- 830 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Diğer Yolcu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Derler ki havaalanında karşılaştığınız her iki yolcudan biri uçmaktan korkmaktadır. Eğer bu varsayım doğruysa, ben diğer yolcuyum. Uçmaktan korkmam: Ne kalkarken gaz verilip de artık duramayacağımız ama aynı zamanda kalkmaya yetmeyen hıza ulaştığımızda, ne tekerlekleri yerden kestiğimizde, ne kanadın sallanışını gördüğümde, ne de türbülansa girdiğimizde... Binlerce yıl gökyüzüne bakmış, uçan kahramanlar hayal etmiş insanların torunuyum; uçabilmenin değerini biliyorum. İşin ilginci ben de korkuyorum ama uçmaktan değil. Sonrasından korkuyorum. Uçuş bitip de bavulları bulamamaktan, o dönen bandın dönmesini bitirdiğinde hala başında beklemekten korkuyorum. Bilgisayarına bakan görevlinin “Bagajınız Kuala Lumpur’a gitmiş. Haftaya gelir. Gelmezse bizi arayın.” demesinden korkuyorum. Her seferinde bu korku boğazıma kadar yükseliyor, beni ter içinde ve kalp çarpıntısıyla bırakıyor.
Bu sefer öyle bir sahne yaşanmadı. Bavulum bandında edeplice beni bekliyordu. Heyecanlı bir genç, belki de büyüklerinin gözüne girmek için, benim bavuluma doğru hamle yaptı ama sapına iliştirilmiş flamayı görünce elini geri çekti. Bavulu alabileceği kadar değil de taşıyabileceğim kadar doldurduğum için banttan çekmekte güçlük çekmedim. Bavul tekerleklerinin üzerinde doğrulup, sapını da uzattığında her şey binayı terketmek için hazır gözüküyordu. Ama değildi. Bu sefer bavuldan başka, diğer bir kargom vardı. Onu bu banttan alamazdım; bir takım görevliler bulmalı, onlara kendimi tanıtmaklı, bazı evrakları imzalamalıydım.
...
Ann Woll’un kendisi değilse bile anne-babası Uzakdoğu’da dünyaya gelmişti. Siyah uzun saçlarını at kuyruğu yapmış, göğsünde metal bir kel kartalın bulunduğu, omuzlarında Anavatanın Güvenliği yazan üniformasını yakası açık, içinden beyaz tişörtü gözükecek şekilde giymiş bana bakıyordu: “Evet?”
Ona, biraz da buruşmuş olan belgelerimi uzattım. İlk defa böylesini görüyormuşcasına baktı, çok görmüş geçirmişcesine başını salladı ve bana bir şey söylemeden belgeleri geri uzattı. Bir türlü göz göze gelemiyorduk. O önündeki ekrana bakıyor, ara ara bir şeyler yazıyor, ben ise onun saçındaki tek tük beyazları farkederek belki de ilk tahmin ettiğim kadar genç olmadığını düşünüyordum. Nihayet Ann başını kaldırdı, gözlerini benimkilere dikti ve “Gelmiş.” dedi, “Dört numaralı hangardan alabilirsiniz.”
Dönüp sözü edilen hangara hangi kapıdan gidileceğini bulmayı denedim. Bulamadım. Ann ise çoktan kendi dünyasına dönmüş, cep bilgisayarının ekranına bakıp gülümseye başlamıştı. Güzel gülümsüyordu. Belki bana gülümsüyordu. Belki geri döneceğimi bilmenin verdiği bir gülümsemeydi. Gerçekten de döndüm. Beni görmesiyle gülümsemesinin eriyip gitmesi bir oldu.
“Soldaki koridoru takip edin, yönlendirici tabelaları göreceksiniz.”
Soldaki koridor bir kaç dönüşten sonra beni dört numaralı hangarın kapısında bıraktı. Kapının sağdaki kanadını tercih edip içeri girdim. Tıpkı vefalı bavulum gibi o da orada, beni bekliyordu. Yanına gittim.
Yolculuk için ilk kez plan yaptığımda kararsız kalmıştım. Kahverengi Oksford tarzı mı olmalıydı, yoksa gümüş Safir mi? Sonunda Oksford’a karar kıldım. Cenazeevindekiler sadece tabutu alıp, tören ve mumyalama istemememe şaşırmışlardı. Şaşılacak bir şey yoktu. Ben tören peşinde değildim; sadece uygun bir bavul satın alıyordum.
Hangarda ismine bile bakmadığım, hafif kel ve çokça göbekli görevli, Ann’den sonra ona da uzattığım evraklara bakıp:
“Babanız 1996 da ölmüş.” dedi.
“Biliyorum.” dedim.
“O zaman niye on altı yıl sonra buraya gömülmeye getiriyorsunuz?”
“Orada da gömülüydü ama ailenin kalanı buraya göçtüğü için onun da bizimle olmasını tercih ettik. Zamanı geldiğinde onun yanına gömülmek isterim.”
Gülümsedi.
“Doğru, kim eşinin yanına gömülmek ister ki?”
Sonra ikinci sayfadaki bir detayı farketti:
“Kendisi Amerikan vatandaşı değilmiş.”
“Bunun için otoritelerden gerekli izinleri aldım. Ekte göreceksiniz.”
“Hımm...”
Daha fazla soru sormadan imzasını attı.
“Kaybınız için üzgünüm Bay ... Varlokostas.”
“Ben de...” dedim ve tabutu devraldım.
...
Havaalanı çıkışında eve uğramadan doğrudan mezarlığa gitmeye karar verdim. Bir cenaze arabası bekleyen görevlilerin şaşkın bakışları arasında babamı kiraladığım kamyonetin kasasına yerleştirdim ve yola çıktık. “Kusura bakma baba” dedim, “Sen on altı yıl önce cenaze arabasının keyfini tattın. “ Ses etmedi.
Bir çok kişiye göre Rawlins, Wyoming Tanrı’nın unuttuğu bir yerdir. Kesinlikle değildir. Hatta bir Ortodoks kilisesi bile vardır. Ama ironik bir şekilde herhangi Ortodoks mezarlığı elli millik bir yarıçapta yoktur. Kaçınılmaz bir şekilde babamı Kuzeyli Baptistlerin yanına gömecektim.
Yoldan aramış olduğum için iki mezarlık görevlisi bizi çukurun başında bekliyorlardı. Beraber tabutu mezara yerleştirdik. Sonra onlar çekildiler, beni babamla yalnız bıraktılar.
On altı yıl sonra babamın cenazesiyle tekrar karşılaştığıma ne demeliydim? Düşünmemiştim. Planlamamıştım. Etrafıma baktım. Tek dinleyecek olanın kendim olduğunu farkedince konuşmaya aklıma ilk gelenle başladım:
“Gördüğün gibi burada zeytin ağaçları yok. Hava kekik kokmuyor. Deniz ise iyiden iyiye uzakta. Koskoca bir kıtayı aşman lazım ona ulaşmak için. Ulaştığında da onun Ege olmadığını göreceksin. Ama burada rahat olacaksın. Kimse mezar taşına yazı yazmayacak, işemeyecek, ateş yakıp karartmayacak. İşin güzel tarafı ben de yanına gönül rahatlığıyla gelebileceğim. Merak etme, fazla bekletmeyeceğim.”
Aralarında sohbet eden görevlilere işaret ettim. Biri gelip tabutu mezarın dibine indiren mekanizmayı çalıştırdı. Söylemeye gerek yok; bu babamı son görüşüm oldu.
YORUMLAR
İlhan Kemal
Çok ilginç bir öyküydü..Okurken çok şeyler düşündüren bir öykü.
Örneğin bizler de doğarken Hristiyan bir aileden dünyaya gelebilirdik..Veyahut Budistde olabilirdik. Ne farkederki..Bu gibi durumlarda aklıma Hitler'in toplama kapları gelir..ve Dünya savaşları..Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Budist demeden milyonlarca çocuk ve kocaman adam cesetleri..Yanmış yıkılmış şehirler..Ben öürken sadece insan olarak ölmeyi tercih ederim..İsyanım kainatı Yaradana değil, insanlığadır..Neyse...
Öykünüzde mezarlara zarar verme ve işemeyi anlatmışınız..Ben de öyle şeylere rastladım...Onları hayvani güdüleri ön plana çıkan iki ayaklı canlılar yapmıştır..Yapmazlar demiyorum; yaparlar yaparlar.Öykünüz beni bir insan olarak hüzünlendirdi..Neden? derseniz , babanızın mezarını Anadolu'dan kaçırır gibi bir nakil beni üzdü..ve inanın şahsen çok utandım..Toprak bir gün bizi istediğinde adımıza ve rengimize ve düşüncelerimize bakmayacak..Hoşgeldin insanoğlu diyecek..Gel , şöyle bağrıma sarıl...Korkma, ben toprağım..ve dilim ahraz..
Tebrik ve saygılarımla.. .
İlhan Kemal
Taze ölülerin uçakla nakil işini duymuştum da on altı yıllık bir ölünün nakli garip geldi bana. Gerçek değildir demiyorum sadece garip. Hıristiyan geleneklerine göre cenaze defin işleri nasıl yapılır pek bilmediğim için; müteveffa Bay Varlokostas’ın cesedinin nasıl olup ta on altı yıldır hala çürümediği kafama takıldı. Yoksa çürümeyen tabut muydu?
Malumu âliniz bizim memlekette büyük(!) adamların çoğu sürgünde vefat ettiğinden “kör ölür badem gözlü olur” hesabı yıllar sonra böyle mezar taşıma teşebbüsleri çok olur. Çok olurda ben sadece kemikler bir torbaya konur öyle getirilir biliyordum.
Bizim Rahmi’nin(*) 2001 de ölen babası 1971 de ölen dedesinin üzerine gömülmüştü de orada görmüştüm. Rahmi babasına mezarda yer açmak için dedesinin kemiklerini eliyle bir kenara toplamıştı da tüm kemikleri toplasan hepsi bir limon sandığını doldurmaz bile. (Cemisbond bir çanta bile pekâlâ iş görür.)
Allah gayrimüslim cenaze sahiplerine yardım etsin, aynı şartlarda Müslüman bir cenazeyi nakletmek hem maliyet hem hamaliye açısından bayağı avantajlı gibi duruyor. (ne yani şimdi kargo parasından yırtmak için işi gücü bırakıp ölmüş adamı bir de Müslüman mı yapalım dediğinizi duyar gibiyim)
Şaka bir yana işin içinde ölü, ölüm varsa kelimeleri dikkatli seçmek lazım, olur ha zülfüyâra dokunulur kazaen, neme lazım.
Benim asıl canımı sıkan şu yapılmış olan ürolojik terbiyesizlik meselesi ki maalesef dünyanın birçok yerinde aynı coğrafya üzerinde yaşayan farklı kültürlere mensup insanlar arasında karşılıklı olarak bu ve benzeri eylemlere rastlanmakta. Maalesef!
Sevgili “lacivertiğnedenlik” aşağıda soruyor “Sahi insan bir mezara neden işer ki” diye.
A- Çişi geldiği için
B-Üzerindeki çiçekleri sulamak için
C-Bölgesini belirlemek için (genelde yırtıcı hayvanlara özgü bir davranış)
D-Kendide HAYVAN olduğu için (yırtıcı olmayanından)
Daha ne diyim yani
Tebrikleri selamlar, saygılar
(*)Bizim Rahmi: Pardon tanıştırmadım değil mi, Rahmi çocukluk arkadaşım :-)
İlhan Kemal
Cenaze işleminin detayları ilginizi çekmiş; o zaman oradan başlayalım.
Hristiyanlar'da defin işlemleri mezheplere göre değişiyor. Hatta Ortodoks'larda bile Rus Ortodoksların hafiften kendi has yorumları var. Merhumun statüsü de töreni farklılaştırıyor. Paskalya zamanı yapılan definler ise bambaşka bir havada (neşeli) geçiyor.
Detaylar bir yana takıldığınız noktaya gelelim. On altı yıl boyunca cesedin çürümemesi söz konusu değil. Hatta ceset bir yana, tabutun çürümesi söz konusu olabileceği için öykünün kahramanı Amerika'dan afilli, Öküzford modeli tabut getiriyor (İlginizi çeker diye söylüyorum; burada tüm detaylarıyla bir cenaze merasiminin maliyeti 12,000 dolardan başlıyor. Haliyle bu durum da ölünün geride bıraktıklarının gözyaşı dökmesini epey kolaylaştırıyor.) Bu noktada biraz Ortodoks okuyucuların takılacağı bir detay vardı: Tabut kapandıktan sonra çarmıhtakileri simgeleyen dört çiviyle sabitlenir. (Öte yandna ölü vampire veya zombiye dönüşürse diye alınmış bir güvenlik önlemi olarak da düşünebilirsiniz). Tabutun açılması, bozulması uygun değildir. Kahramanın yaptığı tabut değişimi ise geleneklerde pek yeri olmayan bir davranış.
Gelelim genelde takılınan ürolojik detaya. Sayın Lacivertiğnedenlik'in sorduğu üzere Sahi insan bir mezara neden işer ki?
Aklıma Boris Vian'ın Mezarlarınıza Tüküreceğim romanı geldi. Benim de aklıma Niye mezara tükürülür? sorusu geliyor. Evet, dünyanın bir çok yerinde tükürme hakaret kabul edilir ama özünde fiziki bir zarar ya da kirletme öngörülmez. Suratınıza tükürüldüğünde (Balgamsız) bir mendil ile siler geçersiniz. Mezara tükürüldüğünde ise mezar kirletilmiş sayılmaz, on beş dakika sonra ise tükürmenin hiç bir izi kalmaz. Ama işeme öyle mi?
Öncelikle mezara işeme bir erkeklik kanıtıdır (Herhalde hiç bir okuyucu bunu yapanların kadın olduğunu düşünmedi). Cinsel organınızı meydana çıkarır ve meydan okursunuz. Sonra tükürme gibi sembolik olarak değil, gerçekten mezarı kirletirsiniz. Doğrudan toprağı değil de taşı (ya da haçı) hedef alırsanız eyleminizin, meydan okumanızın ve hakaretinizin kalıntılarını batı yönünde yosun çıkararak yaparsınız; yani eyleminiz tükürmeye oranla daha kalıcı olur. (Bu arada Ortodoks mezarlarına işemeyi planlayanlara hatırlatmak isterim: Haç mezarın baş değil, ayak ucundadır. Yanlış tarafta durursanız boş toprağı sularsınız).
Umarım herkes hiç olmazsa mezarında uyur.
Adınızı görünce öyküyü okuyup okumamakta kararsız kaldım. Zamanım bir öyküyü sindirerek okumaya müsait değildi. Fakat devam etmem için baştan üç cümle okumam yeterli oldu. Sonra nasıl bittiğini anlamadım bile.
Okumak zevkti.
Kutluyorum. Saygılar.
İlhan Kemal
Sıkça mezarlık öyküleri yazıyorum; bu da çok iyi bir şey değil (Sizin üç önceki öykünüze yorum yaptığımda ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim sanıyorum). Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Ben sizin 10 cenaze de yazsanız, hepsinin hikayesinin farklı olacağından eminim.
Bu arada İsmet Abiye (Ağyar) yazdığınız yorum bana sizin pek ala mizah yazabileceğinizi gösterdi.
Saygılar.
İlhan Kemal
'' Beni görmesiyle gülümsemesinin eriyip gitmesi bir oldu.''
Bu kısımda onun gülümsemesi eriyip giderken nedense ben gülümsedim.Sonra aniden ben de o tabutu taşıdım sizinle ve ironik söylemlere tanık oldum.Sahi insan bir mezara neden işer ki
Huzur içinde uyuması dileğimle ,güzel bir öyküydü
Sevgiler
İlhan Kemal
Öykünün içine sokuşturduğum mini trajediyi farketmişsiniz: Sizi tanımayan biri yanına yaklaşmanızla beraber gülümsemesini kaybediyor. Gülümsemeyi yukarıdan aşağıya bir şekilde bıraktığımız için plastik erimesi imajının güzel gideceğini düşündüm. Haklı da çıktım.
Teşekkürler güzel yorum için. Saygılarımla.