- 908 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAYAT HERZAMAN SIRLARLA DOLU
Akşam karanlığı basmak üzereydi. Hava da öyle soğuktu ki.. Hertaraf kar içersindeydi. Neyse ki patika yola uzanan ağaçlar, yola karın yağmasını az da olsa engellemişti. Uzaktan kurtların sesi insanın kulağını tırmalıyordu. İbrahim yürümekten nefes nefese kalmıştı. Köye ulaşmasına bir kilometreden fazla vardı. Git git yol bitmiyordu. Bir de kurtların daha da yakınlaştığını hissediyor korkuyordu. Böyle düşünürken halsiz bir şekilde, ayaklarının neredeyse sürüklendiğini farketti.
Aniden az ilerde birşeyin yattığını gördü. Beyazlarla bütünleşmişti yatan şey. Birden bir korku sardı yüreğini.. Bakmadan geçmeyi düşündü. Ama yapamadı. Ya baygın biriyse, yerde yatan yaşlı bir adamdı. Eğilip adamın yüzünü yarıya kadar kapatan kaşkolunu açtı. Köyden tanıdığı biri değildi. Yetmiş yaşlarında, uzun sakallı bir adamdı. Eğilip soluk alıp almadığına baktı. Adam sanki soluk almıyor gibiydi. Ölmüş bu ya..ölmüş diye düşündü birden. Daha da korku sardı bedenini, titrediğini hissediyordu. Herzaman ölümden ve ölüden korkmuştu. Nedenini bilmiyordu ama bu çocukluğundan beri öyleydi.
Ani kararla yoluna devam etmek için bir iki adım attı. Birden bir hırıltı duydu. Kurt sesi mi bu? Yandım parçalayacaklar beni diye düşünürken, bırakma beni nolur diye adamın sesini duydu. Arkasına döndüğünde alacakaranlıkta adamın kımıldadığını gördü. Geriye dönerek adama eğildi.
-Sen de kimsin amca? Burada yalnız ne arıyorsun?
diye sordu.
-Oğlum kızım köyde ona gidiyordum. Ayağım takıldı düştüm. Yardım et bana kalkayım.
-Tamam amca ver elini kaldırayım seni.
Adam ufak tefekti ama bayağı da ağırdı.
-Amca çok ağırsın sen ya. Ha gayret derken adam dualarla zor zahmet yerden kalktı.
Adam bütün gücünü İbrahim`e vererek zorla yürüyordu. İbrahim`in ise dermanı kalmamıştı artık. Bir de adamın ağırlığından bayılacak gibiydi. Kendimi taşıyamıyorum bir de şansa bak, bu adam çıktı karşıma diye düşünüyordu. İsmi Mehmet olan adam ise, aklına gelen bütün duaları okuyarak yürümeye çalışıyordu. Bir den kurtların daha da yaklaştıklarını farkettiler. Aslında köy evlerinin ışıkları da görünüyordu. Az kalmıştı köye ulaşmaları. Ama uzakta ki ağaçların arasından kurtların sesiyle, çıkardıkları hışırtılar da geliyordu.
-Mehmet amca köye ulaşmadan bunlar bizi parçalayacak. Biraz daha hızlanalım.
-Takadim kalmadı İbrahim oğlum. istersen bırak beni sen git.
-Yok amca seni bırakmam. Biraz dur bir iki çalı çırpı toplayayım. Cebimde kolanya var. Biraz daha yaklaşırlarsa onları ateşlerim. En azından daha fazla yaklaşamazlar bize.
Alel acele yolun kenarından düşmüş dalları topladı.
-Hadi Mehmet amca çok az kaldı. Bak yaklaştık evlere.. Yüz metre sonra köyün içine giriyorlardı.
Birden uğultu şeklinde erkek sesleri geldi kulağına. Ses köyün içinden geliyordu.
Karşıda bir sürü insan, ellerinde fenerler, karanlıkta yüzleri görünmüyordu.
-Allah Allah bunlar ne yapıyor diye düşündü.
Yaklaştıkça komşuları olduğunu anladı. Gürültülü bir şekilde konuşuyorlardı.
Biraz sonra yanlarındaydılar.
-Hayrola Ahmet abi neler oluyor?
-Kurtlar her an köye inebilirmiş. Ahılları kapadık. Bakıyoruz köye yaklaşan kurt var mı diye. Sen gördün mü İbrahim?
-Evet iniyorlardı gördüm. Bu amcayı buldum bayılmıştı yatıyordu. Zor geldik.
Offf hava da ne soğuk.
-Amca mı nerede? .
-Yanım da ya. Ama yanında kimse yok ki.
-Bırakın dalga geçmeyi hadi, Mehmet amca seni kızının yanına götüreyim.
-Tamam İbrahim oğlum, bak ilerde ki kırmızı badanalı ev.
Düz katlı sıvaları dökülmüş kırmızıların arasında, beyaz kireçlerin çıktığı, bakımsız bir evdi. İbrahim kapıyı tıklattı. Kapıyı evin küçük çocuğu açtı. Üç dört yaşında kıvır kıvır saçlı, güzel bir kız çocuğuydu. Mehmet amca,
-Bak benim bu küçük torun. Ne tatlı özlemişim onu İbrahim oğlum.
Kız hemen içeriye koştu. Bir yandan anne gel İbrahim amca geldi diye bağırıyordu. Kadın aceleyle bir yandan sabunlu ellerini önünde ki önlüğe siliyor bir yandan da merakla,
-Hayrola İbrahim abi. Ne oldu? Sen bu saatte gelmezdin. Önemli birşey mi var?
-Yok Sevim hanım babanızı getirdim.
-Babamı mı! Dalga mı geçiyorsun abi.
-Ne dalgası baban yanımda işte. Kadın hıçkırarak ağlamaya başladı. Gel abi içeri.
İbrahim;
- Hadi amca girelim içeri.
Kadın şaşkındı.
-Ne amcası yanında kimse yok ki.
-Olmaz mı. Mehmet amca senin baban işte. Kavaklar mevkinde yerde yatıyordu. Zor getirebildim. Sana geliyormuş.
Kadının ağlaması daha da çoğaldı.
-Ah babacığım, ne çok severdim onu.
-Ama burada.!
-İbrahim abi babam öleli iki ay oldu. Tabii siz burada değildiniz. Hanımın iki gün önce geldi çocuklarla. Sen de bugün dönüyorsun. Haberiniz yok.
Ama biz birlikte geldik babanla, der demez yanında oturan Mehmet amcaya baktı. yanında kimse yoktu.
Bayılacak gibiydi İbrahim. Su ver bana bacı dedi. İstemsizce gözlerinden yaşlar akıyordu. Onca sene babası, annesi öldükten sonra yurt dışında kalmıştı. Büyük bir özlem ve tek kızının hasretine dayanamayıp köye gelirken,
kar fırtınasına tutulmuştu. Ayağı kayınca yaşlı adam yolda bayılmıştı. Kış ayında köye gelen olmazdı. Adamcağız soğuktan donup ölmüştü. Jandarmalar bulmuş, köyde yakını var mı diye sormuşlardı. Ayşe ölenin babası olduğunu anlamıştı. Ve onca sene görmediği babasının donmuş halini
görünce baygınlık geçirmişti. Hertesi günde babasını köyün mezarlığına gömmüşlerdi. Hepsi hayretler içersinde bir anlam veremiyorlardı. Mehmet amcayla bir saate yakın yolculuk yapmış, üstelik kolunda getirmşti köye onu.
-Ben gidiyorum bacı. Yarın Mehmet amcanın mezarına gitmek istiyorum. Ben hanımı da alayım Hüseyin abi de gelsin hep birlikte gidelim. Ne dersin?
-Tamam İbrahim abi gidelim.
Kapıdan çıkıp düşüncelerle evin yolunu tuttu İbrahim. Oysa ne mutluydu Mehmet amca, kızına kavuşacağı için. Birden anlam verememişti ve kaybolmuştu. Evinin kapısını çalıyordu. Karısı kapıyı açtı.
-Nerde kaldın İbrahim? Merak ettim. Kurtlar inecekmiş köye, çok şükür burdasın.
Hiçbirşey anlatmadı karısına İbrahim. Onun huzursuz olmasını istemiyordu. Ertesi gün olmuştu. Sabah kapı çalınıyordu. Kapıda Hüseyin ve karısı Ayşe,
-Hadi abi mezarlığa gidecektik.
-Tamam gelin içeri bir çay için, giyinelim.
Komşuları çaylarını içmiş ve kapıdan çıkacakken İbrahim Ayşe`ye,
-Kapama kapıyı tüfeğimi getir bana.
-Neden istiyorsun?
-Belli mi olur yaban tavşanı çıkar karşıma vururum.
Yine belli etmemişti karısına, aniden bir kurt çıkabilirdi karşılarına. Hep birlikte evlerine yakın olan mezarlığa gidiyorlardı. Sessiz ve soğuktu mezarlık.
-İşte İbrahim abi babamın mezarı karşıda..
Karşıda mezar taşında Mehmet Subaşı yazıyordu. Mezar taşının başucunda da Mehmet amca duruyordu. Ama emindi onu kendinden başka kimse görmüyordu. Tüm vucudunun titrediğini hissetti birden. Herkes ellerini açmış dua ediyorlardı.
-İbrahim oğlum beni sen den başka kimse görmüyor. Korkma sakın. Ben özlemle geldim kızımı görmeye, ama kızımı ihmal ettim. Ona layık bir baba olamadım. Hasretimle yanına geliyordum. Ama olmadı. Ona sarılamadım. Evladımı doyasıya koklayamadım. Ve kızım bir kere bile mezarıma gelmedi.
Senin onları getireceğini biliyordum. Seni kırmazdı onlar. İnşallah seni üzmemişimdir İbrahim oğlum.
Mehmet amca konuşuyor ve İbrahim duyuyordu. Şaşkın ve içini ürperten korku hala yüreğindeydi. Ama belli etmemeliydi yanındakilere. Herzaman Mehmet amcayla arasında geçenler gizem olarak kalacaktı. İçinden,
Allah rahmet etsin mekanın cennet olsun Mehmet amca dedi. Mehmet amca duymuştu onu. Allah razı olsun der demez kayboldu.
Ziyaret bitmişti. Yolda Hüseyin,
-İbrahim dün sen benim hanıma kayınbabamla geldiğini söylemişsin.
Yalan söylemeyi sevmezdi İbrahim. Ama mecburen bir yalan uydurmalıydı.
-Abi biliyorsun otobüs diğer köye kadar geliyor. Yolda uyudum ve babanızı rüyamda gördüm. Herhalde onun etkisinde kaldım. Başka bir yalan da aklına gelmemişti. Onlar da inanmış üstelememişlerdi zaten. Hayat böyleydi bir gizemdi. Bazen İbrahim olanları hatırlar, kimseyle de konuşamazdı. Keşke bir rüya olsaydı diye düşünür, aklına geldiğinde de vücudunu bir titreme alırdı. Hayat herzaman sırlarla doluydu. İçinden çıkılması ise imkansızdı.
Menekşe Gülay