydı ki hissedilir şekilde irkildi.
Uşak bize karşı hiç bir tepki vermedi. Yürümeye devam etti. Bir öncekinden daha büyük, şömineli bir başka salona varınca içeri girdi, biz de peşinden takip ettik.
“Aile odası!”
Aile lafını duyunca Anna Maria bana dönüp gülümsemeye başladı. Ben ise kurtuluşu aklıma ilk geleni uşağa sormakta buldum:
“Afferdersiniz, isminizin ne olduğunu söylemiştiniz?”
“Bir şey söylememiştim efendim. Gerektiğinde beni Nestor diye çağırabilirsiniz.”
“Nestor?! Bu Tenten’deki... Oh!”
Ben ayağına basınca cümlesi yarım kaldı. Nestor’a dönüp:
“Şömine odun mu, yoksa gazlı mı?” diye sordum.
Yanıtı biraz alaycı oldu:
“Gazlı bir şömine Laporte ailesine yakışmazdı efendim.”
Aile odası mutfağa açılıyor, ikisi birlikte oldukça geniş bir mekan oluşturuyordu.
“Güzelmiş” dedim, mutfağın dibinde duran çift kapılı buzdolabılını göstererek.
Nestor’un yüzü ifadesiz kaldı. Anna Maria ise mutfak tavanından sarkan metal tencerelere bakıyordu.
“Bir yerde hava akımı olmalı: Tencereler hafiften sallanıyor.”
“Mutfağın bağımsız bir havalandırması var. “diye açıkladı Nestor, “Öğle yemeğinden sonra açık bıraktık. Ondandır.”
Mutfakla salonun kesiştiği noktada, bir kapıdan arkadaki terasa çıkılıyordu. Anna Maria büyük bir rahatlıkla kapıyı açtı ve dışarı çıktı:
“Vay! Arka bahçe büyükmüş.”
Bahçe ilerideki ormana kadar uzanıyordu. Tek tük ağaçların olduğu, çimle kaplı, bakımlı bir yerdi. Ormanın sınırında bir çardak vardı.
“Orman da bahçenin bir parçası hanımefendi.”
İster istemez Anna Maria’yla bakıştık. Sessizce ormanın nereye kadar uzandığını sormama kararı kaldık.
“Üst kattaki odaları gezebilir miyiz Nestor?”
“Buna gerek olacağını sanmıyorum.” dedi deneyimli uşak.
Çaresiz söylediğine boyun eğdik. Gerisin geriye aile odası denen salona döndük.
“İsterseniz size ses sisteminin nasıl çalıştığını göstereyim.”
Sonra duvardaki bir soketi işaret etti.
“MP3 çalarınızı buradan merkezi sisteme bağlayabilirsiniz.”
“Deneyelim mi?” diye sordum.
“Nasıl istersiniz...” deyip kenara çekildi.
Anna Maria cebinden çıkardığı telefonunu sisteme bağladı. Oda bir anda Von Biber’ın Ciacona’sının çaldığı bir konser salonuna dönüştü.
“Diğer odalarda da bu yayın var mı?”
“Üst kattaki her odanın sistemi bağımsızdır. Ama şu anda çalmakta olduğunuz müziği alt katın tamamında dinleyebilirsiniz.”
“Güzel...”. Sonra Anna Maria’ya:
“Burası sana yetecek mi?” diye sordum.
“Yeterli gibi gözüküyor” dedi. “Gerçi bu aile odası konuklar geldiğinde biraz dar gelebilir ama idare ederiz.”
“İyi o zaman." dedim. Sonra Nestor’a dönüp "Monsieur Laporte’a her şeyin istediğimiz gibi olduğunu söyleyebilirsin. Anlaştığımız üzere Cuma akşamı on buçukta geleceğiz. Ama daha önceden kendisinin bize hangi kıyafeti tercih ettiğini bildirmesi gerek. Tüm gardrobu yanımızda taşıyamayız.”
“Kendisine iletirim beyefendi.”
“Güzel, artık gidebiliriz.” dedim ve Anna Maria ile kapıya yöneldik. Nestor tam kapıyı açacakken durdu.
“Bir nokta daha var.” dedi. “Monsieur dansa eşlik edecek şarkıda Arapça söz istemiyor.”
İşte bu garipti.
“Monsieur bizi oryantal dans etmemiz için çağırıyor ama Arapça duymak istemiyor mu?”
“Bunu özellikle belirtti efendim.”
Anna Maria “Sorun değil.” gibisinden omuz silkti. Ben de üstelemedim. Tamam deyip çıktık.
YORUMLAR
Yazılarınızı ve öykülerinizi okumayı özlemişim...Farklı bir öyküyü yorumlarıyla okudum...
Tebrik ve sevgilerimi iletiyorum...
İlhan Kemal
Kesinlikle finalde ne olduğunu anlayamadım. Bu mutklaka benim birşeyleri gözden kaçırdığımın neticesidir. Tekrar okuyacağım. Sonraki iddialı öyküyü de şimdiden merak ettirdiniz.
(Yanlış anlaşılmasın, tasvirler, kişiler detaylar gözümde bir bir şekil buldu. Yalnızca finaldeki espriyi anlamadım. Ama açıklamanızı da istemiyorum. Bunu kendim bulmam lazım.)
Saygılar.
İlhan Kemal
- 11. dakikada ne olduğunu anladın mı?
- Ohoo, ben Willis'i görünce anlamıştım.
Sonra filme ben gittim. Değil 11, 66. dakikada bile hala anlamamıştım (Durumu anlama konusunda Willis'in karakterine eşlik ettim, filmin sonunda aydınlandık). Bazen olur. Elmanın içinden çıkan kurt esprisini on küsur yıl sonra anlayamamış olmama benzemediği sürece sorun yok (Amerikalıların Knock Knock esprisi vardır; 1977 den beri içinden çıkmaya çalışıyorum).
Çok önemli bir öykü değil. Sayın Küsss'e de belirttiğim gibi gece uyumamaya çalışırken yazdım. Bir noktasını kaçırmış olsanız bile ikinci kere okumaya değer mi, bilemiyorum. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Bir sonraki de iddiasız. Eşimi beklerken zaman geçsin diye yazdığım bir karalama.
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Halbuki Mars öyküleri, metnin güzel ya da kötü olmasından bağımsız, beni teknik açıdan zorlayan öykülerdi. Öncelikle bilim kurgu kültürü fazla olmayan bir topluluğa yazıyordum (Halbuki bir bilim kurgu dergisine yazıyor olsam herhangi bir okuyucunun Zeno Morph'un anlamını kaçıracağını düşünmez, hatta bu ismi klişe sayılabileceği için koymazdım bile.) Bu da gelecek tarihinin kısıtlı bir zamanda okuyucuya aktarılmasını zorlaştırıyordu. Sonrasında iki tane kavramı öyküde tanıtmak zorundaydım: Oyun Teorisi ve Astroloji. Güneşin Balık burcuna girmesini fiziki olarak gözünün önüne getirmemiş sıradan okuyucuya Aslında o öyle olmuyor, böyle oluyor diyecektim. Bütün bunları da bir ders kitabının ötesinde, öykü tadında verecektim.
Özetle Mars öykülerinin yapıları karmaşık değildi ama yazarken aşılması gereken engeller vardı. Burada ise böyle bir sorun yok. Olsa olsa evle ilgili detayları okuyucuya aktarmak zor olabilirdi: Bu yüzden garajda niye iki tane buzdolabı vardı ya da bahçe çimlerini biçmek için kaçımız traktör almıştır gibi detaylardan uzak durdum. O zaman da geriye düz, kaprisleri olmayan bir öykü kalıyordu.
Kendinizle kıyasladığınızda ne çıkıyor? Siz böyle bir öykü yazsaydınız belki Nestor'un çıkılmasına izin vermediği üst katta oturup, camdan eve gelen yolu , bahçedeki ağaçları, geçmişi gözetleyen ihtiyarın dünyasını yazardınız. Bambaşka bir öykü olurdu. O yüzden karşılaştırmayın.
Bir ileri, bir geri... Bir ileri, bir geri... İç savaştan kalma bir köstekli saat kıvamında sallanıyordu. Sanki hepimiz saate bakarken hipnotize olmuştuk da yerimizden kımıldayamıyorşuzu gibi seyrediyorduk kardeşimin bedenini. Gül desenli gömleğini giymiş, hani şu on sekiz yaş dönümünde gelenden bahsediyorum, altına ailenin bağlarını bir türlü kopartmayı göze alamadığı İskoçya'dan gelme kiltini almış biteviye sallanıyordu. Ayakları çıplaktı. Ağaca gidene kadar bastığı çamurların izini tabanlarında görebiliyordunuz. Bir ileri, bir geri...
Aynur Engindeniz
Sabahın bu saatinde çok karmaşık bir cevap yazdığımın farkındayım. Fakat beni anlayacağınızdan eminim. Sonuç olarak demem o ki, siz ufkumuzu açıyorsunuz. Belki bunu çok fazla ifade edemiyoruz ama durum tastamam budur hocam.
Saygılar.
İlhan Kemal
Bugünün insanının biraz daha çeşitli hayal kurabileceğine inanıyorum. Sadece hayallerini kağıda ya da sinema şeridine dökmüyorlar gibi geliyor. Bu filmin sonrasında ne olmuştur tartışması çoğumuza yabancı değildir. Ama oturup da bunu hikayeleştirene pek denk gelmedim (Ağustos Düğünü'nün devamını yazmış bir kişinin bu sözümden alınmayacağına eminim). Umarım herkes okudukları örnektekiler gibi değil de, hayal ettikleri gibi yazar. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
İlhan Kemal
Saygıdeğer dostum uzun bir aradan sonra yazılarını yeniden okumaya başlamak ne güzel...
En derin saygılarımla...
İlhan Kemal
Tuhaf çelişkiler hissettim.Bir an salonu ve aile odasını dağıttım kendi zevkime göre.Üst katlardaki odaları da merak ettim.
Monsieur Laporte ilginç bir kişilik olmalı oryantal dans ama arapça söz olmayacak.Evin uyumu ile çelişki gibi duruyor ,belki de üst odalar oryantal tarzda döşenmiştir .Doğu ve batı sentezi gibi .Kıyafetleri de düşündüm üstü frank altı doğu tarzında olabilir mi dedim ama uymadı :))
.
İlhan Kemal
Doğu-batı sentezini şöyle de düşünebiliriz: Haftada üç gün Çin yemeği sipariş etmek evimizin dekorasyonumuzu etkiler mi? Bir seferlik oryantal dans için sevgili Nestor'un şalvar giymesi beklenir mi?
Arapça'dan soyutlanmış oryantal dans ise bana Acemlerin takım elbise giyip kravat takmamalarını hatırlatıyor. Çelişkiler olmasa edebiyat güzellemelerle sınırlı kalırdı herhalde.
lacivertiğnedenlik
kayıp bahçe kapısı ,... çok eski yerleşim alanlarında bulunan evlerin kapıları en üstte damda olurdu ama bu modern bir bina hayal edemedim dama çıkmayı ,eminim bir düğme vardır kapıyı bulmak için ,o düğmeyi şöminenin içine gizledim sıkıysa ellerini sokup bulsunlar bakayım cx