BİR RÜYA BİN DÜNYA-VIII
YÜKLÜK PLÂNI
Yer ile gök nasıl birbirlerine uzak görünürler... Fakat ikisini birbirine yakın kılan şey ufuktur. Ne kadar ırak görünseler de ufukta birleşirler; öyle görünürler. Bazı kişiler de böyle, sadece ‘ufuk’ gibidirler.
Altmış hanedir Bişek Köyü. Büyük çoğunluğu akrabadır birbirleriyle. Diğerleri de yakın komşulardır. Yusuf Çavuş, her seçimde sanki tek başına seçilir. Muhtar olarak arkasında her zaman akraba, eş ve dost desteği vardır. Her seçildiğinde köylü ne derse onu yapar. Muhtarın ücreti buğday almaktır. Onu da Yusuf Çavuş herkesten almaz. Hele fakir fukaradan hiç almaz. Üstelik onlara fazladan yardımlarda da bulunur. Bu yüzden Yusuf Çavuş, gittikçe kendini sevdirir ve kabul ettirir.
İnsanoğlunun yapısında, mayasında hemen her şey mevcuttur. Kimilerinde bu durum, bir tarafıyla ağır basar. Çekememezlik gibi, kıskançlık gibi, hile yapmak gibi, tuzak kurmak gibi... İyilik ve kötülük... İşte insanoğlunun mayasını oluşturan iki sıfat... Biri yüceltir, asumâna çıkarır; diğeri alçaltır, yerin dibine indirir.
Bir de olsa, üç de olsa, beş de olsa toplumların içinde kötülük sıfatı taşıyanlar çıkmaktadır. Bu, geçmişte böyle olmuş, gelecekte de böyle olacağı görülmektedir. Çünkü, İblis’te iyi olanlardandı ama çekememezlik ve kıskançlık damarı çok ağır bastı. Sonunda bu sıfatı, onu da yolundan çıkardı.
Bişek Köyü’nde üç, beş de olsa Yusuf Çavuş’u çekemeyenler hep olmuştur. Bir ‘ufuk’ gibi görünmüşlerdir. Yusuf Çavuş, kaderini yaşamaya devam eder. Muhtarlık onun için bir son pâyedir. Onun için her yönden, herkese çok dikkatli davranır. Bu dikkat; güleryüzlülük, hoş görülülük, iyi niyetlilik, sevgi ve saygı, daima yardımseverlilik ve herkese gözü kapalı güvenirlilik hususlarıdır. Bu hususlarda gerçekten herkese eşit mesafede yaklaşır. Bunlar sonradan kazandığı değil, yapsında, mayasında bulunan davranışlardır. Yusuf Çavuş’un genlerinde vardır bu vasıflar. Bu, Yusuf Çavuş’u her zaman mütevazi kılmıştır. Onun bu mütevaziliği bazılarının kıskançlığının dozunu artırır.
Herhangi bir sebep aranmaz yapılan kıskançlıklarda, çekememezliklerde. Ya da kesin belli olmamakla birlikte ‘ya tavuğuma kışt, dedi; ya itime oşt, dedi.’ gibi havadan sudan, anlamsız bahaneler... Ama giderek bunlar daha da başkalaşır; büyür, büyür ve öyle bir hal alır ki temeli yalan hatta iftiraya dönüşüverir. En üzücü yanı da bu durumlara bazen bilerek, bazen bilmeyerek yakın sayılan akraba, eş, dosttan da katılanın olmasıdır.
Yusuf Çavuş, hiçbir şeyden habersiz, kendi halinde işine gücüne ve muhtarlık görevine devam etmektedir.
Bir akşam Cici’nin İsmail evinde yemeğe dâvet eder. Yemeğe Yusuf Çavuşla birlikte köyün imâmı Necip Hoca da dâvetlidir. Dâvette başkaları da vardır. Bunlar Talip ile Necip Efendi. Köyde Necip Efendiye Necip Hoca da denir. Necip’ler birkaç tane olduğundan lâkaplarıyla anılırlar. Bu yüzden Necip Efendi daha çok Bölük Emin diye anılır ve bilinir.
İsmail’in evine Kara İmâm hariç diğerleri gelirler. Yemek yenmeye başlanır. Kara İmâm hâlâ yoktur, görünmez. Bu sırada İsmail, sofranın başında iken bir soru sorarak konuşmayı açar.
-Yahu Çavuş! Bizim bu hokümet, benim heç hoşuma getmiyo. Şuna bah, sen, asırlardır bu milletin ‘Halifesini’ sürgüne gonder... Bu doğru mudur Çavuş ağa?
Yusuf Çavuş köyün muhtarıdır. Güngörmüş birisidir aynı zamanda. Üstelik soru kendisine yöneltilmiştir. Yusuf Çavuş, çok hem de çok iyi niyetlidir. Herkes bu sırada sofranın başında bir yandan yemeklerini yerler, bir yandan da Yusuf Çavuş’u dinlemeye koyulurlar. Yusuf Çavuş hiç çekinmeden konuşmaya başlar. Çünkü oradakiler onun sadece tanıdığı değil, güvendiği kimselerdir. Eğer Kara İmâm olsaydı gene konuşur muydu, bu belli değildir. Yusuf Çavuş bir süre, elindeki ağaç kaşığı sofranın üzerine bırakır.
-Öyle ya! Hahlısın...
Yusuf Çavuş hatta duygulanır bir an. Birden konuşmasına kısa bir süre ara verir. Hafiften yutkunur, sonra devam eder.
-Abulhamit Hazretleri... Bi taneydi o. Allah ondan razı olsun. En son o direndi. Ama onunda gucü yetmedi. Sürgüne gonderdiler. Hatta iftira ettiler. Hakaret ettiler. Rütbesini, nişanını soktüler, aldılar. Yetmedi, ‘Kızıl Sultan’ dediler. Nedendir bilinmez, hep sustuh! Bütün bu oyunlara, söylenenlere garşı gerçekten sessiz kaldıh. Sadece ardından türkü yahtıh Sultan’a;
“Şimdi adın galdı Hamit onbaşı.”
Herkes derin bir sükût içinde dinler. Yemekler yenir. Sonra birer birer sedire çekilirler. Burada da konuşmaya devam ederler. Her şey normal vaziyette devam eder. Dışarısı iyice karanlık olmuştur. Çok geçmez müsaade isterler ve kalkarlar.
Tam yedi gün sonra köye iki jandarma gelir. Doğruca Yusuf Çavuş’un yanına varırlar. Jandarma, defterin arasından bir kâğıt çıkarır ve Yusuf Çavuş’a imzalattırır. Sonra eline bir de kâğıt tutuşturur. Diğer jandarma söyleyiverir;
-Hakkında önemli şikâyet var kâya!..
Yusuf Çavuş, yazıyı evrir çevirir, iyice bakar ve okumaya uğraşır ama okuyamaz. Jandarma kâğıdı tekrar elinden alır ve okur. Yazıda, Çarşamba gunü sabah mahkeme olunacağı, konunun ise ‘hükûmet aleyhinde konuşma yapmak’ olduğu yazar. Yusuf Çavuş, bir an şaşırır. Hiçbir anlam veremez. Aklı durur adeta. Olduğu yerde çakılır kalır sanki. Hiç kıpırdamaz. Bu sırada jandarma elini Yusuf Çavuş’un omzuna kor. Yusuf Çavuş, biraz kendine gelir;
-Hadin ‘oda’ya gidelim!
Jandarmalarla birlikte Yusuf Çavuş odaya doğru, hiçbir şey olmamış gibi, sessizce giderler. Jandarmalar yemeklerini yedikten sonra müsaade isterler, kalkıp giderler. Jandarmaların gitmesiyle Yusuf Çavuş daha da telaşa kapılır. Doğruca evine gelir. Oğlu Hasan’a bir şeyler söyler sessizce. Hasan hızlıca avludan çıkar. Kendisi de tekrar kimseye bir şey söylemeden odaya gider. Çok geçmez odaya Bölük Emin, arkasından da Talip gelir. Cici’nin İsmail beklenir. Hasan içeri girer. Yusuf Çavuş hemen sorar Hasan’a;
-N’oldu oğlum? Nerde İsmail?
-Şey ağa! ‘Benim işim var. Gelemem’ dedi.
Odanın kapısı iyice kapatılır. Yusuf Çavuş, oğlu Hasan’a seslenir;
-Oğlum, kalk kapıyı arhadan kilitle. Gonuşacahlarımız gizlidir.
Bölük Emin, merakla sorar;
-Yahu Çavuş! Nedir bu telaşın? Gizli olan ne gardaşım?..
Talip araya girer;
-Yahu Çavuş ağa! Hayırdır, sen gizli iş tutmazdın!..
-He ya! Ben gizli iş tutmazdım, tutmadım da... Başıma ne geldiyse de tutmadığımdan geldi ya!
Bölük Emin çok heyecanla sorar;
- Nedir Çavuş, başına gelen?
-Bana bir celp geldi vilâyetten. Cenderme imzalattı. Aha kaat. Çarşamba gunü mahkemem varmış.
Talip tekrar araya girer;
-Ne mahkemesi Çavuş ağa? Senin mahkemelik ne işin ola?..
-Ee, iş öyle daal Talip. Hokümet gelecan dedi mi gelecan. Şindik beni eyi dinneyin. Bahın, ben, bugünlerde, yani yahın zamanlarda kimin yanında dövlet, hokümet hakkında gonuştum? Siz bilirsiniz.
Talip ile Bölük Emin birbirlerine bakışırlar. Yusuf Çavuş kendi sorusuna yine kendisi karşılık verir;
-Bi düşünün bahalım! Biz, birlikte kimin evinde yemek yedik? Hatırladınız mı?
-Bizim Çalık’ın evde...
-He ya! Çalk’ın evdeydik Çavuş.
-İşte benim endişem de bu. Hem niye Çalık gelmedi? Ben, Hasan’a sıhıca tembih ettim; ‘çok önemliymiş, mutlaka gelecamişsin.’ dedirttim. Buna rağmen gelmedi, bah.
-He ya! Hasan geldi, bize de öyle dedi.
-Bundan daha önemli ne olabilir Talip? Beni kim şikâyet eder? Bi düşünün bahalım.
-Yahu niye şikâyet ediyolar seni? Annamıyom bunları... Senin kimseynen alıp verecan yoh ki... Kim bu gendini bilmezler?..
-Peygamberi bile çekemiyen olmadı mı Emin Hocam? Hatta Şeytan, Adem’i bile çekemedi ya! Sizler cömaate böyle oretmiyonuz mu Neci Hocam? Neyse bırahalım bunları da, şindik ne yapmamız gerekir, onları gonuşalım.
-Tabi gonuşalım Çavuş ağa! Bu densizliği kim yapar yahu?
-Dur bahalım Talip. Hele heyecanlanma. Şindik ben, hokümet aleyhinde ne gonuştum, bunu bi tesbit edek.
Yusuf Çavuş, Cici’nin İsmaili’in evinde söylediklerini, Taliple Bölük Emin’in de yardımlarıyla bir bir yeniden ortaya koyar. Anlatılanlarda kesinlikle hükûmete, devlete atıp tutma göremezler.
Kendi kendilerine karar alırlar. Yusuf Çavuş, mahkemede yalnız değildir; Talip ile Bölük Emin ne olursa olsun şahitlik yapacaklardır. Bir şeyi daha öğrenirler; şikâyet eden, evinde yemeğini yediği Cici’nin İsmail’dir. İsmail bir türlü yaklaşmaz. Mahkeme gününe kadar hep köşe bucak kaçar. İşin bir başka acı tarafı, köyün imâmı olan ve Yusuf Çavuş’un kendisine güvendiği, çok şeyleri danışdığı Kara İmâm’ın da içinde olduğudur. Kara İmâm’ın -köye yayılan dedikoduya göre- şahitlik yapacağı duyulur. Mahkeme gününe iki gün vardır. Kara İmâm iki gündür câmiye gelmez. Yusuf Çavuş ve yakınlarıyla karşılaşmak istemez.
Olan olmuştur. Mahkeme günü gelir çatar. Yusuf Çavuş, Çarşamba günü sabahı vilâyette olur.
Vilâyet binasına girerler. Yusuf Çavuş, yanında Bölük Emin, Talip ve oğlu Hasan vardır. Çok geçmez, mübaşir Yusuf Çavuş’u, arkasından İsmail’i ve Kara İmâmı çağırır. Girerler hakimin huzuruna. Üstelik mahkeme ağır ceza mahkemesidir. Yusuf Çavuş, daha çok heyecanlanır ve hatta korkar. Elleri, ayakları titrer. İlk kez ağır ceza mahkemesinde yargılanmaktadır. Yusuf Çavuş işin ciddiyetini çok iyi bilmektedir. Onun için heyecanlanmakta ve korkmaktadır. Bütün vücudu yakalanmış bir serçe gibi titremektedir. Salonda adı okunanların dışında kimse yoktur. Bir mübaşir, bir erkek kâtip, bir de polis memuru. Hakim, polise eliyle işaret eder. Yusuf Çavuş’u göstermiştir. Polis hemen anlar ve Yusuf Çavuş’un yanına gelir, yavaşca kolundan tutar ve seslenir;
-“Şöyle geçin. Ayakta bekleyin.”
Yusuf Çavuş, denilen yere geçer ve bekler. Hakim, Yusuf Çavuş’a ana adı, baba adı doğduğu yılı ve yeri, işini sorar. Kâtip söylenenleri hızlıca yazmaya çalışır. Kimlik tanıma işi biter bitmez hakim, Yusuf Çavuş’a seslenir;
-Osman oğlu, Elife’den olma ve Bişek Köyü muhtarı Yusuf Gürer... Hakkında hem yazılı, hem sözlü şikâyet var. Hükûmet hakkında konuşup dururmuşsun. Ancak bu konuşma hükûmetin aleyhinde imiş. Sen hangi yetkiyle hükûmet adına ve üstelik aleyhinde konuşursun? Cevap ver bakıyım.
-Muhterem hakimim! Şu an ben, bu iddiaları gabul edemem. Çünkü siz de takdir edersiniz; ben, ne demişim asil devletimiz ve hökümetimiz hakkında. Nerde demişim? Ne zaman demişim? Bilmiyorum ki ne ile şikâyet olunduğunu. Ben her zaman devletime ve hökümetime hizmet etmiş birisiyim. Gıyabında daal gonuşmah, gonuşana garşı çıhmışımdır. Her zaman hökümetimizi, devletimizi tutmuşumdur.
-Sen öyle dersin ama şahitler var burada. Evet Necip Efendi buyur dinleyelim seni.
-Muhterem hakimim! Ben, gulağımla duydum. İstediğiniz yemini ederim.
Hakim ses tonunu yükselterek araya girer;
-Yemini, şartı bırak. Ne duydun? Nerede, ne zaman duydun? Bunları anlat efendi!
-Şey Hakim Bey! Ben de oradaydım. Yani İsmail’in evindeydim.
Kara İmâm, ‘ben de İsmail’in evindeydim’ deyince Yusuf Çavuş hemen müdahale ediverir;
-Yalan söylüyo, Hakm Beyim!..
Hakim, Yusuf Çavuş’un bu ani çıkışına bir an durakladıktan sonra karşılık verir;
-Bak muhtar! Bir daha söz vermeden konuşmayacaksın.Tamam mı?
Yusuf Çavuş sessiz kalır. Hakim, Kara İmâm’a döner ve devam eder;
-Ee, Necip Efendi! Devam et bakalım, şu duyduklarını anlatmaya.
Kara İmâm, belli ki Yusuf Çavuş’un biraz önce ‘yalan söylüyor’ sözüne takılmıştır ki, buradan başlayıverir;
-Yalan söylemiyorum Hakim Bey! Aha, yalansam söylesin İsmail ağa.
Hakim, sözünü keser ve İsmail’e sorar;
-Söyle İsmail Efendi; doğru mu söylüyo Necip Efendi?
-He, Hakim Bey! Doğrudur Necip Efendi.
-Peki, devam et bakalım Necip Efendi.
-Hakimim! Bunlar yemek yiyolardı. Ben yanlarında daaldim. Emme gonuşulanları hep duydum.
Hakim, tekrar araya girer ve merakla sorar;
-Yanlarında değildin de nasıl duydun efendi?
-Hakim Bey, ben de aynı odadaydım. Lâkin odanın içinde bi yuklük var; ben o yuklüğün arhasındaydım. Beni goremiyolardı.
Hakim, gene sözünü keser ve şaşırmış gibi olur.
-Dur, dur! Sen ne dedin bakıyım? ‘Ben aynı odadaydım. Lâkin beni göremiyorlardı’ dedin. Öyle değil mi?
-He, Hakimim!
-Yahu efendi, yahu hoca! Senin ne işin var yüklüğün arkasında? Niye gizlenirsin odanın içinde? Bir de anlamadığım şu: Ev senin değil, başkasının... Yakışık alır mı bu yaptığın? Başkasının evinin yüklüğünün arkasına saklanmak!... Ee, sonra...
-Şey hakimim! Hokümetimiz aleyhinde gonuştuhlarına nasıl inanırsınız başka? Aha yalansam gendi desin. Onlar yemeklerini yerken, ben dinnedim gonuşulanları. Hokümetin Halifeyi govmasını, eyi iş yapmadıhlarını, padişahlığın bundan eyi olduğunu filân söyledi Yusuf Çavuş.
-Doğru mu muhtar?
-Doğru Hakim Bey! Emme bi şeyi doğru sadece, o da bizim aynı yerde yemek yememiz. Birlikte gonuşmamız. Ancak bi asiklik var hakimim! Evde başkaları da vardı. Onu söylemiyolar. Gendilerinin söylediklerinin hepsi yanlış. Bana iftira ediyolar. Siz de duydunuz Hakim Bey; bana açıkca tuzah gurmuşlar. Söyledikleri de yalan. Ben hokümetimizden bahsettim, devletimizden bahsettim... Ben asla kotülüğünden bahsetmedim. Ahsine eyi işler yaptığından bahsettim. Padişahlık gonusuna gelince; bahsettim, doğrudur. Emme Hakim Bey, onda da gerçani söylemiyolar. Ben, Abdulhamit Sultan zamanında eskerlik yaptığımı ve İstanbul’da, Saraylarda da bulunduğumu, Cumhuriyet gurulmadan önce de Abdulhamit Sultan’ın sürgün edildiğini, Osmanlı’yı uzun süre ayahta tutuğunu annattım, o kadar. Bu annattıklarımda hokümetimize, devletimize atıp tutma varsa siz söyleyin Hakim Bey!
-Sen söyleyeceklerini söyle. Ben en sonunda söyleyeceğim kararımı. Sen devam et.
-Hepsi bu hakimim! Söylediklerim harfiyen böyle. Bunlar neden böyle yapıyolar annamış daalim hakimim!
-Peki, anlaşıldı muhtar. İfadende ‘başkaları da var’ dedin. Doğru mu?
-Doğru Hakim Bey!
Hakim, hemen şahitlere döner ve onlara da aynı soruyu sorar;
-Muhtar, ‘başkaları da var’ diyor. Doğru mu?
İsmail cevap verir, yumuşak ve kısık bir sesle;
-He, Hakim Bey!
Hakim, Kara İmâm’ın sükût ettiğini görünce bunu onunda ‘doğrudur’ dediğine sayar. Arkasından sesini sertleştirir;
-Niye bunları şikâyetinizde belirtmiyorsunuz. Olmaz! Bu kişiler kimlerse onlar da gelecek ve onları da dinleyeceğim. Mahkemeyi on gün sonrasına erteliyorum...
Yusuf Çavuş, gene araya girer ve seslenir;
-Muhterem hakimim! Sözü edilen şahitler burdalar. Müsaade ederseniz...
-Burdalar mı?
-Evet hakimim, burdalar. Dışarda bekliyolar.
-Mübaşir! Söyle gelsinler, Yusuf Gürer’in şâhitleri.
Mübaşirin sesi ta içeri duyulur.
-Yusuf Gürer’in şâhitleri içeri girin.
Bölük Emin ve Talip içeri yavaşca girerler. Mübaşir onları Kara İmâmla Cici’nin İsmail’in bulunduğu yere götürür ve bekletir. İlk başta duran Talip’dir.. Hakim, Talip’den başlayarak ikisine de aynı şekilde adını, yaşını, ana ve baba adlarını sorar. Sonra yine sırayla asıl konuyla ilgili soruları ikisine de yöneltir;
-Osman oğlu Yusuf Gürer’i tanıyor musunuz?
-“Tanıyoh efendim”
-Köyünüzün aynı zamanda muhtarı olan Yusuf Gürer, hükûmet aleyhinde atıp tutmakla suçlanmaktadır. İsmail’in evinde siz de var mıydınız.?
-“Vardıh efendim”
-Söyle bakalım Talip Gönülal! Yemek yerken odada kimler vardı?
-Efendim! Benden başka, Yusuf Çavuş vardı. Bölük Emin vardı. İsmail vardı, zaten ev sahibiydi gendisi. Başka kimse yohtu.
-Dur bakıyım! ‘Bölük Emin’ dedin... O da kim?
Talip, eliyle hemen sağ tarafında duran Necip Efendiyi göstererek cevap verir;
-Biz, koyde Necip Efendiye ‘Bölük Emin’ deriz efendim.
-Anlaşıldı... Hepsi bu kadar mı? Eyi düşün, başka yok muydu?
-Yohtu efendim! Hepsi bu gadardı.
-Doğru mu, Talip Gönülal’ın dedikleri Necip Bek?
-Doğrudur Hakim Bey!
-Şimdi iki tane Necip Efendi var karşımda. Aceba hangisi doğru söylüyo, anlıyacağız bakalım.
Hakim kendi kendine bir espiri yapar. Birazcık olsun salonun sıkıcı havasını dağıtmak ister. Bunları söylerken azıcık tebessüm eder. Arkasından konuşmaya ve sorularını bir bir sormaya başlar.
-Evet Necip Bek Efendi! Muhtarla akrabalığın var mıdır?
-Yakınlığımız vardır Hakim Bey! Koyümüz guccüktür. Hemen herkes birbiriyle uzah yakın ahrabadır. Benimki de böyle...
-Ya sen, Talip Gönülal?..
Talip, hafif bir biçimde gülümseyiverir. Bu, hakimin dikkatini çeker. Hakim hemen sorar;
-Niye soruma cevap vermiyorsun da, üstelik gülümsüyorsun?
-Hakim Bey! Kâya benim ahrabam daal! Emme, hakkında şikât eden İsmail benim ahrabamdır. Emmimin oğludur. Gardaşım gibidir. Lâkin ben, gardaşım da ossa her zaman doğruyu söylerim.
-Nedir doğru olan? Ben bir şey sormadım ki?..
-.................!
-O zaman hemen sorayım. Muhtar ne konuştu yemekte? Aynısını anlat bakalım.
-Sayın Hakimim! Yusuf Çavuş eskerliğinden bahsetti. Sarayda, padişahların yanında eskerlik yaptığını söyledi. Abdulhamit’in zamanında esker olduğunu söyledi. Padişahın sona dış dövlete gonderildiğini söyledi...
Talip bir ara duraklar. Hakim sözünün bittiğini sanır ve araya girer.
-Hükûmete filân atıp tutmadı mı?
-Asla hakim Bey... Her zaman hokümetimizi omüştür kâyamız.
-Ee, Necip Efendi sen ne söylemek istersin?
-Sayın Hakimim! Talip’in ifadelerine aynen gatılıyom. Cümlesi cümlesine doğrudur. Yusuf Çavuş, kesinlikle hem yalan söylemediği gibi, hem de hokümetimize her zaman destek olmuştur. Bunu çevre koylerdeki ileri gelenler de bilir. Yusuf Çavuş’u vilâyetimizin reisi de, mebusları da eyi bilirler. Yusuf Çavuş’un ekmani aşını cümle böyüklerimiz yemiştir. Aha söylesinler, koyümüzde bile ekmani yemiyen yohtur Hakim Beyim!
Hakim, sesini alçaltarak araya girer;
-Anlaşıldı Necip Efendi, anlaşıldı. Anlaşıldı da ben bir şeyi daha merak ediyorum: Şu ‘yüklük plânı’ndan haberin var mı?..
Bölük Emin, bir bilmece gibi sorulan bu soruyu anlamaz. Sanki duymamış gibi öylece durur, bekler. Hakim bir eliyle yan tarafta duran Necip Hocayı gösterir ve tekrar açıklayarak sorar;
-Köyünüzün şu anki imâmı olan Necip Dinç Efendi, ‘bu söyledikleriniz konuşlurken’ odadaymış. Yani yüklüğün arkasında sizi dinliyormuş. Doğru mu?
-Oradaysa, doğru olup olmadığını aha ev sahibi İsmail bilir, Hakim Bey.
Hakim, önündeki açık dosyayı sesli bir şekilde kapatır. Biraz duraklar, alnını ovuşturur ve arkasından başını bir aşağı, bir yukarı sallayarak konuşur;
-Yaz kâtip...
Kâtip ‘karar’ diye başlar yazmaya. Hakim söyler, kâtip yazar. Karar, Yusuf Çavuş’un lehine sonuçlanır. Hakim, karardan sonra özel olarak Yusuf Çavuş’a döner ve seslenir;
-Bak muhtar! Dua et, şu şahitlere... Bir de uygunsuz ‘yüklük plânı’na. Evvela bunu yakışık bulmadığımı söyleyim. Asıl önemli olan ne biliyor musun? Lehinde şâhitlik yapanlardan biri bile aleyhinde konuşsaydı işin Allah’a kalmıştı. Çünkü, benim bile yapacak bir şeyim yoktu. Üç kişinin şahitliği seni ipe götürürdü. Var git seni Allah da seviyo!
Yusuf Çavuş, bir şok daha geçirir bu sonuç üzerine. Olduğu yerde sanki donar kalır. Herkes çıkmıştır ama Yusuf Çavuş hâlâ içerdedir. Hakim, Yusuf Çavuş’un kıpırdamadığını görünce gülümseyerek seslenir;
-N’oldu muhtar? Tamam. Gidebilirsin.
Bu söz üzerine Yusuf Çavuş biraz kendine gelir. Arkasından karşılık verir hakime;
-Muhterem hakimim! Çoh çoh sağ olun. Allah sizden razı olsun! Allah, sizi başımızdan eksik etmesin. Müsaade ederseniz, sizden bir istaam var...
-Buyur, söyle muhtar.
-Sizleri en yahın zamanda koyüme ve de haneme dâvet ediyom. Beklerim hakimim!
Hakim bu teklif karşısında önce duraklar. Sonra bunu, ‘duruşma sonundaki sevinçin verdiği bir davranıştır’ diye düşünür. Yine gülümseyerek karşılık verir;
-Kısmetse ayranını içeriz, muhtar. Niye olmasın?.. Sağ olun!
Yusuf Çavuş, bir kuş gibi hafifller. Anasından yeni doğmuş çocuk gibi suçsuz ve günahsız hisseder kendini. Dışarı çıktığında Talip, Bölük Emin ve oğlu Hasan beklemektedirler. Birbirlerine sarılırlar, çok sevinirler. Sonra atlarına binerek Yozgat’tan Bişek Köyü’ne tekrar dönerler.
Köylü olanları duymuştur. Bu haksızlık, çoğunun ağırına gider. Cici’nin İsmail hemen herkes tarafından azarlanır. Kara İmâm’ın hocalık yapmaması istenir. Bir süre gerçekten imâmlık yaptırmaz köylü. Ama sonraları Yusuf Çavuş, gene mütevaziliğini gösterir ve Kara İmâm’ı çağırır. Olanlar unutulmuş gibi, Kara İmâm tekrar câmide imâmlık yapmaya devam eder.
____ romanın devamı var ____ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.