- 410 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAVUNMA MEKANİZMALARIMIZ
Doğduğumuz andan itibaren “hayat” denilen zorlu yolculukta “tutunma” savaşı veririz. Bebekken ağlarız da kimseye duyuramayız sesimizi. Çığlığımızı duyan olsa da anlatamayız derdimizi. Acıkmışızdır, ağlarız. Altımız kirlenmiştir, ağlarız. Bir yerimiz ağrımıştır yine ağlarız… Konuşamayız ki…
Büyüdükçe başlarız konuşmaya lakin yine anlaşılamama endişesi sarar dört bir yanımızı. Kişiliğimizi çevremizdekilere ispat etmeye çalışırız da, bizi “biz” olarak algılamak istemez insanlar. Bu kez başlarız değişik yollara başvurmaya. Bazı mekanizmalar üretiriz kendimizce, savunma mekanizmaları…
“Bilinçaltımıza” atarız gerçekleri ve yaşanmışlıkları… Bilincimiz müsaade etmez her şeyi hatırlamamıza. Unutmak hayata devam etmemiz için Allah’ın bize verdiği en büyük lütuftur bence. Acılarımızı unutamasaydık, korusaydı her dem eski tazeliğini yaşamın çilesi çekilir miydi? Ancak bir de bilinçaltımız var ki o unutmaz, saklar bizi derinden etkileyen tüm anıları. Değişik suretleriyle yaşatır bize aynı acıları ya da mutlulukları. Kimi zaman rüyamızda, kimi zaman da benzer bir olay yaşadığımızda beliriverir en gerçek haliyle, korkarız yüzleşmekten…
Başarısızlıklarımızı ya da yetersizliklerimizi “yansıtırız” başkalarına… Örneğin bir öğrenci başarısız olduğu bir ders için şu ifadeyi kullanır: “ Benim suçum yok, ben çalıştım ama öğretmen iyi anlatamıyorsa ben ne yapabilirim? “ Aslında yeterince çalışmamıştır fakat işine gelmemiştir başarısızlığını üstlenmek. Belki ailesinden korkmuştur, belki de hazmedememiştir yenilgiyi. Bu durumda işine gelmiştir “günah keçisi” olarak öğretmeni seçmek.
Bazı kadınlar vardır ki bayılırlar dedikodu yapmaya. Hele bir araya gelmesinler, hiç kimse bırakmazlar günahlarını almadıkları… Biri der: “ Ayşe var ya o Ayşe! Duydunuz mu kız, evine bakmazmış hiç. O kapı senin bu kapı benim gezerken yemek bile yapmazmış. Çocukları da perperişan biçareler! Yazık ki ne yazık!” Halbuki öyle bir Ayşe yoktur. Ayşe kendisidir de hatalarını başkasına yansıtmaktan zevk alır.
Mantığa bürümekte üstümüze yoktur mesela… Sigara içen biri teselli bulmaya çalışır, kendince mantıklı gösterir yaptığını: “ Amaaan öyle de öleceğiz, böyle de… İnsanlar sigara içmiyorlar da ölmüyorlar mı sanki? Hem bizim komşu ağzına tek sigara almadan kanser oldu, bir de sigara kanser yapar derler. Hıh, külahıma anlatın siz onu! Hem n’olcak yani, çivi çakmadık ya bu dünyaya, elbet öleceğiz. Atın ölümü arpadan olsun…” Ne çok şey biliriz ve ne mantıklı (?) hareket ederiz değil mi?
Ve severiz “Polyannacılık” oynamayı… Biz ne kadar “melankolik” ruh yapısına sahip olsak da hayatın toz pembe yönünü daha bir severiz, bardağın dolu tarafını görmek isteriz çoğu yaşantımızda. “Şükür” sözcüğünü ne çok kullanırız! Kazada tek kolunu kaybeden biri diğer kolunu kaybetmediği için “şükreder.” Yoksul bir adam yiyecek ekmek bulabildiği için “şükreder.” Karanlıklar arasında küçük de olsa bir ışık hüzmesi buluruz mutlaka.
Bunların dışında daha birçok mekanizmalarımız vardır “hayat” maratonunda yer almak ve bu maratonda kendimizi savunmak için kullandığımız. Yaşamda her şeyle karşılaşabilir insan. Acılar da yaşayabilir – saklar en derininde- , mutluluklar da – paylaşır sevdikleriyle- . Benimsenmek ister, sayılmak ve sevilmek. İşte bu süreçte kendisini mekanizmalarla donatması makuldür belki ama düzeneği kurmayı bilmesi gerek…
Bu yazıyı okurken kendinizi bulduğunuzu ya da örneklerde, kendi hayatınızdan kesitlerle karşılaştığınızı biliyorum. Çünkü yaşamın kanunu böyledir, insanoğlunun daima kendisini savunması gerekir. Velev ki “savunma mekanizmaları” mızı yaşam felsefesi haline getirir de “biz” olmaktan çıkarsak o zaman vay halimize…
SAVUNMA MEKANİZMALARIMIZ Yazısına Yorum Yap
"SAVUNMA MEKANİZMALARIMIZ" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.