- 726 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kalplerinde Hastalık Bulunanlar
Kur’an ayetlerinde söz edilen kalplerinde hastalık bulunanlar genel olarak imanı kalbine tam olarak yerleştirememiş kişiler. İmani yönden kuşku içinde olan, Kur’an ayetlerini anlayamayan, kolayca şeytanın etkisine girebilen bu kimseler müşrik, kafir ve münafık özellikleri gösterirler.
Kalbinde hastalık bulunan kişi, imanı zayıf olduğundan, rüzgarın yönünde sürüklenen yaprak gibidir. Kalbini Allah’a tam olarak bağlayamaz ve O’ndan gereği gibi korkup sakınamaz. İmanı gereği gibi anlayamaz ve kavrayamaz. Dini tam olarak yaşayamaz; imanına şirk katar. Vicdanı doğruyu işaret ettiği halde o, nefsinin bencil tutkularına kapılır ve gerçekleri yaşamına geçiremez. Ahiret kazancı yerine dünya hayatını ve dünyevi çıkarlarını tercih eder. Tutkuyla bağlandığı dünyaya öncelik verir, ahireti arka plana atar.
İnanan insan da bazı durumlarda kalbi hastalıklı kişi özellikleri gösterebilir. Örneğin kötü gibi görünen bir olayla karşılaştığında bir an umutsuzluğa kapılabilir. Ayetteki ifadesiyle, "... artık o, ye’se düşen bir umutsuz" gibidir. (Fussilet Suresi, 49) Ya da bazen yanlış olduğunu bildiği halde başına gelen musibet karşısında şeytanın etkisiyle hüzün duyabilir. Kimi zaman dünyanın çekici süslerine kanabilir, önceliklerini belirlemede hata yapabilir.
Bediüzzaman konuyla ilgili olarak Hz. Eyyub (as)’ı örnek verir ve "onun zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz" der.
Şöyle devam eder Bediüzzaman; "Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb (as)’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor."
Kur’an’da Tevbe Suresi, 45. ayette "Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler"den söz edilir. İnsanın içindeki yara kalbindeki kuşkuyla orantılıdır; kuşku ne kadar güçlüyse yara da o kadar derindir.
Manevi yaralar sonsuz yaşamı tehdit eder hale gelir, günah kalbe işler ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle siyahlandırarak imanın nurunu çıkarıncaya kadar kalbi katılaştırır. Ancak insan tedavi için çaba göstermek yerine, hastalığını daha da artıracak ortamlarda bulunursa, hastalık durumu sürer.
Ancak ne yaşarsa yaşasın bunlar, inanan insanın kolaylıkla şifa bulabileceği durumlardır. Kur’an, "sinelerde olana bir şifadır, hidayet ve rahmet"tir. (Yunus Suresi, 57) Kalbinde hastalık olan insan, Kur’an’a sıkı sıkı sarıldığında, hastalığı şifa bulur. Kişi yalnızca ilacı alır, kalbindeki hastalığın gitmesi için Rabb’ine samimi dua eder ve Allah’ın dilemesiyle tedavi olur.
Dolayısıyla kalbinde hastalık olduğunu hisseden insanın tedirgin olmasına gerek yoktur. Samimiyetle Kur’an’a sarılması, vicdanına uyması yeterlidir. Allah’ın dilemesiyle, hasta hep hasta olarak kalmaz. Zaten adı üzerinde hasta, tedavi olabilecek olan kimsedir.
Kur’an ayrıca, "onlar için yetmiş kere bağışlanma dilense de, Allah’ın kesinlikle bağışlamayacağı" ve "kalpleri parçalanmadıkça" vazgeçmeyecek olan kişilerden söz eder. Onlar şifa bulamayacak karakterdeki kişilerdir ve ölmedikçe mümkün değil durdurulamazlar hatta cehennemde de azgınlıklarına devam ederler.
Kur’an’da kalbi hastalıklı olarak tarif edilen bir diğer grup münafıklardır. Ancak münafıklar diğerlerinden farklıdırlar. Onlar, dilleriyle inandıklarını söylerken hastalıklı kalplerindeki küfrü saklamaya çalışırlar. Konuşma ve davranışlarıyla müminlerden, şeytani ruhlarıyla kafirlerden çıkar beklerler.
Münafıklar da hasta kalplerinin şifa bulması zor kişilerdir. Ancak Kur’an, Allah’ın sonsuz merhametiyle kalbini hastalıktan kurtardığı münafıklardan söz eder. Allah, samimi olarak Kendisinden korkan, vicdani duyarlılığı artan, ihtiyaç içinde bağışlanma dileyen münafıkların da dilerse tevbesini kabul eder. Bir Kur’an ayetinde savaşa çıkmaktan kaçınan üç kişiyi bağışladığını haber verir:
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)
Allah sonsuz adalet, sevgi, rahmet, merhamet ve lütuf sahibidir. Kendisine samimiyetle yönelenin karşılığını fazlasıyla verir. Allah, iyiliği bol, esirgemesi çok olandır ve O, dilediği takdirde her hastalıktan kalpleri arındırır.
... Allah, sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Ali İmran Suresi, 154)
YORUMLAR
Şöyle devam eder Bediüzzaman; "Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb (as)’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor."
Bu ifade ne kadar doğru ..Ne güzel söylemiş Bedüzzaman hz'leri..
Bizlerin en büyük hatasıdır kendimizi kusursuz görmek. İnsanlar zahiri hastalıklar için doktor, doktor koşarken manevi dünyamızda ki çöküşler önemsenmez. Halbu ki bu yaralar ebedi dünyamızı mahvediyor. Onun için geç olmadan tövbeye koşmak gerek. Ama nasuh tövbesi, ve bir kamil bir doktorun kapısında manevi terbiyeye başlamak.
..............
Dolayısıyla kalbinde hastalık olduğunu hisseden insanın tedirgin olmasına gerek yoktur. Samimiyetle Kur’an’a sarılması, vicdanına uyması yeterlidir. Allah’ın dilemesiyle, hasta hep hasta olarak kalmaz. Zaten adı üzerinde hasta, tedavi olabilecek olan kimsedir.
Ve bölümde de dünkü yazınız umutvar olmak devreye giriyor..Tedaviya sımsıkı sarılmak verilen dozu yeteri almak ve umudunu kaybertmeden sabırla beklemek.
Allah razı olsun bu güzel faydalı yazılar için. Kaleminiz daim olsun..