- 341 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sumnu'nun Anlattığıdır * *
.
Dağlardan inmiyor kimseye ait hiçbir iz
Ve ancak güneşin ışıklarını yatay gecenin soluğuna indiren ruhlar bunu biliyor.
Yuva oluş öyküsü ; tüylerini döküp içe sokulan ve kalbi ağzında soluyan kuşlar göğünde olsa da aşkın,
kanatlarındaki sinir uçlarına borçludur nar bülbülü, git git bitmez bu yokuşu…
Beslediği bir çift kuşun yemlerini suyun değiştiren kadın erkek olanının pençelerindeki çürümeyi fark edince
Eyvah dedi daha önceki erkek kuşun da böyle bir derdi vardı . Ya bunda bir sır var yahut doğanın anlaşılmaz bir yasasıdır
Deyip öncelikle hayra yordu.
Olayın verdiği vehameti anlamaya çalışırken yorgun düşen göz kapaklarına teslim olup bacaklarını karnına çekerek uyudu.
Sumnun kadın yüksekçe bir yerde oturmuş ona olup biten evvel zaman öykülerinden birini anlatmaya başlamıştı ki
Avuçlarına ayağı sakatlanmış bir kuş kondu.
Ve omudur anlatan sumnun mu anlaşılmayan bir ses dedi ki
Ey kulağı iyi duymayan, gözü iyi görmeyen ve başına ne gelirse gelsin kendi sırlı kuyusuna eğilmeyi düşünmeyen yaratık.
Ben sırrımı dağlara vereyim desem, dağlanır nicesi, denizlere fısıldasam rüzgar alır uçurur ve okyanus çöllerine desem kim bilir kaç bin cana mal olurdu.
Sen nasıl olurda şuncacık düşüncenle benim aklımdan geçenleri okuyup
anlamaya kalkışıyorsun .
Bu sırlı hikmeti bir vakit karşılaştığım bir kuş tacirine söylemek istedim de dilim kebab oldu gagamın rengi değişti. Bütün tüylerim döküldü de üryan kaldı göğsümdeki bu narin tüylerimin yurdu. Yedi bitirdi beni ayaklarımdan başlayan bunca ağırlık .
Sözün ve acının uzadığını anlayan kuşun sahibi, derin bir soluk alıp belki de bana söyler açılırsın ah garip kuşum dedi de, keşke demez olaydı.
Meğer bu sırrın ucundan kime vermeye kalksa deli divaneye dönüyor ,kime açılsa gagasından içine kadar ateşlerden hortumlar fışkırıyormuş.
Günün birinde bir eve konuk olmuştum diyebildi.
Sesi tiz avurdu çökük ve tepesinde tüleren saçlarıyla tıpkı bir korkuluğu
andıran sahip de bana aynı şeyleri söyletmek istedi. Epeyce ona da susmuştum.
SöyleRsem zaten az kalmış ömrü benim bacağımdaki sırrın sırrını saklayamayacak kadar kısalacaktı.
Acıdım tabi
Kendimi dağlara tepelere ormanlara vurdum da şu dilimin ucunda durup genzimi yakan ağuyu boşaltacak ve benim gagamı soğutacak ıssızlığı bir türlü bulamadım.
İyice meraklanan yeni sahip, öyle cesaretlenmiş öyle dolmuştu ki bu yakıcı sırrın yeni taşıyıcısı olup olamayacağını sormuş kuşun kulağına da kendi sesini bile duyabilmişti.
Yalnızca gözleriyle konuşabileceklerse olabilir derken zavallı kuş, hem harını soğutmak hem de sırrı saklamak isteyen halinin onulmaz ateşiyle kavruluyordu.
Anlaştılar.
Birbirlerine bakarken kimin derdi kimi ne kadar yaktı, hangisi hangisine sırlarını söyledi bilinmezken kadın olduğu yerde eriyen etlerine kemiklerine hem bakabiliyor hem de canı yandığı halde kimselere seslenemiyor olmanın girdabında durmaksızın dönüyordu.
-İşte beğendin mi yaptığını aptal kadın ben sana dememiş miydim bu sırrı saklayamazsın!
Ah bile diyemeden nasıl olur da senin sırını ifşa ederim aptal kuş demesiyle uykudan uyanması bir olmuştu kadının
Peki bu sır neydi? Bu sır neydi! Eyvah Allahım eyvah ‘’o’’’ bana neyin sırrını verdide ben bu kadar erimiş gördüm kendimi. Kuşlarla gelen bu sırrın sırrı da neydi?
Sır neydi sır !
Söylenmemiş olamaz bana öyle değil mi …………
Neydi........ neydi.........
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.