- 1516 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Kapı
Küçüklüğümde sıkça oynamadığımız "Aç Kapıyı Bezirgan Başı" oynunu hatırlayarak içimde bir kıpırtı oluştu.
Hatırlarsınız bu oyun iki aşamada oynanır. Şarkılı oyun ve çekişme. Alana bir çizgi çizilir.
Şarkılı oyun başlamadan önce sayışma yapılır, iki çocuk seçilir, bunlar "Bezirgân" olurlar. Bezirgânlar, arkadaşlarına duyurmadan kendilerine birer ad takarlar.
Bezirgânlar, çizginin iki yanında olmak üzere, karşılıklı geçerler, el ele tutuşurlar; ellerini yukarı kaldırarak "kapı" yaparlar.
Tüm sorun benim için burada başlıyor. O günlerde el ele tutuşularak yapılan kapılar o kadar sempatik geliyormuş ki bana, daha sonraları o kapılara hiç rastlamadım. Üstelik kapıya dair tek bildiğim ses ise, suratına hızlıca kapanan biçimidir...
İnsanları ; daha sonraları bunu tecrübeyle sabit kendime tanımlayabildim. Yani işleri olduğu zaman kapıyı o kadar ahenkli çalabilenlerini gördüm ki, aynı ahenki kapı açarken beceremeyecek kadar turne çalgıcılarıydılar. Kadrosu olmayan ama paraya hızlıca koşabilen sanatçılar gibi...
Sanat deyince şöyle devam etmek istiyorum;
Safranbolu yöresine ait olduğunu bildiğim "Kale Kapısı" türküsünde bir kaç söz vardır ki insanların hayatında ki kapıların önemini belirliyor...
Kale kapısından girdim içeri aman
Zaptiyeler durmuş iki geçeli aman
Ooof ben sana yandım oğlan
Üç yıl oldu ben o yardan geçeli aman
Ağlama kömür gözlüm yol ayrı düştü aman
Ooof ben sana yandım oğlan..
Kalenin Kapısının ardında yaşananları bilmem ama anladığım kadarıyla bir kapı daha bir genç için yüzüne kapanmış.Şiirin devamında ise;
Evlerine vara gele yol ettim aman
El kızını ben kendime yar ettim aman
Ooof ben sana yandım oğlan
Annesine söylemeye ar ettim aman
Yandım alamadım yar elden uçdu aman
Ooof ben sana yandım oğlan
Kaç kere aşındırdıysa evlerinin yolunu artık annesine söylemeye bile ar ediyor genç kişi. Siz siz olun şiirdeki gibi yar elden uçmadan, ya anasına söyleyin yada her gerçek aşık gibi dünyaya...
Bazı zamanlarda kaderde ki ince çizgiyi yakalamak gerekir. Dede Korkut hikayelerinde olduğu gibi düşünelim. Zamanında Türkler doğan çocuklarına hemen isim vermezlermiş. Önce bir kahramanlık yapmasını beklerler ona göre isim verirlermiş. Dede Korkut ,zamanında bir yumrukta boğayı yere seren çocuğu kucağına alıp güzel ve iştihamlı bir isim vermiş. Ardından duasını eklemiş ;
"Adını ben verdim, yaşını Allah versin".
Duaya bakınca etkilenmemek elde değil. Bazı insanlarda tam bu durumda kaderine baştan razı oluyor. Düşünün ki herkes ismiyle yaşıyor ve belki de hayatında isminden dolayı çok şey değişiyor...
Şimdilerde bu çizgiden o kadar uzaklardayız ki aydın geçinen insanların mangal da kül bırakmadığı günlerde, onlardan kalan küllerle insanlara portreler çiziliyor. Belki de o insanların aydınlık semtlerinde başka gençlerin aşk hikayeleri anlatılmıyor yada saygı duyulması beklenmiyor.
Yani ,"Caminin "kapı"sını bilmez , sofuluk taslar..."
Yoksa herkes bilir , Altın anahtar , her "kapı"yı açar...
Madem kapının ardında kalanlarla devam ediyoruz aklıma gelen en güzel örnek, Kastamonu Kalesinin hikayesi...
"Kastamonu ili bundan çok önceleri Bizanslılar tarafından işgal edilmiş. Kastamonu’nun bugün de varlılığını sürdüren bir de kalesi varmış. İçinde ilerisi görünmeyen ve kapısı parmaklıklarla kapalı durumda olan zindanları, arka tarafında çok yüksek ve kayalık uçurumu varmış. (Hala öyle)
Bir gün Bizans hükümdarı, yorucu bir mücadeleden sonra birkaç Türk askerini esir almış ve onları Kastamonu Kale’sindeki zindana attırmış. Bizans hükümdarının ’Moni’ adında güzeller güzeli bir de kızı varmış. Güzeller güzeli Moni zindana atılan Türk askerlerinden birine gönlünü kaptırıvermiş. Güzeller güzeli Moni, ne yapıp etmiş, onun aşkıyla yanıp tutuşur bir vaziyette gecenin bir yarısı kalenin anahtarını aşık olduğu Türk askerine vererek, askerlerin kaçmalarına sebep olmuş. Durumun farkına varan Bizans hükümdarı, güzeller güzeli kızı Moni’yi saçından kavramış ve Kalenin arkasındaki uçurumun eşiğine getirmiş. Kızına kötü kötü bakmış ve uçurumdan aşağı atıvermiş. Son olarak kızının arkasından seslenmiş: ’Kastın ne idi Moni’..."diye rivayet eder hikaye.
Kapı ardında yaşananlara babası bile saygı duymaz. Aslında babasının da bildiği bir şey vardır diyeceğim ama "Türk" olması yeter düşüncesiyle hareket edilmiş belli ki.
Şimdilerde hikayeler çok mu farklı sanıyorsunuz? Şimdi sağcı , solcu, çerkez, sunni diye kaç ebeveynin genç aşıklara kapısı kapanıyor biliyorsunuz. Halbuki kapatılan kapılar o gençlerin dışında kaç masum olmayan, kaç kendini bilmez insanlara açılmıştır kimbilir...
Kapının ardı bu laf bize düşmez. Sen Ankara’nın eksi on derece ayazında bile hasta ziyaretine gitsen, kapının ardında kırk derece ateşi olan hastadan sana öyle bir kıvılcım sıçrar ki yüreğin burkulur. Ziyaretin maksadını aşmadığı sürece, kapı ardına kadar kapalı olsa da sen karınca gibi Mekke’ye varamasanda yolunda ölürsün...
Yoksa arkandan "zor kapıdan girince , şeriat bacadan çıkar" derler...
Herkes ismiyle yaşarken şu gök kubbesinin sınırı olmayan dünyada, kapılar ölüm ile hem kapanır hem açılır...
Yeter ki o kıvılcım içinize düştüğünde kendinizi cehennemde sanmayın...
YORUMLAR
İLK DEFA DUYDUGUM BIR OYUNDU,GUZEL VE FARKLI BİR OYUN,
AMA ANLATIM SÜPERDİ,KUTLARIM
SAYGI VE SEWGİLERİMLE..
sencergultuna
Eski günleri özleyen her merhametli insan gibi bizlerde özlüyoruz.
Saygılar.
sencergultuna
Okuyana saygı duymak, yazana duymaktan daha önemli...
Saygılar.
sencergultuna
Çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.
sencergultuna
Ama kapıyı açanın kim olduğu belli değildir. Herkesin bahtı güzel olsun.
Teşekkkür ederim.
Saygılarımla.
Bir kıvılcımın cehennemin gözlerinden çıkan cennet olma ihtimalini görmek tarifini dökmüş yüreğimize sanki yazı!...
Görmek, bakmak ve anlamanın kuyusuna inmiş bakış açındaki birikim değerli yazarım...
Gönülden kutluyorum seni...
sencergultuna
İstediğimizde içimizde onu yaşayabiliyoruz...
Muhteşem yorum teşekkür ederim.