- 1353 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KISA PANTOLONLU HİKAYELER II
Bedeninizin belirsiz bir noktasında gittikçe genişleyen, genişledikçe ağır ağır kanla dolan bir obruk olduğunu hissettiğiniz an, ya da içinizde zamanla oluşmuş nemli ve karanlık yeraltı mağaralarında suratsız katillerin ayak seslerini duyduğunuz zaman, etrafta sığınabileceğiniz birini ararsınız. Bu sığınağın bir cismi olması gerekmez illaki. Sese de razısınızdır.
Bir telefon görüşmesi:
“Merhaba anne!”
“Kızım, biz de tam senden söz ediyorduk şuan. Tahir Amcanlar, kızları, yeni doğmuş bebekleri bizde. Anlayacağın kalabalığız.”
Sizin melankoli nöbetinizin tersine, içinde ince mutluluk moleküllerinin patırdadığı bir ses, aslında bütün eleminizi dağıtabilir. Fakat siz, bu sese dahil olamazsınız. Ne içine düştüğünüz karanlığı anlatabilirsiniz o mutlu sesin sahibine, ne de anlattıklarıyla mutlu olabilirsiniz. Konuşmanın bir yerinde “Bir şey mi söyleyecektin?” der ses. “Yok” dersiniz. “Öylesine…sesini duymak için…” Aslında son cümlenizde bile bir mesaj var. Bir başkasını ararsınız sonra, bir başkasını ve bir başkasını daha…Hepsi aynıdır. Kimse size orada yani içinizde neler olduğunu sorma cesareti gösteremez. Bunu yapamaz çoğu insan. O zaman bu dünyada kendinizi ölmek üzereymiş gibi hisseden tek mahlukat olarak görürsünüz.
Dünya saatlerinin her gereksiz işlevinde, yeraltı katilleriniz sinsice yanaşır, obruk genişler. Siz kenarında, kollarınızı iki yana açmış beklersiniz. Katil arkanızda hırıldar. Yavaş yavaş…Obruğun diğer tarafında kızıl bir ufuk var. Gökyüzüne serpiştirilmiş tüyümsü birkaç bulut…
Hani bir koku gelir burnunuza da, artık çok eskilerde kalmış fakat tadı asla bozulmamış mutlu bir an gelir aklınıza ya…Şansınız varsa, o kokuyu duyarsınız. Sonrası, gittikçe yükselen tüyümsü bulutlar, düştükçe derinleşen obruk, obruğun içindeki kana batarken inatla gözlerinizi açık tutmanızın bedeli kıpkırmızı bir gökyüzü… Ellerinizle şekillendirebileceğiniz kadar yoğun bir kan! Kan bu kadar kalın mıydı?
Ben hep başka biri olduğumu düşünürüm böyle anlarda. Ayaklarımı çeken, başımı bastıran kırmızılığın içinde, kaçıncı defadır öldürüldüğümü düşünmeden, tek katlı bir evin penceresinin arkasındaki karı -gözleri kapalı, elleri dizinin üzerinde kenetlenmiş- seyreden ihtiyar bir anne kadar durağan…Akşam karanlığında eve giderken, yol kenarından gelen bir çıtırtıyla ürperip, sigara yakma bahanesiyle çakmağını çakan adam gibi ürkek…Kimsenin görmediği koltuk arkalarında, kardeşini çimdikleyen bir çocuk kadar zalim, ön ayaklarının üzerinden kamyon geçince, kendini kan ter içinde kaldırıma kadar sürüyüp, ara ara etrafı seyrederek ayaklarını yalayan bir kedi kadar mazlum, çok eskiden üzerine sidikli ayaklarla basıldığını saklamak zorunda kalan ve secdesine değen her başın günahını sırtlanan bir seccade kadar kirletilmiş…
Bütün sütler zehirlidir! Günün birinde haram edilmek üzere içirilmişlerdir. Bütün merhabalar, şu tepenin arkasındaki dağın ötesindeki Fizan’a def ol git ricasının naif bir peşrevidir. Ve bütün bu düşünceler birer arka yargıdır. Önyargıları olanlar, zırh giymiş süvarilere benzerler. Göğse isabet eden kurşunu yumuşatacak bir zırhı olmalı aslında herkesin. İçindeki obrukta boğulanların hep arka yargıları vardır ve onların katilleri daima arkadan yaklaşırlar. Arka yargılar bir salyangozun kabuksuz eti kadar yumuşak ve korunmasızdır. Bilmelisiniz ki, en mutlunuzun içinde bile henüz nokta halinde bir obruk vardır ve Rab, toplumu bireyin içindeki obruğu oyması için pek çok aletle donatmıştır.
Size diyecekler ki –yanlış anlaşılmasın, bunu siz gömülürken diyecekler- “Neden bize bu kadar kötü durumda olduğunu söylemedin?” Onlara deyin ki “Siz beni dinleyemeyecek kadar mutluydunuz.”
Bir rüya: Obruğun dibinde, etrafınız tebeşirle çizilmiş, yatıyorsunuz. Gözünüzün biri açık kalmış. Yaklaşan ve size doğru eğilen bir yüz görür gibisiniz. -O kabrinize ilk küfrü basacak olandır. Bunu sinsi gülümsemesinden anlarsınız. Ki, maktulün yanına ilk gelen, onun öldüğünden emin olmak isteyen kişidir.- Gökyüzünde yıldızlar var. Biri bir şarkı söylüyor… “He left no time to regret /o üzülecek zaman bırakmadı.”
Sizi korkutmuyorum ya?
A. ENGİNDENİZ
YORUMLAR
beni korkutmadın toprak
okurken üzerime yığıldı yalnızlıklar
kalabalıklardan kaçtım boş gürültülerden
bir ev ağlar diğerleri kahkaha atar
niye ki düşündüm böyle
.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum Aysu. Sevgiler.
"Sizi korkutmuyorum ya? "
Ne demeeek, demirden korksaydık trene binmezdik icabında. Diyeceğim o ki(1) “ yokbişey” havalar da serinlemeye başladı.
Annemin ahretlik komşusu vardı, Saadet teyze. Tam üç tane kızı vardı, kızı dediysem şimdi hepsi torun torba sahibi. Nazire ile Sakine’yi Almanya’ya hemşerilerine gelin vermişti. Sene yetmişlerin ortası. Zırt pırt telefon nerde. Öyle ki Saadet teyze görenler mesut sansın diye kızılcık şerbeti ile kahvaltı yapardı. Ahdetmişti en ufağını uzağa vermeyecekti (ufak kızı da ben akran, adı da Melek). Melek nereye mi gelin gitti? Avustralya’ya Sydney’e. Almanya’dakiler iyi kötü her yaz tatili geliyordu, Melek yirmi beş yılda tam iki kere gelebildi.
Ah Saadet teyze ah, elin kalem tutsaydı ne “kısa pantolonlu öyküler” yazardın kim bilir.
Diyeceği o ki(2) Trabzon, İzmit ile İstanbul, Sdyney içler dışlar çarpımı yapıyorum, beterin beteri var ona göre
Diyeceği o ki(3) Peki peki bundan sonra “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar”
Selamlar, saygılar
Aynur Engindeniz
Şaka bir yana, bu yazının kahramanı ben değilim abi:) Trabzondaki annemi özlediğim doğru ama, günde beş saat telefon var, Allaha şükür aradığımda felanca burda sonra görüşürüz de demiyor:)
Senin bu esprili yorumların da olmasa....Hayat çekilmez diyeceğimi sanııyorsan yanılıyorsun abi, sen çekilmezsin:))))
Şaka şaka:) Eksik olamayasın ve gülesin inşallah. Ailenle kızlarınla, yanında olmasını istediğim herkesle....
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim, tatili bitirip siteye dönmenize çok sevindim.
Sevgilerimle.
Yanlız değilseniz içinizde ki o şeytan çok vesvese verir ,düşen kuruyan yaprak sesin deyse düşünceleriniz.
Tebrik ederim saygılarımla.(Kurgu deyilim Sami hocanın yazdıklarında yaşadım üç gün de olsa )
Aynur Engindeniz
Hoş geldiniz sayfama. Teşekkürler ve saygılar.
yazı kadar resim seçimi de ne kadar başarılı ve konuyla ne kadar da uygun..
bazen diyorum,acaba bu kadar ince düşünmesek daha mı mutlu oluruz?ya da diyorum en iyisi hiç mi düşünmesek?ama ısrarla neden "ne de az düşünüyorsunuz!" uyarıları?yoksa biz mi yanlış şeyler düşünüyoruz?neyse..gördünüz ya..yazınız bir anlam karmaşası oluşturdu belki bende değerli yazarım..
saygılarım,çokça..
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum destekleriniz için. Saygılarımla.
Öncelikle burada sizi okuma fırsatı bulduğum için kendimi çok şanslı buluyorum. Gittikçe hayranı olduğum bir yazarla bu sitede iletişim halinde olmak beni fazlasıyla sevindiriyor.
Yazı koyulaştı, sayfa da... Okumayı bitirdiğimde hissettiğim en net duygu -umutsuzluk- oldu. Anlattığı konuyla bu kadar örtüşen çağrışımlar ve söyleyiş biçimleri, okuyucuya başka bir şans tanımıyor ki...
Yazar bizi yaşamın içinde kaybolduğumuz karanlık kuyularda bıraktı, hayata karşı, kalabalıklara karşı çaresiz kaldığımız o en kötü anlarımızda. Son bölüme gelmeden zaten okuduklarım beni kendi cenazeme hazırladı. Evet. Sanırım ölmem gerekiyordu.
(Çünkü bir tek yaşayanlar ölür.)
Şimdi içimdeki obruğu oyan bu umutsuzlukla bir köşede oturup, artık çok eskilerde kalmış fakat tadı asla bozulmamış mutlu bir anı hatırlatması için o kokuyu bekleyeceğim.
Aynur Hanım, iyi ki yazıyorsunuz. Saygılar. Ellerinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum azmetmem için önemli birer neden olan sözleriniz için.
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Sevgimle.
Şarkı için de ayrıca teşekkürler. İlk kez dinliyorum.
Aynur'um yine düşünceye saldın bu ablanın yüreğini.
Benim değerli kardeşim hissettiklerini dökmüş sayfaya, ben dinlerim onun yürek çırpıntılarını, merhem olurum sıkıntılarına ve düştüğü girdaptan çıkmasına.
Hep yazılarında olduğu gibi düşünceye saldın beni Engindenizim!
Tekrar tekrar okumam lazım bunu sindirebilmek için.
Selam sevgi ve dualarımla can kardeşim.
Aynur Engindeniz
Sevgimle.