- 1812 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ FERYATLAR
Var olan hayatın ve var olan yaşamıma kattığı tüm acılarına, sızıntılarına, ruhumun derinliklerinde, hissettiğim o deruni ah!ların çığlıklarına, bedenimi ve ruhumu yakan ateşlere, beni cahil varlıklarıyla boğmaya çalışan yığınlara üzerime bırakmış oldukları ağırlıklarına rağmen, evet... Tem bunlara inat! hayat bana içtenlikle kaybolmayan iftiharıyla gülümsüyor.
Benimle var olanın, var olduğunu bilmek Meryem gibi serzenişlerimi duyanın ve beni daima elinde tutanın, asla bırakmayacak sağlam dostluğuna, annenin yavrusuna beslediği merhamet ve şefkatinden daha fazla, çok daha fazla merhamet ve şefkatli yar’in olduğunu bilmek... Ama.. Büyük, derin, sonsuz, aşkın, hiç solmayacak bir ümit var’a doğru...
Gecenin o soğuk yüzü, karanlık, ürkütücü ve sessizliğinin arkasından, bulutların arkasında gizlenmiş kader çizgisi gibi, doğacak olan şems’in geleceğini bilmekte... evet bilmek, hissetmek o duyguyla yaşamakta var.
Duvar saatinden gelen ve kulaklarımdan geçip, beynimin hücrelerinde dolaşan her tak... ve tak saniye atışları, kalbimin atışlarıyla arkadaş, hem-hal olmuşlar, gelip düşüncelerime oturup, bana boşluğun içindeki o aceleci girdabı anlatmak istiyorlar. Evet zamanı yani her bir an’ı... Durdurmak mümkün müki; Zamanın bazan ışık hızı gibi hızlı kaçışını, veya bazen bir ak atın şaha kalkmasıyla başlayan, kararlı koşusunu... Günlerin, saatlerin, dakika ve saniyelerin hatta "an"ların, yani zamanın nereye kadar ilerleyeceğini, ne kadar yol gidebileceğini, bazı anlar saatleri, bazı anlar, günleri, bazı anlar an ları yaşadığımız zamanın, ne derece ehemmiyet arzettiğini aciz akıllar bilemez. Zamanın her saatini, bir kağıt parçası gibi buruşturup, çöp tenekesine atan beyinler! aslında yaşam halkasından ayrılmış, bulanık beyinleriyle ebedi çöplük içinde kalmaya hak kazanmışlardır.
Yorgunluk ve durağanlık zamana özgü bir hal değil, yorgunluk, ruhumun ve düşüncelerimin zaman zaman semada , yıldızların arasında dolaştıktan sonra, tekrar bedenime ve zihnime girdikleri an hissettiğim ağırlık... Hissettiğim....
Aslında zamanın yavaş ilerlemesi falan yok. Her halde ben, göle taş atıldığında oluşan ve sonra yok olan o halkalar gibi, bazen kendimin, bedenimin, ruhumun ve düşünce ufkumun benlik denizinde durgunlaştığını ve sonra yok olduğunu görüyorum.
Zaman var oldukça herşey... ama herşey, her yaratılan, kader çizgisinde, tarih çizgisinde sonsuzluğa doğru yelken alacaktır.
Gözümüzün üzerindeki perdeyi, ruhumuzun üzerindeki benlik’i, düşüncelerimizi kaplayan tüm olumsuz ve ehemmiyetsiz cümleleri çıkarıp atmanın tam vaktidir.
İşte o vakit; belkide, Hızır’ın olaylara tüm vukufiyetiyle baktığını, veya Nebi’nin; "Ben sizin görmediklerinizi görürüm" "Uhud bizi sever, bizde onu" haleti ruhanisiyle yaşayıp, perdeleri kaldırdığımızda, Cebrail bizimde yüreklerimize ilahi bilgiler indirir. Neden olmasın?
Tek işimiz perdeleri kaldırıp, karanlıkları, aydınlığa boğabilmekte, dört duvar arasından çıkıp dünyayı izleyebilmekte... Bunu başarabildiğimizde bizimle konuştuğu halde duyamadığımız her nesnenin, her eşyanın, kısacası her canlı varlığın bize hakikati, mana yı anlatan şiirler okuduklarını, can kulağımızla işitip, tüm bellek’imize yer ettiğini ve bize can verdiğini göreceğiz.
Yaratanımızın emrettiği gibi "oku!" Okuyabileceksin yaratılan kainatı, gökyüzünü, yeryüzünü, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, yıldızları, bulutları, denizleri, toprağı... ve insanları...
Evet ne güzel söylemiş Necip Fazıl:
"Var’ın altında yokluk, yok’un altında var’lık;
Başını kaldırda bak, boşluk bile mezarlık"
Hamiyet Yoncalık
YORUMLAR
"olmak yada olmamak"işte bütün mesele bu..dünya kuruldu kurulalı varın içinde yoku aramakla geçirmişiz ömrümüzü. üstelik ah işte bak yok diyerekte böbürlenmişiz..güneşin yeryüzünü ısıttığını görüpte övünürken onu yaradanı görmezlikten gelmişiz..var olmak isterken bizi var edeni yok saymışız.asıl mesele varken yoku bilebilmekte sanırım.ömrümüz arayışta ne zaman kadar ..yoku varın içinde arama telaşı sanırım son durakta yokolunca varı anlıyacaz..varı bulana kadar gönül gözümüzü açık kullarından eylesin rabbim
Zamanın her saatini, bir kağıt parçası gibi buruşturup, çöp tenekesine atan beyinler! aslında yaşam halkasından ayrılmış, bulanık beyinleriyle ebedi çöplük içinde kalmaya hak kazanmışlardır.
Tek işimiz perdeleri kaldırıp, karanlıkları, aydınlığa boğabilmekte, dört duvar arasından çıkıp dünyayı izleyebilmekte...
Aslında zamanın yavaş ilerlemesi falan yok.
Tek işimiz perdeleri kaldırıp, karanlıkları, aydınlığa boğabilmekte, dört duvar arasından çıkıp dünyayı izleyebilmekte...
Bunu başarabildiğimizde bizimle konuştuğu halde duyamadığımız her nesnenin, her eşyanın, kısacası her canlı varlığın bize hakikati, mana yı anlatan şiirler okuduklarını, can kulağımızla işitip, tüm bellek''imize yer ettiğini...
Yaratanımızın emrettiği gibi "oku!" Okuyabileceksin yaratılan kainatı, gökyüzünü, yeryüzünü, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, yıldızları, bulutları, denizleri, toprağı... ve insanları...
Ah ! Ne kadar da haklısınız. Çok güzel, kıymetli bir metin ortaya çıkarmış ve bizimle paylaşmışsınız. İbret verici olduğu kadar düşündürücü de. Okumayı bitirdiğimde muhasebeye daldım ister istemez ve yüzüm kızardı. ALLAH ' a hamdolsun ki ' O ' settar. Acizane tebrik ederim.
Selam ve saygılarım ile.