- 707 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Zeno Morph
Gregory Lipka adlı öykünün devamıdır.
Etkileneceğimi düşünüyordum; yanılmışım. Yine de uzunca bir süre panaromik camın arkasından Mars’ı seyrettim. Yakın planda doğal oluşum kalmamıştı. Yollar, barakalar, seralar vahşi Mars’ı yutmuştu. Uzakta ise Coprates Chasma kanyonu vardı. Bulunduğum noktadan ne kadar büyük olduğunu göremiyordum ama gezi rehberleri ona çokça yer ayırmıştı.
“Ne düşünüyorsun?” dedi arkamdan bir ses.
Ona bakmadan:
“Arizona gibi” dedim, “Biraz da Büyük Kanyon. Onlar en azından bozulmamış. Burası ise kırsal kesimin hücumuna uğramış şehirleri andırıyor.”
“1840’ların New York’unu hayal et. Olmayan bir şehir planlaması, ardı kesilmeksizin gelen göçmenler, düşük hayat standartı... Arkasında uzanan koca kıta için bir ölçü olabilir miydi o şehir?”
“1840’ların New York’u... Ya evet, çok iyi bilirim.”
“Hayal gücün her zaman sınırlıydı senin.”
Dönüp, kaşlarımı çatarak Zeno’ya baktım. Değişmişti. Üçüncü sınıftan beri konuşmamıştık. Mezuniyetten beri onu görmemiştim. Son dört yıldır da onu düşünmemiştim. Artık uzun, yeşil saçları yoktu. Kafasını tamamen kazıtılmıştı.
“İlk yerleşenlerle dayanışma için.” demişti, “Şehirler kurulana değin aldıkları radyasyon bir çoğunu hasta etti.”
“Hala yaşayanları var mı? En sağlıklılarının bile öldüğünü sanıyordum.”
“Hepsi epey önce öldü, haklısın.”
“O zaman kiminle dayanışıyorsun?”
“Doğru. Mezara gidenleri unutmak gerekir, değil mi?”
“Hayatta olanları unutmaktan daha iyi.”
“Seni unuttum mu sanıyorsun?”
İnkar etmeye gerek yoktu, kendimi inanılmaz iyi hissediyordum.
...
Dramatik sözlerine karşın Zeno’nun hayatına baktığımda, oradan çoktan çıkmış olduğumu görüyordum. Okul sonrası Dünya’da biraz daha kalıp, doktorasını almış, ancak ondan sonra Mars’a geri dönmüştü. Hala geldiğinde girdiği Stratejik Çalışmalar Enstitüsünde görevliydi. Evlenmemişti ama bir çocuğu vardı.
“Babasıyla yaşıyor. Bilirsin beni, saksıdaki bitkilere bile bakamam.”
“Adı ne?”
“Greg.”
“Oh!”
“Üzerine alınma. Babası bu ismi istedi. Dedesinin adıymış.”
“Babası nerede şimdi?”
“Bilmem. Çevre mühendisleri bir yerde durmaz ki. Sürekli yeni yerleşim bölgeleri açılıyor.”
“O zaman Greg’in de...”
“Evet, onun da nerede olduğunu bilmiyorum.”
...
Geçmişi yakalamaya çalışmıyordu. Onun dünyası, ya da Mars’taki deyişle ‘onun evreni’, çalışmalarıyla doluydu. Sürekli yeni mezunlarla bir araya geliyor, onları olabildiğince çalışmalarına dahil ediyordu.
“Yirmi beş yaş insanın zihinsel açıdan zirvesidir. Değerlendirmek lazım.”
“Tecrübeyi göz ardı ediyor gibisin.”
“Deneme yanılmacılar için tecrübe gerekir. Buna katılıyorum. Ama kuramcılar için öyle değil. Keskin bir zeka ve hayal gücü: Bunlar olduktan istediğin yere gidebilirsin.”
...
Yemeğe çıktığımız bir seferinde içtiğimiz şarabı işaret edip sormuştu:
“Beğendin mi?”
“Harika. Yoksa burada mı ürettiniz?”
“Keşke... Şili mahsulü... Doğal guanoyla... Bir şişesi şu garsonun iki aylık maaşına eşit.”
“Enstitüde maaşlar iyi galiba.”
“Yemeği sen ısmarlayacaksın sanıyordum.”
“Oh!”
O gece masaya hesap gelmedi. Yemek sonrası Zeno’nun dairesine gittiğimizde ise bizi bir şişe brendi bekliyordu.
...
Zamanımızı çokça tartışarak geçiriyorduk. Olması gereken de buydu.
“Hala yazarlık hayalleri kuruyor musun?” diye sordu bir seferinde.
“Kurmuyorum. Zaten yazıyorum.”
“Bilmiyordum. Ne yazıyorsun?”
“Köşe yazıları. Siyasal, sosyal ya da askeri konular üzerine.”
“Yani yazmıyorsun. Sadece yorumluyorsun. Yazdıklarında hiç hayal gücünü kullanıyor musun?”
Kızmaya başlıyordum.
“Bana hayal gücü deyip duruyorsun. Halbuki tüm çalışmaların ince hesaplamalar üzerine. Matematiksel modellerini anlamak bile ayrı uzmanlık gerektiriyor. Hayal gücünü ne zaman kullanıyorsun?”
“Bir çok yerde... Özellikle de çalışılan konuya yeni bir açıdan yaklaşacaksak.”
“Yapma lütfen. Oyun teorisinin neresinde hayal gücü gerekiyor?”
“Kahve ister misin?”
Kahve Zeno’nun ciddi konulara girme isteğini gösterirdi. Ben de bunu bekliyordum. Uzattığı fincanı aldım. Güzel kokuyordu.
“Öncelikle şuna Oyun Teorisi deyip durma. Bazı bilimkurgucular gibi psikotarih de deme. Alanın adı Genel Davranış Teorisi; buradan başlayalım.”
Fizikçilere öykünen bir isim seçtiklerine dair yorumumu kendime saklamayı tercih ettim. Bunun yerine kahveden bir yudum aldım.
“İkincisi, evet, hesaplamalar yapıyoruz. Neyi hesaplıyoruz? İnsan ya da insan gruplarının davranışlarını. Bunu nasıl yapıyoruz? İnsanların ihtiyaçlarını, isteklerini, önceliklerini formülize ederek.”
“Ee, hani hayal gücü?”
Odada ileri geri yürümeye başlamıştı. Halihazırda benden uzundu; şimdi iyice hakim bir pozisyondaydı.
“Dünyada bu konu üzerinde çalışanlara sorarsan hayal gücü ihtiyaçların sayısallaştırılmasında yatar. Halbuki durum farklıdır; gayet sistematik bir şeydir bu. Hayal gücü ise bir sonraki adımı bulmaya yarar.”
“Bir sonraki adım derken?”
“İncelenen grupların nasıl hareket edeceğini bilmek çoğu zaman yetmez. Bazen daha ötesini bilmek gerekir: Bir sonraki gece yağmur yağıp, savaş alanı tamamen çamura mı bulanacak, ya da komutan gece yediği tavuktan zehirlenip komutayı yardımcısına mı bırakacak, ya da atı tam hücuma geçtikleri sırada tökezleyip komutanı çamurların içine ve düşman hatlarının ortasına mı fırlatacak?”
“Bunları hepsini bilemezsin ki. Son derece karmaşık bir modelleme gerekir; neredeyse Tanrı’nın bakış açısına ve bilgisine sahip olmalısın.”
“Çok doğru. Yüzlerce yıldır hala atmosferik olayları tam anlamıyla modelleyemiyoruz. Diğerler bilinmeyenler konusunda bir teorinin yanına bile yaklaşılmıyor. O zaman?”
“O zaman?”
“Hayal gücümüzü kullanıyoruz.”
“Anlamadım.”
“Zaten beklemiyordum. Demeye çalıştığım şu: Gelecekteki olayları modelleyemiyorsan ne yaparsın? Çok basit: Geleceği bilmeye çalışırım.”
“Dur bir dakika!” Boşalmış fincanı sehpanın üzerine bıraktım.
“Sen falcılıktan mı bahsediyorsun?”
Güldü.
“Böyle diyeceğini biliyordum. Hatta bunun için senin davranışlarını modellemeye bile gerek yok. Faldan bahsetmiyorum. Burada bilimden bahsediyoruz. Geleceği öngörme biliminden!”
Boş baktığımı görünce devam etti:
“Astrolojiden...”
“Hadi oradan! Benimle dalga geçiyorsun.”
“Yapmadığım şey değil hani. Ama bu sefer gayet ciddiyim.”
Bir oyun teorisyenin kendini astrolojiye vermesine inanamıyordum. Zeno Morph: Astrolojiye profesyonel anlamda merak sarmış? Bir sonraki adım neydi, büyücülük dersleri mi?
“İnanamadığını görüyorum. Senden beklediğim de buydu. Biraz daha kahve?”
Dolu fincan tekrar önüme sürüldü, Zeno yeniden söze girdi:
“Dünyadaki astrolojiden bahsettiğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Onların hepsi şarlatan. Genelde herkes Tropik zodyakı bilir. Neymiş, eşit uzunlukta on iki burç varmış, güneş onların evine girermiş, vesaire. Sana şunu söyleyeyim: Güneş onların söyledikleri tarihlerde o takımyıldızında olmuyor. Yani Akrep burcunda doğduğunu düşünen kişilerden hiç biri güneş Akrep burcuna girmişken doğmuyor.”
“Sen artık Akrep değil misin yani?”
“Hiç olmadım ki. Benim doğduğum tarihte, Kasım’ın 1 inde, güneş terazi burcunda.”
“Peki bunu dünyadaki astrologlar bilmiyorlar mı?”
“Bilseler ne olur? Her durumda işkembeden atıyorlar.”
“Tarihleri doğru belirlemek dışında sizin astrolojinizin farkı nedir?”
“Oturup astrolojinin mekaniği üzerine çalıştık. Nasıl olduğunu göstereyim. Diyelim ki Güneş Başak burcunda. Bu ne demektir?”
“O tarihte doğanların...”
Sözümü bitirmeme fırsat vermedi.
“Bırak tarihi. Eğer Güneş Başak burcundaysa Dünya o tarihte Başak’a en uzak konumundadır. Güneşin bir tarafında Başak burcu vardır, diğer tarafında Dünya.”
“Yani?” Söylemek istediklerini takip edebildiğimden emin değildim ama onu konuşturmam gerekiyordu. Konuşmayı kaydetmediğime hayıflandım.
“Çok açık değil mi? Çekim gücünün tersine, astrolojide etkilenme uzaklaştıkça oluyor. Başak’tan ne kadar uzaktaysan o kadar onun etkisi altındasın.”
Kulağa saçma geliyordu.
“Ama öyle.” dedi Zeno. “Bir kere bu işin mekaniği, neden-sonuç ilişkisini çözdün mü Genel Darvanış teorisine rahatlıkta adapte edebiliyorsun. Böylece kişilerin tercihlerinden öte, kaderlerini de teoriye katabiliyoruz.”
“Yani onların başına gelecekleri, o olaylar karşısında nasıl davranacaklarını önceden bilebiliyorsunuz. Peki ya karşı taraf da, diyelim ki, Dünya, aynı bilgiye sahipse?”
“Dünya hiç bir zaman buna sahip olamayacak.”
“Sonsuza değin, Pitagorascılar gibi bunu bir sır olarak saklamayı mı düşünüyorsunuz?”
“Sırlık bir şey yok. Her şey konumla ilgili. Dediğim gibi olayın tüm mekaniği yakınlık değil, uzaklık üzerine kurulu. Mars’ın yörüngesi Dünya’nın bir buçuk katı daha geniş. Böylece Başak’a ya da diğer bir takımyıldıza Dünya’dan daha uzak olabiliyoruz. Bu sayede Başak’ın gücünü daha iyi hissediyor, daha hassas ölçümler alıyoruz. Dünya’nın asla böyle bir şansı olmayacak.”
“Peki, ya Dünyalılar başka bir gezegende ölçüm yapmaya başlarlarsa?”
“Nerede yapacaklar? Mars’tan sonra sadece gaz devleri var.”
“Ama onların da gezegen büyüklüğünde uyduları var.”
“Gezegenlerin uydularında olmuyor bu ölçümler. Uydu gezegenin etrafında dönüyor, gezegen güneşin. Takımyıldızlara olan uzaklık sürekli değişiyor; hiçbiri uydunun üzerindekileri etkileyecek konumda fazla kalmıyor.”
“Yani astrolojik gözlem konusunda bir anlamda tekeliniz var.”
“Aynen öyle. Kahveni bitirdiyse brendiye geçelim mi?”
...
Brifing bittiğinde Savunma Bakanı Kurt Naughey arkasına yaslandı, odadaki brendi dolu tek bardağı ağzına götürdü. Sonra bana bakıp:
“Teşekkürler Bay Lipka” dedi, “Çıkabilirsiniz.”
Bunu beklemiyordum. Kulaklarıma güvenmeyip bakanın yorumunu beklemeye devam ettim.
“Bay Lipka? Bir şey mi var?”
“Sayın Bakan, yorum yapmayacak mısınız?”
“Neyi yorumlamamı istiyorsunuz? Eski sevgilinizin sizi bir kez daha aptal yerine koyduğunu mu? Sizin bunu bana da yutturmaya çalışmanızı mı? Lütfen Bay Lipka, programım yeterince dolu; size fırça çekecek kadar bile zamanım yok. Şimdi izin verirseniz...”
Sanki bakan beni kolumdan tutup dışarı atmış gibi kendimi sekreterin yanında buldum. Sekreter ise hala fal bakıyordu. Masasına yaklaşıp:
“Hangi kart Mars’ı temsil ediyor?” diye sordum.
“Ne Mars’ı dedi?”
"Falda Mars çıkmıyor, değil mi?" dedim ve cevabını beklemeden asansöre yöneldim.
Sekizinci Ev adlı öyküsüyle Gregory Lipka ve Zeno Morph’a ilham veren Aynur Engindeniz’e teşekkürlerimle.
YORUMLAR
Bu öyküyü bir astrolog okumalıydı. Kesinlikle ne yorum yapacağını Bay Lipka'nın bakanın ne diyeceğini merak etmesinden daha çok merak ediyorum. Burçlar hakkındaki bütün yaklaşımları ters yüz eden bir öykü.
Sekizinci Ev, gerçekten araştırdıkça insanı garip duygulara sokan, endişelendiren hatta ciddi ciddi korkutan bir konu. Bazen bütün bunlarla uğraşanların çağın en azılı delileriolduğunu düşünsem de, genel görüşüm bu kişilerin çok zeki olduğu yönünde. Öyle olmasaydı binlerce yıldır insanlığı etkiliyor olabilirler miydi? Ama yazının bir yerinde bu sorunun cevabı var sanırım: Zeka ve hayal gücüyle herşey mümkün.
Olayın astrolojiyle açıklanması bakanın aklına yatmadı ama, eğer bu öykünün devamı olsaydı bakanın Bay Lipka ofisden çıkar çımaz bu konuyu araştırması için bir ekip kurulması talimatını vereceğinden eminim. Bir an Rezzan Kiraz'ın da o ekipte olduğunu hayal ettim.
Bu bölüm bana göre birinci kısımdan daha etkiliydi. Nedeni düğümün bu bölümde çözülmüş olması. Geçişlerin fazlalığı bana öykünün aceleye getirildiğini, bir an evvel bitmesi için uğraşıldığını hissettirdi. O ağır akıl yürütmeler belki biraz daha sürüp gidebilirdi. İnsanı ciddi anlamda düşünmeye sevk eden tezler hakikaten son derece sağlamdı.
Zeno ve Lipka nasıl ayrıldılar, tamamen bize bırakılmış.Adam neden geldiğini bile sormadı kadın.
Sonuç olarak, böyle müthiş bir öyküye nasıl vesile oldum bilmiyorum ama önce izin verirseniz kendimi tebrik etmek istiyorum. Sonra elbette bir kez daha edebi zekanıza ve yeteneğinize hayranlıkla sizi tebrik ediyorum. Ve hala ciddi ciddi düşünüyorum, böyle bir yeteneğin bir kitabı olmaması mümkün mü? Böyle yetenek neden sadece burada yazıyor? Şaşılacak iş doğrusu.
Saygılarımla.
Sonuna mı hiç şaşırmadım ,Tek etken Zeno'dur ,onlar kendi aralarında taşak geçerken ,Bay Lipka'nın bileti çoktan kesilmiştir.
İlişkiler mirim ,ilişkiler de etkendir .Çok zeki olmak işe yaramaz o durumlarda.
Yine de diyorum ki ,bu bölüm yazılmayabilirdi.Birinci öyküdeki keyfi alamadım.
Saygımla
İlhan Kemal
Bu noktada benim hatam devreye giriyor. Aslında tek parça olması gereken bir öyküyü ikiye bölünce ister istemez öykünün dengesi de kayboluyor. Bakanla başbaşa daha eğlenceli bir hikaye olurken, Zeno'dan astroloji dersi kuru kalıyor. Halbuki bunlar aynı öykü içinde birbirlerini tamamlaması gereken unsurlar. Ayrıca beraber verildiklerinde belirgin olan iki öğretinin, Oyun Teorisi ve Astrolojinin, zıtlığı kayboluyor.
Şöyle toparlayabilirim. Bu bölüm yazılmalıydı ama öykü ikiye bölünüp ayrı ayrı servis yapılmamalıydı. Saygılarımla.
lacivertiğnedenlik
İlhan Kemal
Şanslı bir insanım. Yazdıklarımı unutuyorum. Gregory Lipka adı bir yorumunuzda geçiyordu ve ben böyle bir hikaye yazdığımı hatırladım. Konusu, karakterleri aklımda bile değildi. Öyküye döndüm ve yıllar sonra yeniden okudum. Ama öyle bir hafızadan silmişliğim var ki bir devamı olduğunu hatırlamadım. ''Sonu havada kalmış'' dedim kendi kendime, ''Biraz belirsizlik iyidir ama bu fazla belirsiz olmuş'' Sonra gregory Lipka'nın adını nereden bulmuş olacağıma kafayı yordum.
İki gün sonra Zeno Morph'un varlığını keşfettim. Okurken konunun nereye bağlanacağı konusunda hiç bir fikrim yoktu. Demek ki öyküyü yazmış, rahatlayıp unutmuşum.
Yıllar sonra yaptığım bu okumalardan sonra yukarıda alıntıladığım yorumunuza yanıt verebileceğimi düşünüyorum.
Durum biraz Alien ve Aliens filmleri gibi. İlk film uzayda geçen Jaws ise, ikincisi uzayda geçen bir Vietnam Savaşı filmidir. Güya birbirlerine bağlı ama tamamen bağımsız iki yapıttır. Şimdi de iyi ki iki ayrı hikaye olarak yazmışım diyorum. İlkinin temelinde öykünün selam çaktığı iki yazarın, Stanislaw Lem ile Franz Kafka'nın yabancılaşma, kişinin kaybolması fikri var. Bu yabancılaşma/kaybolma ikinci öyküde kesinlikle yok. Hikaye arka planda iki kişinin ilişkisiyle ön planda oyun teorisi ve astroloji arasındaki tartışma üzerine kurulu. Elimizde Zeno' ile karşılaştığında ne soracağını bilmeyen bir Gregory var ama tedirginlik kavramı ilk öyküde kalmış.
Özetle iki farklı öykü olmuş. Sizinkine benzer bir şekilde Alien her daim benim favorim olmuştur.
Hikayenin sonuna geldiğimde esaslı bir şaşkınlık yaşadığımı itiraf ediyorum. Bu bölüm hakkında söyleyeceklerim biraz uzun olacak. O yüzden şimdilik size bir selam bırakarak, yarın görüşmek üzere sayfadan ayrılıyorum. Saygılarımla.
İlhan Kemal
ahh değerli yazar..var olun e mi siz..
hikayede parmak basılacak çok yer var..uzaklaştıkça aslında yakınlaşmak.Dünya'nın birçok bilgiye aslında hiç sahip olmadığı ve olamayacağı...
ve tabi maalesef Mars'ta dahi hatırlanan ama Dünya'da unutulan diğergamlık,misafirperverlik,nezaket..adı her ne olursa olsun..işte o...
hikaye okuyucuyu hep içinde tutarak kendini teslim etti..kah Mars'a çıktım,kah o küstah patronun karşısındaydım...
usta kaleminize tebriklerimi sunuyor,bir dahaki öykülerde buluşmayı diliyorum...
Sevgili yazarımız,Aynur Hanım'a da bir kez daha ben de teşekkür ederim..
İlhan Kemal
küsss
ben teşekkür ederim kendi adıma..iyiki de yazmışsınız..
saygılar bizden değerli yazara..