- 494 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sonsuz Maviliklerde Buluşacaktık
Rüzgâr mevsiminde, sonbaharda gelecektin sen. Bir öksüzün yanağını, hayata hazırlayan anne gibi, rüzgârlarıyla kâh okşayıp kâh uyaran mevsimdir sonbahar. Saçlarını boğaz rüzgârına kaptırmış saçak saçak salkım söğüdüm karşılayacaktı seni. Boğaza karşı söğüdün gölgesinde oturup, akıntının seyrine dalacaktık. Geçen gemileri sayacak, hatta eski günlerdeki gibi el sallayacaktık. Dalgalanan bayraklarına bakıp hangi ülkeden, hangi uzak denizleri aşarak geldiğini anlamaya çalışacaktık. Türk bayrağı dalgalanan gemilere bakıp, bu bizim diyecektim kıvançla. Boğazdan geçen gemiler üstüne yaptığım araştırmaları anlatacaktım sana. Geçen geminin ismini not edip, eve gidince internetten gemi hakkında detaylı bilgilere ulaşabildiğini; geminin hangi tarihte, hangi limanda imal edildiğini, yükünün ne olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini anlayabiliyorum. Tüm bunları yaparken istihbarat teşkilatının gizli bilgilerine ulaşmış çocuklar gibi mutlu olduğumu fark edecektin. Meşgalelerimi keyifle anlatırken; yalnızlığı küçük bir kız çocuğu nidasıyla süslediğimin ayrımına varacaktın. İçin ezilse de tebessümle bakıp yüzüme delisin sen diyecektin. Senden daha deli olmadığımı söyleyip, savunacaktım kendimi. İnsanlardan uzaklaşıp yüksek dağlara tırmanma isteğinle eğlenip, bir gün alacağım eski gemiyle, seni haritalarda görünmeyen ıssız bir adaya bırakmayı teklif edecektim. Kabul etmeyecektin teklifimi. Adaya giderken yanıma almak istediğim üç şeyden biri, sen değilsin diyecektin gülerek. Hem yerimi bilirsen, canın sıkıldıkça gelir bozarsın keyfimi, diyen sözcük gruplarıyla sürüp gidecekti bu atışma.
Sonra arnavut kaldırımları döşenmiş tarih kokan sokaklardan, yokuş aşağı bir yürüyüş tutturacaktık seninle. Çınarlı meydanda soluklanıp, üç kola ayrılan yolda seçenekleri sıralayacaktım sana. Sağa kıvrılan yoldan, yokuş yukarı tırmanıp Aşiyan’a gidebiliriz. Sola kıvrılan yoldan ilkokulun önüne çıkıp, eski çeşmenin önünden sahile ulaşabiliriz. Yokuş aşağı devam edip en sevdiğim evi gösterebilirim, seç birini diyecektim. Sen seçim yaparken rehberliği sürdürüp, kale arkasının tek tük kalmış, yıkılmaya yüz tutmuş ahşap evlerini gösterecektim. Yokuş aşağı devam edecektik yola. Seni kırmayayım, önce sevdiğin evi görelim diyecektin. Söylenerek, kolaya kaçmakla suçlayacaktım seni. İlk yolu seçseydin; yokuş tırmanacak, İkinci yolda düz devam edecektik. Ama sen benim istediğimi seçmiş gibi yaparak, kolay yolu yani yokuş aşağı inişi seçmiş olacaktın. Nezaketen sevdiğim yolu seçmiş gibi pozlar takınma, sen oldum olası tembel bir adamdın, kolayı seçtin yine, diye yaygara koparacaktım.
Bu eve ne zaman baksam, nutkum tutulurdu. Kale arkasının en güzel evlerinden biriydi. Kocaman bir kayanın üstüne oturtulmuş, zaman ve mekâna meydan okur bir hali vardı. Muazzam büyüklükteki bahçesini kalın bir duvar saklardı yabancı gözlerden. O bahçe sanki avucunda boğaz manzarasının tüm gösteriş ve ihtişamını dünyadan sakınır, saklarmış gibiydi. Ne zaman geçsem yakınından, bahçesinde ya da penceresinde insan yüzü göremez, içinde yaşayan olmadığına kanaat getirirdim. Çocuksu bir merakla öyle bir takibe almıştım ki zaman içinde perdelerin her defasında modaya uygun değiştirilişinden, pencere önü saksılarında değişen çiçeklerden anlardım birilerinin yaşadığını. Yokuşa doğru kıvrılıp eve aşağıdan bakıldığında tüm heybeti serilirdi gözler önüne. Kayaların dibinde şimdilerde çalıların kapattığı bir oyuk vardı. Dehlize benzer bu girişi çalılar kapatmadan önce demir parmaklıklardan yapılmış bir kapı vardı oyuğa girişi engelleyen. Kocaman asma bir kilidin asıldığı bu kapı, içeriye girişin mümkün olmadığını anlatmakla kalmaz, dışarıya çıkabilmenin de imkânsız olduğunu düşündürürdü bana. Her davranış, konuşurken kullanılan kelimeler, giysilerimiz ve yaşanan ev ruhumuzdan bir parçayı hem yansıtır, hem saklar. Bu evde öyleydi. Korunaklı, saklı bir bahçeyi andırsa bile içindeki insanların gücünü ve azametini gözler önüne sermek için yapılmıştı sanki. Çocuk aklımla masalsı bir duruşu vardı bu evin ve karar veremezdim bir türlü dünyadan kopmuş, soyutlanmış gibi duran böylesi bir evde yaşamak ister miydim, istemez miydim diye. Evin yanından geçerken, bu sükûnetli duruşta gücüyle eş orantılı bir çaresizlik, bir yalnızlık olduğunu düşünüp irkilirdim zaman zaman. Gücün ve ihtişamın bedeli, büyük yalnızlıktır... Der gibiydi ev bana. Eğer gelseydin, kelimelerle anlattığım bu manzarayı görecektin. İçimde bir yerlerde nicedir tanıdığım seninle, bu ev arasında güçlü bağlar olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden en çok bu evi görmeni isterdim.
Yolun sonuna vardığımızda dünyanın en güzel manzarası, şehirlerin en güzelinin yüreği, Mavi Marmara kucaklayacaktı bizi. Eskiden var olmuş, şimdilerde izi bile görünmeyen çocukluğumun minik kumsalını, kayıkların bağlandığı küçük iskelenin yerini göstermek için sana hafızamı zorlarken, kayıp gidecekti anılar film şeridi gibi aklımın köşesinden. Bak işte şuradan denize girerdik, diyeceğim. Tüm çocuklar kumsalda, tam karşımızda duran Hisar kalesine benzer kuleler inşa ederdik. Kalenin içindeki ceviz ağacının altında sofra hazırlardı annem. İşte tam şurada bulunan küçük iskelede, boğazın diğer yakasında oturan halamlara gitmek için kayıkçılarla pazarlık yapardı babam. Tam karşıya Göksu deresinin denizle birleştiği yere Anadolu Hisarının dibindeki küçük iskeleye ulaşırdık motorlu kayıklarla. Güneşli günlerin anısı hiç yıpranmadan gelip yerleşecek göz bebeğime. Denize, maviye aşkımı anlatacaktım sana. O küçük kayıkla, karşıya geçene kadar ellerimi sudan hiç çıkartmadan, gözümü maviden hiç almadan, dere kenarına yaklaştığımızda gördüğüm yeşil yosun adacıklarında saklı anlardan, anılardan bahsedecektim tek tek.
El ele tutuşup evden kaçmış meraklı çocuklar gibi birlikte dokunacaktık zamana. Biz ikimiz aynı mekânın ayrılmaz delisiydik. Ruhumun acılarına şifa anlar ve mekânlar oldu hayat yolunda. Çocuk ruhuma üflenen, kokusu içime sinen mekânlar. Geldiğinde gezdirecektim bu mekânları sana. Anlayacaktın neden ruhumuzun böyle eş, böyle benzeş olduğunu. Ben sanmıştım ki biz; iki küçük yürek, köpüre köpüre ummana akan iki küçük ırmak, sonsuz maviliklerde buluşacaktık seninle. Gelseydin...
Zeynep Özmen - 17 Ağustos 2012
YORUMLAR
Beklenen özlenen bir sevgiliye derin bir sesleniş.
çok güzel betimlemeler yazıyı özel kılmakta.Sevgilinin gizemi eski bir evin anlamlı tarifine ne güzel resmedilmiş.
gemiler anlatılmış özenle ve gemilerle sevgili arasında kurulan ilginç ama anlamlı bağ,
okundukça haz veren çok güzel bir yazı.
gönülde yaşayan bir sevgilinin sabırla ve umutla bekleyişi...
kaleminiz daim olsun.