- 509 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Önce Kendimizi Sonra Kentimizi ...
İçinde yaşadığımız mekânlar ve onların dahil olduğu yaşam alanlarıdır kentler...Her kentin kendine has kişiliği vardır.Her kent farklıdır kendince. Soluduğu ve soluttuğu hava ile yaşanasıdır. O yöreye ait gelenek, görenek sinmiştir her taşına toprağına...Küçüğünden büyüğüne alın terimizi, namusumuzu, kişiliğimizi ve emeğimizin son damlasına kadarını koyarak oluşturdğumuz kentlerimizdir onlar. Mimarisinden-imarisine, eşiğinden-beşiğine, allısından-morlusuna, hanından-hamamına, eyvanından-elvanına kadar bizim olan kentlerimiz.
Göğe uzanan elleriyle camilerimiz, gönüllere huzur veren şadırvanlar-çeşmelerimiz.
Türbelerimiz-mezarlıklarımız. Bağlarımız-bahçelerimiz...Mor menekşelerimiz-erguvanlarımız, az katlı ama çok tatlı cumbalı, panjurlu evlerimiz ve onların ip gibi dizildiği rengarenk sokaklarımız vardı. Yıllarca ve hunharca katlettik bu canım binlerce değerlerimizi. Gerek mahalli, gerek idari gerekse iktidari yanlış politikalarla yok ettik hem de.Bu genel anlamda kentlerimiz ve kültürümüz adına kendi içimizde yaptığımız yanlışlıklarımızla oldu.Kentlerimizi kaybetmenin yolunun kendimizi kaybettiğimizin farkına varamadık ne yazık ki...Bu vurdumduymazlık ve aymazlıkla kaybettiğimiz nice toprak, kültür ve eserlerle dolu mazimiz var. Hiç uyumadan şer çalışmalarına gece gündüz devam eden dış ve içteki yandaşlar, emellerine ulaşmak adına yüzyıllarca temelimizi kazdıkça kazdılar.Bunu da aheste’i zaman içerisinde her defasında maalesef başardılar. Şöyle bir hafıza yoklarsak;
"Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca çok uluslu bir coğrafyada kimsenin dinine, diline, örfüne karışmadan, temel hak ve hürriyetleri ihlal etmeden sulh ve sükunu hakim kılmayı başarmıştır. Fakat, büyük şer güçler, Osmanlı Devleti’ni kendileri için hep bir tehdit unsuru olarak görmüş; bu unsuru önce zayıf düşürmek, sonra da yok etmek için imkân ve güçlerini seferber etmişlerdir. Rusya, Deli Petro zamanından beri sıcak denizlere açılmayı, Ege denizine kadar uzanan topraklarda büyük bir Bulgaristan kurmayı hayal eder. Soğuk savaşın ve milletleri içerden çökertmenin alışılmış yollarından biri ’böl, parçala ve yönet’tir. Bu ülkeler; ’böl, Parçala ve yönet’ taktiğini hayata geçirmek için Fransız İhtilâli’nden sonra geniş yayılma zemini bulabilen ’milliyetçilik cereyanları’ ile ’temel insan hakları ve hürriyetleri’ gibi fikri oluşumları kullanarak bir ayrıştırma politikası izlerler. Rusya, İngiltere ve Fransa; Sırp, Yunan ve Bulgarlara para ve silah yardımı yapmak da dahil her türlü vasıtayı kullanarak Devlet-i Aliye’ye karşı bir isyan hareketi başlatırlar. Rusya; Balkanlardaki Hıristiyan ahaliyi Osmanlı Devleti’ne başkaldırmak konusunda yönlendirir. Bu unsurlara sadece para ve silah yardımı yapmakla kalmayıp, öğretmenler ve rahipler vasıtasıyla da sistemli bir şekilde çalışır. Sırp gençlerine Rusya’da tahsil imkânı sağlar. Bu tahsil yıllarında onları belli bir zihni istikamette yönlendirme hususunda özen gösterir. Bu sayede hem Osmanlı için bir karşı güç, hem de kendileri adına sağlam bir paydaş cephesi oluşturma yoluna gider. Osmanlı Devleti ise hakim unsur olmanın verdiği bir güven ve rehavet duygusu içinde olduğundan; bu kabil faaliyetlere karşı vaktinde ve yerinde tedbirler almak konusunda kusurlu ve ihmalkâr davranır.
Sırp, Bulgar ve Rum çeteleri, Türklere göz açtırmamacasına bir kıyım ve gasp hareketine girişirler. Türkler, ’Belâ Ormanı Katliamı’, ’Harmanlı Katliamı’ gibi pek çok katliam, tecavüz ve malları gasp etme gibi zulüm ve yok etme hadiselerine maruz kalırlar. Bu katliamlardan kurtulabilenler, işgal edilmemiş bölgelere ve İstanbul istikametine doğru göç etmeye başlarlar. 1877- 1878 Osmanlı- Rus savaşı içinde ve sonrasında ’Bulgar mezalimi’ ve ’93 Göçleri’ olarak anılan bir muhaceret serüveni yaşanır. Bu serüven, ’1877-1878 Osmanlı –Rus Savaşı ve Sonrası Göçleri’, ’1912-1913 Balkan Savaşı Göçleri’, ’1923-1924 Mübadelesi ve Bitmeyen Göç’ şeklinde sınıflandırılacak bir şekilde devam edegelir.
Yakın tarihimizle ilgili bu önemli olaylar kesiti; siyasi arenada, uluslarası toplantılarda, ilim ve sanat eserleri yoluyla gerektiği ölçüde işlenmiş midir? Farklı edebî türler veya diğer sanat dalları bu bahisleri konu edinen yeterli sayıda ürün ortaya koymuş mudur? Medya ve sivil toplum örgütleri bu temayı olabildiğince gündemde tutarak Türk ve dünya kamuoyunu bilgilendirme yoluna gitmiş midir? Maalesef bu konuda olumlu bir cevap vermek mümkün değildir. Ne Balkanları fethetme ve vatan tutma maceramız, ne diğer bölgelerdeki topraklarımız ne de oradaki Türk asırları ile ilgili seyir defterlerimiz, ne yeni zamanlar da dahil bu coğrafyada uğradığımız katliam ve yitiklerin envanteri, ne de o topraklardan hazin bir şekilde savrularak göçe mecbur edilme ve yollarda kırılma trajedimiz nisyandan kurtulamamıştır. Kırım, Kazan, Kafkasya ve Adalar göçleri için de aynı durum söz konusudur. Bu önemli geçitler; neredeyse o ananevi ’kayıp mazi’, kayıp hafıza’ alışkanlığımıza uygun olarak hak ettiği ölçüde ilgi görmemiştir."
Kusurlu ve ihmalkâr davranışımız tarihin tozlu sayfaları içerisinde nice topraklarımızın elimizden gitmesine sebep olmuştur. Milyonlarca kilometrelik vatan topraklarımızı yok ede ede bu hale getirildik. Onurlu ve gururlu Kurtuluş mücadelemizle kala kala anadolu kalmıştır elimizde.Onu da almak ve bölmek için atalarının hıncını kusmak adına habire saldırmaktalar.
Şimdilerde yanı başımızda cadı kazanı gibi kaynayan Ortadoğuda yanlışlar üstüne yanlışlar yapıyoruz.Düşmanlar, gece gündüz senaryolar yazıp binlerce masum müslümanı öldürüken sessiz kalmak ve plana karşı plansız durmak bu ateşin yarın bizi yakacağı anlamına gelmez mi?
Rabbim bizleri uyanık olmayı becerenlerden eylesin.