- 935 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MEÇHUL SEVGİLİ
Hayal gücü sınırsızdı Yağmur’un. Öyle ki hayal dünyasında yaşardı. Çocukken aslında yaşamadığı olayları yaşamışçasına anlatırdı annesine kâh gülerek kâh ağlayarak. Bir tane bebeği vardı, “Hayal” koydu adını. Bebek gerçek bir bebek değildi tabi düşsel bir bebekti. Onu uyutur, onunla konuşur, şarkılar söyler, yemek yedirirdi. Annesi ise kaygılanırdı boşlukta yaptığı hareketleri izlerken. Resimler yapardı Yağmur, gelir gösterirdi annesine ama hiçbir şey anlamazdı kızının çizimlerinden. Bir gün psikoloğa götürmeye karar verdi, götürdü. Resimleri de aldı yanına, belki bir anlamı vardır diye sormak için. Psikolog konuştu Yağmur ile sonra annesine dönüp: “ Kızınızın öylesine geniş bir dünyası var ki… Bu onun yaratıcılığının göstergesi. Emin olun kızınızda hiçbir sorun yok aksine üstün zekasıyla ileride çok başarılı bir sanatçı olacağı kanısındayım. Çizimleri onun iç dünyasının yansıması. Hayata bakış açısı çok farklı. Nesnelerde bizim göremediğimiz ayrıntıları görüyor. İyi bir eğitim alırsa ve hayal dünyası sınırlandırılmazsa geleceği çok parlak.”
Evet, parlak bir hayata kavuştu Yağmur yıllar önce psikoloğun da dediği gibi. Güzel Sanatlar Fakültesinde okuyup Ressam oldu. Bütün tabloları kapış kapış satıldı, sergileri tıklım tıklım doldu hayranlarıyla… Resimlerinin çok beğenilmesinin sebebi farklı oluşu idi. İnsana huzur veren tabloları kim asmak istemezdi ki evinin duvarına!
Telaşlıydı o gün Yağmur. Çünkü yeni bir sergiye hazırlanıyordu. Her sergisinde kıpır kıpır olurdu içi, defalarca aynı seramoniyi yaşamasına rağmen içindeki heyecanı atamamıştı bir türlü, atmak istememişti ya da… Heyecanı sayesinde hep en iyiye, en güzele ulaşmak istiyordu ama o günkü kalp atışları daha şiddetliydi, düşündü bir süre sebebini, bulamadı…
Serginin açılışında yine yüzlerce meraklı insan vardı. Bir yandan resimlerine övgüler yağdıranlara şükranlarını sunuyor, bir yandan da çizimlerinde işlediği temalardan bahsediyordu. Yorulmuştu artık, giydiği topuklu ayakkabılar sıkmıştı ayaklarını, yanmıştı canı ve boş bir sandalyeye ilişti gözü, gitti oturdu hemen. Kendi kendine “Ah anne ya! Şu on santim topuklu ayakkabıları giydirmesen olmaz sanki. Neymiş efendim şık görünmek zorundaymışım! Ben kendimi spor ayakkabılarımla ve kotumla daha şık hissediyorum belki! Ufff çok acıyor” diye söylenirken bir gölge hissetti yanı başında.
“Merhaba. Çok yorgun görünüyorsunuz. İsterseniz bir bardak su getireyim size.”
Kafasını çevirdi Yağmur ve karşısındakini görür görmez çığlığı basıp yığıldı yere…
Yağmur büyüdükçe hayalî bebeği “Hayal” terk etti onu. Artık görünmüyordu ortalıkta, gitmişti… En yakın arkadaşını kaybetmenin hüznü yerleşmişti yüreğine. Büyümek bu muydu? Değer verdiğin, yarattığın, gözün gibi baktığın tüm saflıklar uzaklaşıyor muydu büyüdükçe? Hayal’i kaybetmenin acısıyla kıvranırken geceleri rüyalarının değiştiğini gördü. Aşk neydi? Hiç yaşamamıştı ama her gece düşünde birisini görüyordu. Öyle yakışıklıydı ki! Uzun boyu, yapılı bir vücudu vardı. Elaydı gözleri, gülüşü ısıtıyordu içini ve kaybolmak istiyordu gamzelerinde… Bakışları sevgi doluydu, gözlerine bakamıyordu doyasıya çünkü derinliğine hapsolmaktan korkuyordu… Gün boyunca bir an önce gece olsun istiyordu, sabırsızlanıyordu rüyasında “Meçhul Sevgilisi”ni göreceği geldikçe aklına… Her gece farklı senaryolarla giriyordu düşüne. Kimi zaman şiirler okuyorlardı birbirlerine, kimi zaman da aşklarını fısıldıyorlardı masum gülüşlerle…
Yağmur otuz yaşındaydı ama on beş sene boyunca tek aşkı her gece rüyasında yaşattığı “Meçhul Sevgilisi” idi. Kimse girmemişti hayatına çünkü içinde yaşattığı aşkı saftı, masumdu, dokunulmamış, kirletilmemişti. Çevresinde gördüğü bütün aşklardan çok farklıydı…
Yağmur kendisine geldiğinde başına toplanmıştı herkes. Şaşkındı Yağmur, bunun da rüya olduğunu düşündü, bir çimdik attı kendisine, gerçeğin tokadıyla geldi benliğine. Etrafındakilere baktı bir süre, yoktu… Az önce yanına gelen adam yoktu aralarında. Kalabalığı yararak telaşlı adımlarla sergisine yöneldi ve tekrar buluştu gözleri.
“O”ydu… Senelerce rüyalarında yaşattığı “Meçhul Sevgili”si gelmişti sonunda düş tünelinden düşerek. Bir tablonun yanında durmuş, buğulu bakışlarını dikmişti Yağmur’un gözlerine. Sıradan bir tablo değildi bu… Meçhul Sevgilisinin resmini çizmeye karar vermişti Yağmur, belki de heyecanı bundan kaynaklanıyordu. Şimdi ise Meçhul Sevgilisi”nin hem gerçeği hem de tablosu duruyordu karşısında…
Gitti Meçhul Sevgilisinin yanına, tam birkaç kelime söylemeye hazırlamışken kendini, kapattı ağzını… “Sus” dedi. Bazen kifayetsizdir sözcükler, şu an ne söylesek yetersiz kalır duygularımızı anlatmaya. Sus sevgilim ve “an”ı yaşa…
Korktu Yağmur bilinmeze karışmasından sevgilisinin, gitmedi, dönüşü yoktu rüya tünelinin. Bir daha geri dönmemek üzere girdi hayatına ve kenetlendi elleri ömür boyu ayrılmamak üzere…
Gerçek aşklar hayal dünyasında benliğini bulur, gerçeğe dönüşür. Aceleye gelmez aşk, denemeye tabî tutulmaz.
Bir kere yaşanır, ölümle son bulur…
YORUMLAR
Yaaaa .. Ölümle son bulmasın ya olmasın... Yazıya sözüm yok mükellefti :=) bi çırpıda okudum. Kurgu yeteneğin müthiş
sedaefruz
leb-i şima
yoksa aşk sonsuzdur ölüm e kadar...