- 659 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hayatın Gerçeği
Geceleri çalışan bir adam olarak, günün öğleye kadar olan kısmını uyumakla geçiriyorum. Ve genelde altı saatlik bir uyumayla, gün içinde lazım olan bütün enerjiyi depolayabiliyorum. Uyandığımda ise ilk günaydını kitaplarıma veririm. Bir süre kütüphanenin başında onları inceler, koklar, yerlerini değiştirir sonra tekrar koklar, devam ettiğim bir kitaba kaldığım yerden başlarım. O yoksa, okumadığım bir kitabı… Oda kalmamışsa, kitabevine gider saatlerce süren bir incelemeden sonra altı üstü bir, en fazla iki kitap alır çıkarım. Kitabevinin sahibi için tartışmasız kıl bir müşteriyim. Bunu kabul ediyorum. Fakat gel gör ki müşteriyim, haklıyım, velinimetim.
Bugün de maalesef, üçüncü şık olan kitap almakla güne başlayacağım. Ay sonudur, kredi kartımın limiti ne durumda… Acep kaç para bonus param var gibi düşüncelere dalıyorum. Olmadı cüzdanımın en ulaşılmaz köşesinde, resmini özenle sakladığım bir Buhurizade Mustafa Efendi ‘’Itri’’ olmuştur hep, ona güvenip yola çıkıyorum. Ya bismillah…
Nihayet takriben iki kilometre yürüyüp, uzun bir rampayı aşıp ancak varabiliyorum kitabevine. Bir selam, biraz hal hatır sorduktan sonra, kitapların içine boğulurcasına dalma arzularımı daha fazla dizginleyemeyip, bir köşeden başlıyorum bakmaya. Bu kitabevinin bir özelliği de, kitapları piyasa fiyatının en az yüzde elli altına satıyor olma cazibesi. Bunu hem ikinci el kitapları satıyor olmasına, hemde matbaalarda okunabilecek seviyede olan, basımı sırasında ıskartaya çıkmış kitapları satıyor olmasına borçlu. Bunun yanında birde ucuz kitap adı altında, korsan kitap satıyor ki; hiç tasvip etmiyorum. Tasvip etmediğim halde, maalesef bende bir kez satın almıştım. Fakat Diyarbakır’da askerdim. Koca şehire kitabın orijinal baskısı dahi girmemişken, korsanı cirit atıyordu. Hayret bir olaydı ve merakım nefsimi tetikliyor, kitabın korsan halini satın alıyordum. Okurken elimde parça parça olan bu kitapdan sonra, daha da korsana tevbe ediyordum. Ben ki şiirden daha ziyade her şeye benzeyen ama gel gör ki, şiir niyetiyle yazdığım lakırdıların dahi istemdışı, habersiz, internet ortamında yayılıyor olmasına dahi bozuluyorken. Yazarların senelerce onca kafa yorup, harf harf, hece hece bir bütünlük kazandırmaya çalıştıkları kitaplarının, hırsız elinde maliyeti ucuz ve kalitesiz kağıtlara basımı yapılıp, vergide vermeden satılıyor olması ne kadar alçakça ise, alıp okumak da aynı derecede alçaklıktır diye düşünüyorum. Maalesef bir kereye mahsus da olsa da, bende yaptım bu alçaklığı.
Kitaplara ikinci el ve ıskarta olan bölümden bakmaya devam ediyorum. Gözüme Cemil Meriç’in Bu Ülke’ si takılıyor. Üstadın daha önce bu kitabını okudum okumasına da, kitabın acınacak halde olan ön kapağı ilgimi çekiyor. Sanki çetin bir savaştan çıkmışçasına harab gözüküyor. Zannedersem bu kitabın kıymetinden bi-haber olan herhangi bir hanım arkadaşın kol çantasında, parfüm şişelerinin, fırçanın, tarağın, saç maşasının, oje ve ruj gibi bilumum, bir hanım çantasının kütle hacmini oluşturan aletlerle cebelleşirken bu hale gelmiş olmalı diye düşünüyorum. Aksi takdirde bir trafik kazası geçirmiş olmalı diye düşünmeye başlayacağım. Yoksa başka bir sebeple bir kitap bu kadar yamulamazdı.
Maalesef ilk zannımda yanılmıyorum. Kitabın ilk sayfasına baktığımda pembe renkli bir kalemle ilgi çekici bir not yazılmış. Pempe renk kalem ve notun altında gülücük işaretleri; bunu bir hanım arkadaşın okuduğunu şüphe götürmez bir açıklıkla gösteriyor. Not çok ilginç: ‘’Akıl - Mana - Felsefe’’ Akıl ve Manayı aşağı doğru ok işaretiyle belirtip açıklama eklenmiş. ‘’ Başarısız Ebevenyler…’’ Felsefenin altına ise yine aynı şekilde ‘’ Yalnız bir çocuk…’’ yazılmış. Asıl aforizma şimdi geliyor. Bunlarında altına ‘’ Parola = HAYATIN GERÇEĞİ’’ yine aşağı doğru bir ok işareti ile buna açıklama getirmiş. ‘’ Matematik ve Ekonomi?’’ ve iki tane dili çenesine uzanan güler yüz koymuş.
Kitap ciddi derecede ilgimi çekiyor. Yalnız kitabın kendi muhtevasından dolayı değil, zaten muhteva itibariyle çok beğendiğim ve daha önce okuduğum için; üstadın ‘’Bu Ülke’si’’ daima başucu kitaplarımdan olmuştur. Sayfalarını çevirdiğimde aralarda gözüken notlardan ve pempe kalemle altı çizilmiş satırların bende saldığı meraktan dolayı alacaktım bu kitabı. He birde, Gazilik mertebesine yükselmiş bu kıymetli kitap, maazallah başka bir hanım arkadaşın eline geçer de, buna can dayanmaz diye alıyordum. Beni anlayın… Onu öyle bırakamazdım.
Eve dönüyorum ve merakla yine sayfaları karıştırmaya, altını çizdiği satırları okumaya başlıyorum. Sayfaların arasından, bayramlarda ikram edilen o küçük çikolataların alüminyum folyolarından biri düşüyor kucağıma. Ne pasaklı bir arkadaşmış diye geçiriyorum içimden. Ama onun içine de bir not yazmış, istemsiz bir sırıtış yerleşiyor yüzüme. Yine aynı not: ‘’ HAYATIN GERÇEĞİ’’ yazıyor. Gülüyorum.
Kitabı hem bilgileri tazelemek adına, hem de altı çizili satırların onun için ne gibi bir değerle çizilmiş olduğunu anlamak için, bir kez daha okumaya başlıyorum. Yüzotuzyedinci sayfa dan bir not daha: ‘’ Dipnot: 03.09.10 – Cuma - Üni. 3. Sınıfa geçtim. Bugün öğrendim ki %’lik dilime girmişim, yani ilk 10’a, Rabbimin izniyle tabi… Gülücük işaretleri. ‘’ Bende gülüyordum, sevinmiştim… Başarısının altından iki sene geçmiş, hem de hiç tanımadığım biri için sevinmiştim. Bu yazıyı birgün okur mu bilmem, ama okur da bana ulaşırsa, bir kez daha sevinirim. Hem ‘’Hayatın Gerçeği’’ ve kitapların masumiyeti hakkında biraz konuşurduk.
Hasan SAĞCAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.