- 1042 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Halil Efendi
Okula ilk defa gidiyordum. Yeni atanmıştık oraya. Kapıdan içeri girdiğimde beni hacı misi de dedikleri gül yağı kokusu karşıladı. Kaynağını merak ettim. Şöyle bir odalara uzattım kafamı bulamadım. Ya da koku öylesine sinmiş ki okula her taraf gül yağı ile yıkanmış gibi geldi. Okul değil sanki türbeydi. Sağdaki ilk kapıyı çalıp müdür beyi sormak istedik işte o an kokunun kaynağı bulundu. İçeride ki görevli bizi öğretmenler odasına yönlendirip müdür beyin az sonra geleceğini söyledi.
Bize gösterilen odaya girince biraz rahat nefes aldım. Bu nefes kısa sürdü ama biraz sonra tek ayağını sürükleyerek biri girdi içeri. Kravatlı ve ceketli olması öğretmen ya da memur izlenimi oluşturdu bende. Saçları biryantinli, parmağında kocaman taşlı yüzükle ciddi görünse de güler yüzlü biriydi. Bize kendini tanıttı, Halil Efendi okulun katibiymiş. İşte okul kapısında bizi karşılayan kokunun kaynağı…
Göreve başlama işlerimiz tamamlandı. Birkaç gün sonra taşındık geldik okulun lojmanına. Bir de baktık ki kapı komşumuz Halil Efendi. Ve apartmanın girişinde karşıladı bizi yine gül yağı kokusu. Biz kendi aramızda neler yaşayacağımızı konuşup gülerken kapımız çalındı, komşumuz bir ihtiyacımızın olup olmadığını sordu. Gerçekten memnun olduk. İyi bir komşumuz vardı demek ki.
Ardan zaman geçti, samimiyeti ilerlettik Halil Efendiyle. Altı çocuğu olduğu için genelde yalnız gelirdi bize çay içmeye. Ama öyle hoş sohbetti ki çocuklar bile gelsin diye gözlerlerdi. Her gelişinde bize anlarını anlatır, bizi gülmekten kırar geçirirdi.
Halil efendi, küçüklüğünde bir hastalık geçirmiş. İmkansızlıklar nedeniyle ailesi doktora götürememiş. Sol dizin bükülmediği için sürüyerek yürürdü. Ama bunu hiç dert etmez üstelik kendi haline güler, bizi de güldürürdü. Göreve yeni başladığı yerlerde bir ilçe merkezine atanmış. Günlerce ev aramış sonunda bulmuş. Gün boyu eve yerleşmeye çalışmış, yorgun düşmüş. Akşam yemeğe çağırmış ev sahibi bey, seve seve gitmiş. Evin hanımı yer sofrasını hazırlamış buyur etmiş misafiri. Halil Efendi çekinmiş sofraya oturmaya, ayağını nasıl uzatacağını bilememiş. Zor güç oturmaya çalışırken ev sahibi gelmiş uzatmış sağ ayağını oturuvermiş sofraya. Halil Efendi gülmekten oturamamış bir süre. Ev sahipleri şaşırmışlar. Ama bir süre sonra onlarda gülmeye başlamışlar. Ev sahibinin sağ dizi, Halil Efendinin sol dizi kıvrılmıyor. İkisi birden ayaklarını uzatıp oturunca başkalarına oturacak yer kalmıyor. Bu anısını anlatırken kendi de bizde kahkahalara boğulduk.
Aradan günler geçti. Dışarıda lapa lapa kar yağıyor, fırtına, tipi kıyamet gibi. Bir de elektrikler kesilmez mi. Zaman geçmek bilmiyor. Kızlarım tutturdular “Halil amcayı çağıralım, o bizi güldürüyor, bize bir şeyler anlatıyor” diye. Gidip çaya çağırdık Halil efendiyi. Eşiyle birlikte geldiler. Çaylar içildi, kızlar gözlerini içine hadi anlat der gibi bakınca güldü Halil Efendi. Başladı bir anısı anlatmaya:” Ramazan ayında teravih namazı kılmak için camiye gitmiş. Cami gittikçe dolmuş. Yanına bir dede ve torunu gelip oturmuş. Çocuk Halil efendinin sol ayağını uzatıp namaz kıldığını görünce uzatıvermiş ayağını başlamış Halil Efendi gibi namaz kılmaya. Manzara görülmeye değer. Halil efendi gülmekten kılamamış namazını. Namaz bitince dede torununa neden öyle namaz kıldığını sorunca iş anlaşılmış. Camiye gelirken iyice tembihlemiş dede, yanındakiler ne yaparsa sen de onu yap, diye. Yanında Halil Efendiyi gören çocuk, namaz öyle kılınacak sanmış, uzatmış sol ayağını.” Halil efendini sözleri bittiğinde hepimiz yerlerde gülüyorduk. Olayları yaşayanın ağzından dinlemek daha eğlenceli oluyor hele de Halil Efendi gibi kendisiyle barışık insanların anlatımlarını dinlemeye doyum olmuyor.
Halil efendinin anıları bitmezdi. O anlatmaktan biz dinlemekten bıkmadık. Dini vecibelerini eksiksiz yerine getiren bir insandı. Bir sabah erkenden kalkmış, ezan vakti ama ezan okuyan yok. Demiş gidip ezanı okuyayım Müslümanları namaza çağırayım belki sevap kazanırım. O zaman ezan minareden okunuyormuş. Güç bela çıkmış minarenin şerefesine, okumuş ezanı. Başlamış minareden inmeye. Soluk soluğa camiye girdiğinde bir de ne görsün cemaat namazını çoktan bitirip evlerine gitmiş. Halil Efendi gülsün mü ağlasın mı bilememiş. Oturup tek başına kılmış, namazını.
Gül yağı kokuları nedense hiç itici gelmemeye başladı bize. Halil Efendinin kendiyle barışık, hoşgörülü hali bize o ağır kokuyu da sevdirdi. İnsanın kendini bilmesi, eksik ve kusurlarını kabullenmesi gibi bir erdem yok bence. Halil Efendi evlenmeye karar vermiş. Ailesi bir kız göstermiş. Beğenmiş o da. Gidip istemişler. Kayınpeder olacak kişi ben topala kız vermem demiş. İlk kez o zaman çok zülmüş Halil Efendi. Ama bir gün o şahısla karşılaşmış. Bu demişler kayın pederin olacak adam. Adama şöyle bir bakmış, bir de ne görsün kendinden bin beter topal. Yol ortasında kahkahalarla gülmüş bu duruma. Sonunda o adamın kızıyla evlenmiş yine de. “Şimdi kayın pederim beni çok sever.” Diye anlatırdı, zaman zaman.
Ne zaman gül suyu, gül yağı kokusu duysam Halil efendi gelir aklıma. İster istemez bir tebessüm konar dudaklarıma. Şimdi nerdedir, neler yaşıyordur bilinmez ama bu höşgörülü hoş sohbet adamı hiç unutmadık. Ve ondan öğrendiğimiz hoş görüyü de… İyi ki tanıdık seni…
YORUMLAR
Allah Halil efendiye sağ ise sağlıklı ömürler,
Vefat etmiş ise, rahmet diliyorum bu mübarek günde.
Bu güzel anılarınızı bizlerle paylaştığınız için sizlere de çok teşekkürler.
Her satırını kahkaha atarak okudumm inanınn.
Halil efendi gibi kendisiyle barışık ve halk kültürü dolu dolu olan insan az bulunur. Eminim halil efendi yaşamış olduğu olayları sizlere aktarırken muhakkak yöresel şivesi, hal ve tavırlarıyla sizlere unutamayacağınız bu güzellikleri sunmuştur. Bana göre insan yaşadığı olayları karşı tarafa aktarmasıda bir yetenek işidir. Benzer olayları bizlerde görüp dinliyoruz ve işte bu diyorum hiç bir komediyene sanatçıya gerek yok dedirtiyorlar.
Tekrar tekrar teşekkürler, tebrikler. Selamlar.