- 675 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gece siyahlık ve nem…
Beden terlemelerine yapışan gecenin nemiydi belki de avuçlarımı sıkıntıyla yapış yapış yapan…
Rastgele düşüncelerin bastığı, üstü örtüsüz cümlelerin art arda döküldüğü renk ayrımını gözetmeksizin farkında olmadan dudak kıpırtılarım ile acı dökülmeleriydi bunlar, sahipsizlikle peşi sıra düğümlenen…
Her düşüncenin ters veya zıt anlamı ile önüme serilen zaman ardı, geçmişin isteksiz mırıldanmalarıydı şüphesiz bunlar…
Son sevdanın kaybolamayan sesleri bunlar...
Çoğu zaman istasyonlardaki yalnızlığa dahil ederiz kendimizi, anlarız ki terk edilmiş kapılardır aslında arkasında durmaya çalıştığımız...
Eyvallah demeyi öğreti bize hayat, boşa, doluya, acıya, eksik kalmış gülmelere... Eyvallah... Diyerek…
Uzun bir yaşam dönüşümünün parçalarının tek tek sıralanmasıydı belki de bu sıkıntıların ter ter bedeni sarması ki gecenin nemini alt ederek alnımda akacak derecede süzülüşleriydi bunlar şüphesiz avuçlarımı ıslatan…
Gene gecenin ıssızlığında ve neminde ortaya çıkan kararsız düşüncelerle, varsayılan hislerin art arda dökülüşüydü sanki geceye…
Çaresiz tepkilerdi bunlar aslında ve telafisi olmayan zamanların kovalanmalarıydı ki yüreğin ritimlerini bozan…
Hangi pişmanlıklara dahildi yine bu gece?
Kaç pişmanlıklarla dolu geceleri beden titremeleri ile savuşturamamıştım?
Gecenin karanlığında, sessizlikle uzayan bu düşünceler, çoğu zaman kâbus rüyaları ile son bulmuyor muydu?
Yoksa yine bu nemli gece, kâbus rüyalarına mı uzayacaktı?
Hangi bedellerdi bunlar omuzlarımızı çökerterek beni köksüzleştiriyordu?
Neden kendimi çoğu zaman yalnızımsı hissederek ve de ıssızlaşarak suskunluğuma dalıp dalıp sanki tekrar geçmişin vurgunları ile bedenimi çökertiyordum…
Kendi kendime güçsüzlük neden durmayasıya çaresizlikle örtüyordu bedenimi…
Ben kimdim bu serüvende, o kimdi ki kendini bu kadar güçlü göstermeye çalışıyordu…
İmkânsızlıkları içine alan gerçek dışı güç denemeleriydi bunlar ki yapmacık gülücükleri ve yapmacık mutluluk görüntülerini içine alıyordu…
Sahte sevgilerin sahte mutluluklara perçinlendiği bir gösterişti aslında yaptığı. Bir mutluluk gösterileri arkasına sığınılmış efelenmelerdi bu tümüyle hayata…
Aslında korku çemberinden atlamalardı bunlar… Sahte heyecanlar, sahte varlık belirtileri…
Kaç kahır zamanının ardına sığınmış, kaç mutluluk zamanlarımız vardı bu hayatın dar çerçevesinde? Çoğunu hoyratça harcadığımız, çoğunda pervasız kaldığımız zamanların pişmanlıkları mı vuruyordu sert kırbaçlarını omuzlarımızdan başlayarak bedenimize?
Belki de çok kolay harcadık hayatı, başıboş zamanları…
Değerini bilmediğimiz yaşam kesitlerini acımasızca harcadık belki de.
Şimdilerde dönüp arkamıza baktıkça acılanmanın artık yetersiz kaldığını görmek de apayrı bir acılanmaya atıyordu beni…
Oysa ne kadar çok sevgiye dahil olmuş güzellikler vardı. Bir zamanlar çılgınca tükettiğimiz çok şeyi özlerken bile, ayrı bir acılanma sarıyordu bedenimizi ki bu nemli gecede yeniden doğuyormuşlar gibi beden titremeleri ile ulaşıyordu iç dünyamıza…
Son dönemlerin pişmanlıkları ise bambaşka bir acılanma sebebiydi…
Yapılması gerekenleri, söylenmesi belki de şart olan cümleleri, söylerken o zamanki ruh halimize de şaşmamak mümkün değildi…
Şimdilerde pişmanlıklarla gecenin sessizliğinde ve de neminde terlerimizin donması içimizdeki üşüme hisleri ile ortaya çıkarken bile ayrı birer pişmanlık ortaya çıkıyordu…
Kendimizi eleştirirken, karşı düşüncelerle uğraş verirken, hâlâ hatalarımızın sebeplerini kendimizde aramak bile yetisiz kalıyordu, öz benliğimizde…
Kendi adıma söylediğim bu cümleler, öyle uzaklara, öylesine geçmişe, o kadar da çok sevmeye ulaştırıyordu ki beni, hâlâ neden sevdim ki sorusu beynimde çemberleşip duruyordu. Ya sen sevgili ya sen de?
Hayatın tüm köprülerinden düştük, tüm çıkmazlarında kaybolduk, adlarımızı, isimsiz mezar taşlarına yazılmış görmek istemek bile ayrı bir hata, ayrı bir insafsızlık oluyordu…
Aslında sevgide yaşamaya mecburduk, aslında biz birbirimizde mecburduk, kalmamız gerekliydi sevgide, kalmamız gerekliydi birbirimizde ve kalmamız gerekliydi sevgide ki uğrunda ölürüz dediğimiz sevgide, ölümü bile göze alıp, onu başaramadık…
Aslında sevgide ölümden ziyade yaşam vardı ki onda bile beceriksizliğe yenildik…
Oysa biz sevgide yaşamaya tutunmak için bir ömür feda ettik. Yılları eskittik, zamanı eskittik, kendimizi eskittik ama unutmayı ve de teklikte kalmayı eskitemedik…
Anlam veremiyorum hâlâ hayatın bu darlık zamanlarına, çözümsüzlüklerle bocalarken, pişmanlıkların esiri oluyordum farkında olmadan…
Nereye kadar sürüp gidecekti bu dar yaşam ve bu yalnızımsı hislerle sarmalanmış beden ki hâlâ direnmesinin bile bir çaresizlik sınıfına sokmanın hatası çıkıyordu yine ortaya…
Şüphesiz bir yanılgı vardı, değer üstü değerlere serdiğim sen, bunları hak eden miydin, yoksa hata yapan hâlâ ben miyim, seni sevdim son nefese demekle…
Belki de kararsızlık sevgide olası bir şey bir tutum değildi… Kesip atmak gerekiyordu belki de olduğu yerden. Yeniden başla demem gerekiyordu belki de senin gibi. Yeni yollar, yeni istekler, yeni yeni karanlık nemli geceler ve yeniden başlayacak hayata yeniden kucak açmak.
Şimdi artık kendimi biliyorum, şimdi artık hiç bilemediğim kadardan çok, seni biliyorum, söylediğim şarkıları, dinlediğim şarkıları bildiğim kadar, senin söylediğin şarkıları biliyorum…
Zaten çözümsüzlük burada ki en çok hiç beklemediğim zamanda bile karşıma çıkışınla seni ve son halini biliyorum…
İşte unutulmazlığının sebebi de bu olsa gerek. Bir an gelip yeniden vurmak için yaptığın ne varsa ki artık umurumda değil. Ve hayatın artık sensiz de geçebileceğini biliyorum ama ne yazık ki yüreğimden dökülenleri nasıl toplayacağım, onu bilmiyorum ki bu da bu savaşta senin üstünlüğün…
Nisan’ları biliyorum, Ağustos’ları biliyorum ama Eylül’ler, ah Eylül’ler ki hâlâ ahhh dedirtiyor yüreğime, vurgun üstüne vurgun vererek…
Bilirsin sevgili, bilirsin, ben her Eylül’de seninle doğar, her Eylül sonrası seninle acılanırım…
İşte yine Ağustos, az zaman sonra yine Eylül gelecek ve ben yeniden doğup, yeniden acılanacağım…
Benim ve de senin adın hep Eylül, oldu…
Ve biz hep Eylüllerde kelebeklerin öldüğünü gördük…
Bir şey vardı seninle benim aramda, bir şeyler vardı şüphesiz ki bu güne kadar tüketemedik ve de tükenemedik birbirimizde. Bence bu her Eylülde oluşan dolunaya konuşmalarımızdı. Gizli saklı neyimiz varsa o kısacık zamanlarda dolunaya bakarak bazen ağlamaklı, bazen terlerimiz boşalarak anlattığımız bir şeyler vardı bizi birbirimize bağlayan ki biz hâlâ vazgeçemedik her Eylül dolunayına konuşmaktan…
Şimdi gecenin neminden ve bedenimin ter ıslaklığından arınmış olarak düşünüyorum da senden bana geriye ne kaldı ki bu acılanmalara sebep neydi diye düşündüğümde koca bir hiçlikle karşı karşıyayım, ölümsüz denen sevgilere hafifçe gülümseyerek, sevgideki sadakatim ile hâlâ sarsılıyorum koca bir hiçlikle belki de keşke bu sevgide birbirimize mecburum demeseydik. Galiba sevginin mahzunlaşmış hali bu pişmanlıklar…
Yarım Ay’ın Eylül haberciliği yaptığı an zamanlarında yüreğimin lif lif dökülerek Eylül’ün haberciliği hüzün ve buruklukların darmadağın ettiği saçlarımda güneşin artık ısıtmaktan vazgeçtiği dağılmış düşüncelerle sanki yeniden hüzünde kaybolmaya yetecek kadar zamanı karşılama anları bunlar…
Beklemekte acele etmeyen hislerin saçıldığı bir karşılama töreni sanki bu anlar yaşamımın dar zamanları…
Geceydi, nemliydi, siyahtı bakındığım karartılar, sıcaklığın habercisiydi gece sonrasına, nem ve dar nefeslerin habercisiydi önceki saatler sonralara uzandıkça…
Karanlıktı uzakların ardına saklanan düşünceler ve üşümeler basardı yüreği, görmek isteyip de göremediğin siluetle…
Mustafa yılmaz
Çandarlı---İzmir
YORUMLAR
yüreğime dokunan satırlarınızda iç sesimi okudum sanki,,Gecenin neminde yalnız değilsiniz demek kii,,kimbilir kaç yürek paylaşıyor aynı duyguları,,her şey gönlünüzce olsun dilerim..mutlu kalın...
Mustafa YILMAZ
EVET YALNIZ DEĞİLİZ ŞÜPHESİZ
AMA HER YÜREK, YALNIZ YAŞIYOR TÜM ACILARINI,
DİLERİM ACISIZ YAŞAMLARINIZ OLUR...
SAYGILARIMLA...M.Y