- 1467 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
MAPUSHANE ÇEŞMESİ YANDAN AKIYOR YANDAN…
Baktım millet çatır çatır mapushaneye girip çıktığını anlatıyor. Yanlış anlaşılmasın mapushaneye girmişler ama öyle adi suçlardan değil, siyasi suç ya da kavga gibi fevri suçlardan ( Bu fevri suç tabirini de ben uydurdum ha. ) Eee benim başım kel mi? Ben de girdim mapushaneye.Hem de iki kez. Ben de anlatacağım.
12 Eylül ihtilalinin üzerinden henüz altı ay geçmişti. O yıllarda görev yaptığım Manavgat’ta artık sular durulmuş ve köprünün bir tarafından öte tarafına rahatça elimizi kolumuzu sallaya sallaya geçer olmuştuk. Artık hiç bir şeyden korkumuz da kalmamıştı. Ensemizdeki gözlerimizi kapatmıştık. Çünkü artık ‘’ Bizi birileri bizi takip ediyor mu? ‘’ diye bakma derdi kalmamıştı. Şimdi tek bir korku vardı o da ucundan kıyısından da olsa her hangi bir siyasi kuruluş ya da derneğe üye olmak. Siyasi suçlardan dolayı içeri alınanlarla yakın ilişki içinde olmak.
Siyasi bir kuruluşa üye değildim. Hiç bir dernekle de yakın temasım olmamıştı ama Ülkücü camia ile oldukça sıkı fıkıydım. Lakin 12 Eylül ihtilalinden hemen sonra okulumdan pek çok öğretmen arkadaş hatta bacanağım olan okulumuzun katibi içeri alınmış ve analarından emdikleri süt burunlarından fitil fitil getirilmişti.
O bahsettiğim katip arkadaşım anlatmıştı iki aylık bir çileden sonra…’’ Başımızda bekleyen subay grubu sağcı ise solcuların o pos bıyıklarını elleriyle kopartıyorlar, solcu ise de ayağımızı sandalyeye bağlayıp o ayaklar hissizleşinceye kadar sopa atıyorlardı…Aman gözünü seveyim Sami. Bu anlatıklarımı sakın sağda solda kimselere anlatma sonra bir daha girerim oraya ve de hiç çıkamam ‘’ diye uyarırdı garibim.
Oralarda o kadar çok dayak yemiş, işkence görmüşlerdi ki… mesela beni 1979 da döven çetenin başında bulunan birisi daha önceleri bizim okul resmi bayramlarda yürüyüş yaparken çetesi ile birlikte yuhhh çekip bizi protesto ederken 12 Eylülden sonraki ilk 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramında ayakları sargı bezi ile kaplı bir halde bizi alkışlıyordu. Biz de bir zamanlar bizi korkudan altına ettiren bu delikanlıya öpücükler yolluyorduk. Aynı masanın sağcılar sağına, solcular soluna oturup ortasını boş bırakan öğretmen arkadaşlar bile artık birbirlerine akşam komşuluklarına gider olmuşlardı.
Öyle ‘’Kaymakamım, Belediye Başkanıyım’’ diye hava da atamıyordunuz. Çünkü 12 Eylül öncesinin kaymakamı kim bilir nerelere sürülmüş, belediye başkanı ise çoktan maphushaneye konuşlandırılmıştı.
Kesin bilmiyorum ama sanırım beni adam yerine koyan olmadı. O yüzden de çok şükür o işkencelerin hiç birisine maruz kalmadım. ‘’Hapishane yüzü görmedim’’ diyordum ki ben de gördüm sonunda maphushaneyi.
1981 yılının Mart ayıydı. Okul müdürümüz sarı bir zarfın içerisinden çıkardığı bir yazıyı önüme koydu ve ‘’ Sami Bey…Şunu oku ve okudum, bilgi edindim diye altını imzala ‘’ dedi. Memuriyet yapanlar bilirler. Sarı zarf bir devlet memuru için hiç bir zaman hayra alamet değildir. ( En azından genel olarak hayra alamet değildir diyelim ) ‘’ Aha da necaseti yedik ‘’ diye yazıyı aldım ve başladım okumaya.
Sayın Sami Buber ( O zamanki soyadım Buber )
İlçemiz Kapalı Cezaevinde ‘’ Atatürk İlkeleri ve Önemi’’ konulu bir konferans vermekle görevlendirilmiş bulunuyorsunuz. On beş gün içerisinde gerekli hazırlıklarınızı yaparak belirtilen gün ve saatte İlçe Cezaevinde görevi ifa etmeniz önemle duyurulur’’
Oh beee ..Bu muydu? Aklım gittiydi…Okudum , bilgi edindim. İmzadım. Çok şükür…Ya rabbim sana çok şükür. ‘’Beru gel bakalım kellesi omuzuna yük sefil ‘’ diyen olmamıştı.
Hemen kolları sıvadım. Bir sürü kaynaktan faydalanarak upuzun bir konferans hazırladım ve belirtilen gün ve saatte Manavgat İlçe Cezaevine gittim.
Bir cezaevini ilk defa içeriden görüyordum. Mahkumlar jandarma nezaretinde karşımda dizildiler. Hırsızlık, dolandırıcılık, özellikle de kız kaçırma suçluları..Siyasi suçlu yok aralarında. Bir kaç gün önce karşısında el pençe olduğumuz Belediye Başkanı da orada..Şimdi o benim karşımda süklüm püklüm vaziyette..Ben işte bu insanlara Atatürk İlke İnkılaplarını ve Önemini anlatacaktım.
Başladım konferansa…Öyle bir hazırlık yapmışım ki tam bir buçuk saat sürdü konferansım. Karşımdaki mahkumlar çıt çıkarmıyorlar…Bırakın çıtı o ilk oturdukları vaziyeti bile değiştiremiyorlar. Sanırsın hepsi heykel. Hayatta olduklarının tek işareti arasıra kapanan göz kapakları ve önlerine düşüp telaşla kaldırdıkları başları.
Onlar ‘’ Anlat anlat heyecanlı oluyor’’ modunda beni dinlerken (!) ben de arasıra etrafa bakıyorum. ‘’Yahu bir insan böyle bir yerde nasıl yaşar? Ki Manavgat Cezaevi Türkiye’deki en iyi cezaevlerinden biriymiş.
Neyse…Konferans bitti…Ama ben tatmin olmadım. Daha iki yıllık öğretmenim. Serde de idealistlik var. İlle öğreteceğim bu hırsız oğlu hırsızlara, uğursuz oğlu uğursuzlara Atatürk İlkelerini ve Önemini… Merakla sordum : ‘’Arkadaşlar içinizde sorusu olan var mı? Aman ha anlaşılmayan bir şey kalmasın? Sorun anlatayım’’. Mahkumlar nöbetçi subaya baktılar ‘’ Gerçekten de soru sorabilir miyiz?’’ dercesine…Subay ‘’ Evet hocaya soru sorabilirsiniz’’ dedi Zayıf, kara kuru bir parmak kalktı. Benim gözlerim ışıldadı ‘’ Helal lan Sami bu işi de kıvırdın. Bak millet anladı anlattıklarını. Atatürk İlkeleri ve Önemi mahkumların ilgisini çekti ‘’ dedim kendi kendime o bir saniye içinde.
-Bir sorunuz mu vardı arkadaşım?
-Evet hocam.
-Buyurun sizi dinliyorum.
-Hocam siz okumuş yazmış, bunca mektep medrese görmüş bir adamsınız. Sizden kendim ve arkadaşlarım adına bir ricada bulunacağım. Hani diyorum ki bizim adımıza Meclise, Başbakana, Cumhurbaşkanına bir dilekçe yazsanız da bize bir af çıkartsalar ha? Ne dersiniz? Yazar mısınız?
-Ah be kardeşim. Benim yazmamla olsa bir değil bin dilekçe yazayım. Sizi Allah kurtarsın. Başka sorusu olan?
Başka parmak kaldıran olmadı. ‘’ Ne yani ben onca konuşma yaptım bundan çıka çıka Af dilekçesi ‘’ mi çıktı yani?
Bir buçuk saati konferans, gerisi subayla muhabbet derken tam üç saat kadar kaldım maphushanede bu ilk girişimde.
Daha fazla da kalabilirdim…Hem de uzun bir süre…Eğer içimde tuttuğum küfürleri dışarı salabilseydim. Beni buraya gönderenlere o kadar çok küfür etmiştim ki. Her küfür için bir ay yatsam sanırım toplamda bin ay kadar yatardım orada.
1981 senesi askeri bir geçiş dönemiydi. Peki 1998-1999 Eğitim öğretim yılı neydi?
On yedi sene sonra Afyon’un Sandıklı İlçesindeydim. O yıllarda sekiz yıllık kesintisiz eğitim başlatılmış ya da çalışmaları başlamıştı. Her kafadan bir ses çıkıyordu ama en fazla ses elbetteki bir İmam-Hatip Lisesi olan benim okulumda çıkmaktaydı. Çünkü sekiz yıllık kesintisiz eğitim en çok İmam-Hatip liseleri ile ilgili bir konuydu. Ben her zamanki gibi ‘’ Ben bilmem devletim bilir.’’ Modundayım. Yani benim için farketmiyor ister sekiz yıl kesintisiz olsun ister onbir yıl. İsterse de birer yıl arayla kesintili olsun. Ben devletim bana ne görev verirse onu yapmakla mükellef 657 ye tabi bir devlet memuruyum o kadar. Benim tepkim her zaman olduğu gibi iki yüzlülüğe.
Bir gün ( Yanlış hatırlamıyorsam bir tatil günü..Okul yatılı olduğu için bizde okulun kapıları hiç kapanmaz ve her zaman okulda nöbetçi öğretmen ve idareci bulunurdu. ) Üç dört son sınıf kız öğrencisi heyecanla idarecilerin odasına geldiler ve
-Hocam bildiri dağıtıyorduk ‘’ Okuluma dokunma ‘’ diye . Polis elimizden bildirileri aldı. Bunları size kim hazırladı diye baya bir sıkıştırdılar ama biz kendimiz hazırladık dedik. Bundan size bir zarar gelmesin sonra.
İdarecilerin etekleri tutuştu tabii ki?
-Aman ha kızlar. Bizim olaydan haberimiz yok. Sakın bir daha sorgularlarsa bunları okulda hazırlayıp fotokopi ile çoğalttık filan demeyin. Çoluk çocuk sahibiyiz hepimiz. Ekmeğimizden olmayalım durup dururken.
Üç dört kız öğrencinin masumane bir şekilde okulları için bir şeyler yapma uğruna ( Doğruluğunu, yanlışlığını tartışmıyorum ) yaptığı bir olayın böyle polisiye bir olay olmasına mı yanarsın. Bu öğrencilere ‘’ Aslan kızlarım, kaplan kızlarım deyip onların eline bildirileri tutuşturduktan sonra ‘’ Aman ha ‘’ diyen arkadaşların tutumuna mı yanarsın?
Kızlar odadan çıktıktan sonra onları bulup ‘’ Çok zorlanırsanız benim adımı verin. Sami Hoca bizi örgütledi deyin. Ben nasılsa yırtarım. Teyzemin kocası Orgeneral ‘’ dedim.
Aradan bir kaç gün geçti. Yine sarı bir zarf. Bu sefer direkt bana gönderiliyor. ‘’Oğlum Sami Manavgat’ta yırttın ama bu sefer yırtamayacaksın sanırım ‘’ dedim. Tamam Orgeneral eniştemiz var ama bakalım Paşa -her attığı adım Atatürk düşmanlığı olarak lanse edilen- bir imam- hatiplinin arkasında duracak mı? Hatta acaba böyle bir akrabası olduğunu bile hatırlayacak mı? O kadar kopuk bağlarımız. Bir kaç saniye içinde hep o kızlara söylediğim sözler geldi aklıma. Çünkü sarı zarf Cumhuriyet Savcılığından geliyordu.
Neyse efendim. Zarfı açtım ki 1981 yılında Manavgat’ta gelen sarı zarf ile bunun içeriği hemen hemen aynı… Sandıklı Ceza ve Tevkif Evinde ‘’Atatürk’ün Eğitim ve Öğretime Verdiği Önem’’ konulu bir konferans vermekle görevlendirilmiştim. Velhasılı yine yırtmıştım.
Bir hafta sonra bir arkadaşın taksisi ile Ceza Evi kapısı önünde durduk. Durmamızla birlikte de asker kuleden uyarıyı çekti.
-Kırmızı şahin…Derhal kapının önünden uzaklaş.
-Hemşerim benim bir işim vardı içeride.
-Bayram değil seyran değil. Ne iş bu? Hemen uzaklaş…Yoksa günah benden gider.
-Yahu konferans verecektim. Görevliyim ben.
Bir iki dakika içinde bir jandarma subayı ve bir kaç er silahlarını bize doğrultmuş olarak dışarı çıktılar. Subay
-Gel hele bakalım içeri. Derdin ne senin bir anlayalım.
Hemen elimdeki yazıyı göstedim. Önce üzerim arandı. Sonra savcılığa telefon edilip durum aydınlığa kavuşturuldu. Bana emir gönderen Savcı Bey Ceza Evine bu konuda bilgi vermeyi unutmuş meğerse. Durumun anlaşılması üzerine saygı sevgi gösterileri başladı.
Yine bir buçuk saat kadar ‘’Atatürk’ün Eğitim ve Öğretime Verdiği Önemi’’ bir sürü hırsız, yankesici, dolandırıcı, adam yaralayıcı , kız kaçırıcı vatandaşa anlattım dilim döndüğünce ama bu sefer Manavgat’tan tecrübeli olduğum için ‘’ Arkadaşlar anlaşılmayan bir şey var mı ?’’ diye sormadım. Konferanstan sonra bir buçuk saat da maphushane müdürü ve nöbetçi subayı ile muhabbet edip maphushane hayatımı bitirdim.
Anlayacağınız ben de girdim maphushaneye…Hemde iki kez…Toplamda altı saat. Yani bir günün dörtte biri kadar bir süre maphusluğum vardır. Ona göre…Ben diyeyim de hani ne olur ne olmaz. Bir yanlış yapan ya da yapmaya kalkan çıkmasın.
NOT: Yukarıdaki resimde Manavgat kapalı Cezaevini görüyorsunuz…Daha sonraları içindeki mahkumlar Alanya’ya taşınmış ve orası bir ana okuluna çevrilmiş diyorlar. Bu haberin doğruluğu hakkında bir bilgim yok.
YORUMLAR
Sayın Hocam,
Allah ne bizleri, ne de yakınlarımızı içeri düşürmesin.
O mektebin eğitimi eksik kalsın.Hürriyet 'den , özgürlükten yüce bir kavram tanıyamıyorum.
içeridekileri, hele haksız yere düşenleri, tez elden kurtarsın.
Teşekkürler .
sami biberoğulları
Dileklerine bütün kalbimle amin diyorum.
Selam ve saygılarımla.
aman aman Allah kimseyi düşürmesin hocam
:)) sizin ziyaret kısa sürmüş vesselam
saygılar
sami biberoğulları
Amin...Allah kimseleri düşürmesin.
Selam ve sevgiler.
hocam cezaevine görevli gitmekle cezalı gitmenin arasında çok çok fark var bende baştan hakikaten suçlu olarak gitmiş zannına kapıldım ama gerçek anlaşılınca rahatladım yazı güzel anlatılmıştı kalem usta olunca okumakta başka bir güzel oluyor emeğinize kaleminize sağlık saygılarımla SELAMLAR
sami biberoğulları
Okuyucuya böyle bir sürpriz yapayım dedim. Beğendiğine sevindim. Çok sağ ol var ol.
Selam ve sevgilerimle.
Hocam ben de senin gibi girdim ceza evine ileride belki yazarım,tebrik ederim saygılarımla.
sami biberoğulları
Senin anılarını okumak da güzel olurdu doğrusu. Sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
Allah kimseyi düşürmesin derim..Bende bir ara mezar kazma merakı başladı..arkeolojiyede baya merakım var..eşim sen hapise girmeye çok meraklandın canın ne istiyorsa onu yap dedi...tabi ekibi kuramadım..kanununa nizamına göre yapardık bizde ama olmadı..Keşke bir dileçce yazaydın mahkumlara...beğenerek okudum sevgiler saygılar...
sami biberoğulları
Öncelikle bu yorumu arkeologlar görmesin. Zavallılar hep muzdariptirler kendilerine mezar kazıcı denmesine...Baksana sen de aynını demişsin.
Benden tavsiye...Aman sakın define işine bulaşma. O öyle bir hastalıktır ki kurtuluşu yok, ilacı, şifası yok. Hani sen yaptın mı dersen asla ama yapanları biliyorum. Hayatları hep define aramakla geçti zavallıların. Bir şeyler bulanlar ise hapislerde çürüdü adeta.
Yasal define arayıcılığına gelince: İnan bana harcı borcundan fazla.
Selam ve sevgiler.
Allah daha uzun süreli cezaevinde bıraktırmasın güzeldi
selam saygılar
sami biberoğulları
En çok korktuğum şeylerin başında gelir ceza evine düşmek.
Çok çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.