- 507 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nakaratım Oldu Şarkıların
Tütün kokulu bir düş kırığıdır ağrının diş bileyişleri
Vurdukça akrebin döşü ağrır, yelkovan sevdayı solur
Oluk oluk tükenişle kanadım, ağrılı türkülerde ağladım
Yüreğime belediğin kutsal aşkla nakaratım oldu şarkıların
Göğsümdeki sarp patikalardan denizin yüreğine iniyorum günlerdir. Sulardan eskittiğim yüzümle yitirilmiş bir sevince yürüyorum gecelerdir. Güneşin dalgaları ısıttığı koylarda ben ırmakların sürüklediği gülüşlerini topluyorum. Ömrümün en uç noktalarında izini sürüyorum sevdanın.
Sesinin yankılarıyla gecemin denizlerinde kürekler çekiyorum aşkının bakir adalarına. Kurumuş dudaklarımı öpüyorsun efsunlu dokunuşlarınla. Tütün kokulu bir düş kırığıdır ağrının diş bileyişleri. Mavisi unutuluşa batırılmış vefa sarılmalarını eksik tamamlayınca yürek, isyana kundaklar gönül bohçasını. Gecemin tülü erken örtüverir ışıklara duvağını. Oysa, zamandır yüreğin hep kahırlı kösteği. Vurdukça akrebin döşü ağrır, yelkovan nazlı bir tay gibi oval sarılışlarla sevdayı göğsünde solur.
Dalmadan uykulara kokunun her zerresiyle ovdum bedenimin özlemle ağrıyan yanlarını. Çiçeklerle donatılı bir odada gözlerinin alevi yansıyordu. Boy boy aynalarda gerçeğini aradım ve çıplak tenine dokundum ruhumla. Gecemin kollarına düştün usulca ve temiz çarşaflar üzerinde yuvarlandık rüzgârca. Saçlarının dalgaları yüzüme kapanınca bir deli kısrakla daldım gönlünün saklılarına.
Ruhunda toplanan bütün düşlerle, yüzünde büyüyen gülüşlerle usulca giriyorum orman yeşili utançsızlığına. Umulmadık atılışlarla, altını çizdiğin olumsuzluklarımla, avucunda sakladığın soluğumla, kaynağımı keşfeden sürgün damarınla, sevincimin diviti oluverdin sen.
Oluk oluk tükenişlerle kanarken yalnızlığım, yeni bir şarkıda ağrılı nakaratlarımdı yaşadığım. Akasya baharlarımın üstüne düşen koyu gölgenle, yoksulluğumu unutturan bilge düşünüşlerinle, sevincimi katlayan renkli urbalarla donattın gönlümü birden.
Ben seni ateşlerin hiç sönmediği tanrıların kentinde sevdim. Gökyüzünün gecelere serenada durduğu sümbül koylarında, rüzgârın mırıltılı bir ıslıkla sessizliği böldüğü kıraç tepelerde bekledim. Gökyüzünün kuşlarla seviştiği, bütün lahitlerin saklılarında şiirlerimi sakladığım kutsal yerlerde gizlendim.
Aktıkça içime, kundağım oluyorsun ne garip. Eteklerinin yeliyle coşup, coşkunla acılarıma dokunup, sık sık rüyalarıma sokulup, ince gülüşlü sesinle, mırıltılı düşünüşlerinle bu sevdanın gürül gürül suları oldun sen. Hüznüme denizleri sürerek, yüreğime ellerini vererek, şiirlerime ruhunu beleyerek kırlangıç mevsimlerimi geri getirdin aniden.
Bilmelisin ki; ölümde ve aşkta, acıda ve yasta, ucu bulunmaz çürük bir atlasta sesin hızla dönen tüm saatlerin tıkırtısını keser. Bu bacasından duman tütmeyen, çatısına kuşlar konmayan, az gidilip-uz gidilip de bir türlü bulunamayan masal sığınaklarında bulmadın beni.
Kaldırıp başını gökyüzüne bakmayı unutan, aşkı masallarda tanıyan, ömrünce ırmaklara ayağını sokmayan ve toprağa çıplak ayakla basmayan insanlarla döner bu garip küre.
Yüreğinin saltanatında güzelliğinin iksirleriyle yeşillendim ben. Kimi İstanbul oluyorsun bir şiirde, kimi tanrıların sığınağı Olimposta ayın nazlı duruşunu izliyoruz birlikte. Gözlerini düşledikçe ben, balıklar yüzüyor yeşil denizlerimde. Zamanı durduran sözlerin işleyince içime, yeniden kuruluyorum şiirlerin irinine. Hiç duymadığım bir müzikle danslara duruyor, hiç anlamını düşünmediğim çoğul sözcüklerle seninle yaşanası bir dünya kuruyorum.
Sevdadan başka rotası olmayan gemilerle, bütün yolları aşka çıkan haritalarla, gecemi örten ışıltılı saçlarınla çocuklar çığlık atıyor artık yemyeşil parklarında. Her sabah sularında yüzümü yıkıyor, her akşamın başlangıcında gülüşlerinle ve seninle yan yana yürüyorum ben bu çelişkiler atlasını.
Selahattin Yetgin