Gül Dalından Baston
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Elin bir kucak odunu cayır cayır yanar da benim bir tek odunum yanmaz,” diye dövünen akıl fukarası ile "taş yerinde ağırdır," diye tepinen laf ebesini aynı kefeye koymak gerekir ki tartı mantığı şaşmasın.
Etekteki taşın, dilin altındaki bakladan ağır geleceğini varsaymak matematik biliminin işi. Sözün o boyutunda dili fazla yormamalı, yoksa dil yarasının bıçak yarasından ağırlığı hekimleri şaşırtmakla kalmaz, bıçağı bıçaklığından utandırır. Dil yılana bir boy fark atar mı, doğrusu o kısmı bilemiyorum.
Annemi bir gün bahçedeki domates fidelerini döverken görmüştüm. Vurmaya kıyamıyor, ama yine de elindeki çubuğu boyları boyum kadar olan domates fidelerinin dalına, yaprağına indirip duruyordu. Yardımdan ziyade oyunun hoşuma gitmesinden olsa gerek, elime bir çubuk alıp, gözüme kestirdiğim ilk bitkiye öyle bir vurdum ki kökünden yere devrildi. Annemin gülerek, “Öldürme, sadece korkut. ” Dediğini, bu gün gibi hatırlıyorum.
Vurmanın da ölçüsü vardı. Domates fidesine, suyu gübreyi çok verirseniz, bahçenin kıyısındaki kavaklarla boy ölçüşmeye kalkıp, esas görevi olan domatese durmayı unuttuğuna hükmetmişti güzel annem. O’nun bana hâlâ garip gelen bu tür hükümleri hep vardı. Bir hafta sonra domates fideleri çiçeğe durduğunda hiç de şaşırmamıştım.
Bir şiir denememde (şiirimde demek yüzümü domates gibi kızartıyor, nedense ) “gül dalından baston” benzetmesi yaptım diye, ustamın “gül dalından baston olmaz” uyarısını hatırlıyorum. Sevgili Ahmet Tahsin Çınar Hocamın, balkonumdaki gül ağacını görmesini isterdim. Yazın başında hatun bir dem açtı, açış o açış. Şimdi aldı başını gidiyor yukarılara. Bu haliyle değil baston, balkona direk bile olabilir. Onu tam tepesinden kesmeyi düşünüyorum. Kıyamıyorum ama kesmek zorundayım çünkü güllüğünü unutup, karşısında bulunan Celal Doğan Parkındaki ağaçlara özendiğini düşünüyorum. Niyeti kötü değil elbette. Aklınca beni hoşnut etmeye çalıyor. Öyle ya, en iyi saksı toprağını alıp, her akşam istisnasız sulamış, her hafta vitaminini vermişim. Güvercinler zarar veremesin diye, bedeni tahta kepçeden, saçları yanardönerli kâğıttan bir güzel korkuluk yapmışım ki mahallenin çocukları balkonuma imrenerek bakıyor. Gülümün atladığı tek ayrıntı, gül açması gerektiği. Bu cümle daha elimden kaleme ulaşmadan gülüyorum çünkü oğlumun danışmanının, "siz, anne-oğulsunuz; arkadaş değilsiniz," uyarısını hatırlıyorum. Oysa ben aksine inanıyordum ve "evinizde anne rolü boşta" teşhisine anlam veremiyordum.
Şimdi neye inanıyorum peki? Herkesin önce kendi repliklerini ezberlemesi gerektiğine inanıyorum galiba. Hayat denen oyunda ezberi zayıf oyuncularla sahneye çıkmanız kaçınılmaz. Fedakârlığın fazlası sizi o sahnede aranan oyuncu, hatta yıldız yapsa da iyi oyuncu yapmıyor, yapamıyor. Herkesin sizinle aynı sahneye çıkmaya can atmasında şaşılası bir şey yok. Bu sizin sizliğinizin değil, olsa olsa oyunlarda sessizliğinizin ölçüsüdür. Yani popülarite ve kalite ayrı kavramlardır. Ölçü oyunculuk ise yıldızlık işten bile değildir o sahnelerde. Bu bir akıl işi. Güneş olmak başka hikâye. O ayrımda akıl darasını değiştirmezse ışık ile nur tanımları birbirine giriyor. Biri dokundukça aklınızı yakıyor, diğeri içtikçe ışıtıyor. Kalıba çekilmiş bütün tanım ve tanımlamaların henüz bilinmeyeni burada gizli gibi geliyor bana. Ne yazık ki de değil, iyi ki...
Gerçek bazen sanıldığı kadar karmaşık değildir, diyen akıllı kimdi sahi… İsim hafızamı zorlamamaya karar verdim artık. Bir şeyleri ısrarla unutup duruyorsa, bir bildiği vardır aklımın. Ya isimleri unutmayıp, sözleri unutsaydı? Öylesi daha mı iyiydi?
Söz nasıl da kıvrılıp gidiyor aklın nehirlerinde. Bir şiirinde;
“…
Sonra git yeni bir aşkı bulmaya” diyen şairin, Sondeyiş’inde;
“Dolaştım yıllardır şurda burda,
ucuz otellerde kaldım.
İğne iplik taşıdım yanımda,
bir düzen tutturamadım.
Kadınlar da oldu elbet yaşamımda,
biri hariç hepsini bağışladım," demesine niye şaşırmalı bilmem. O kadını niye bağışlamadığı kimin umurunda? Benim. Şiirin konuşanının ömrünün gizi de aşk tarifi de orada kazılı. O kadının kim olduğundan çok bağışlanmayan suçun ne olabileceğine fena kafa yoruyorum.
Söz döndü dolaştı yine şiire bağlandı. Çünkü şiir denen kalıbın, söz merdivenlerinde, insanın varabileceği son basamak olduğuna inanıyorum. Şiirin, çocukluğundaki tekerlemeler gibi söz oyunu olduğunu sanan kalemi kavakların, “güne karşı sallanan koltuklarında, esas salladıklarının şiir değil, beyinlerinin olduğuna” kimi inandırabilirsin diye sorulursa, birisini bir şeye inandırmak gibi kaygıları bu yazının başında bıraktığımı söylemek isterim.
Gül ağacından oduna, salı pazarından şiire dağıldık. Hadi toparlanalım.
Pazaryerlerinde “İkizlere takke” diye bağıran adam da futbol maçlarında hakeme methiyeler dizen taraftar da, hayatın değil belki ama kendilerinin şiirini yazıyorlardır, o sıra. Duyduğunuz, okuduğunuz cümlelerde, kelimeleri hangi ağırlıkla tarttığınız, tartabildiğinizdir önemli olan. Siyasetçisinden, sanatçısına, ozanından yazanına, yapanından bozanına kadar, halka inenleri överken, hakkı yüceltmek ya da yok etmek incecik çizginin iki farklı tarafıdır ve bunu görebilmek için şairlikten fazlası gerekir.
Eğitim şart elbette, aksini iddia edecek kadar bahis düşkünü değilim, ancak eğitim dediğiniz sınanmış denklemler bütününden öte nedir ki. İlim başka, irfan başka bir marifet ve gül ağacından baston yapmak, söz kalıplarında şairane dursa da yaşamak sanatında çok da yaslanılası bir dayanak gibi durmuyor, değil mi?
YORUMLAR
Güne düşen yazınızı kutluyorum.Başarılı bir anlatımda irdelenen konular iyi bir gözlem kabiliyet ve kültür gerektiriyor.Şiir örneğine Aşık Veysel'i göstermek isterim.Gözleri görmeyen,okur yazarlığı olmayan,nota bilmeyen bir aşık....Yetenek Allah vergisi geliştirmek bizlere kalıyor.Diğer yazılarınızdan da okudum ve çok keyif aldım.Kaleminiz hiç yorulmasın efendim çok sevgiler...
Konuyu bu kadar geniş alanlarda gezdirip, sonra hiç bir şey kaybetmeden toparlayıp, düzenleyerek beyinlere sunmak bu olsa gerek...
Kutluyorum değerli yazarım...
Saygılar, selamlar...
Aynur Baş
Yazıyor diye bir iki kere savunmanız alınınca, ister istemez
nesri bile gize belemeyi öğreniyor insan zaman içinde.
Ustama teşekkürüm ve saygımla.
Sıkça susuyor ve merakta bırakıyorsunuz siz beni.
İyi olduğunuzu umuyor, diliyorum.
Teşekkür ederim Turgay Bey.
Turgay COŞKUN
Sıkça susmama gelince...
Hani derler ya sokak kavgalarında -bilhassa çocuklar-; "Erkekseniz tek tek gelin hadi" diyerek meydan okurlar cümle aleme... Sanırım ben de dünyaya öyle diyeceğim :)
Tüm dostlarım "Kendini umursamıyorsun, tedavini yaptırmıyorsun, yazık sana da" derken; ben anneme, hastane hastane, yoğun bakım ünitelerini gezdiriyorum 6 ayı aşkın zamandır. Çevremse, alışık olduğu için sorunlarını çözdürme derdine düşünce, çocukların işsizlikleri için -kendim morala muhtaçken- moral verme misyonunu da üzerime alınca manevi kamburlar büyüdükçe büyüyor...
Eh işte arada da yazı ya da şiirler olabiliyor :)))
İşte böyle :)
Gösterdiğiniz dostluk, ilgi her zaman tarafımca bilinmiştir... Buna inanın...
Kaleminize, yazdıklarınıza, düşüncelerinize saygılarımla...
Selamlar...
Aynur Baş
Evet, erkekseniz tek tek gelin derler ama hayat öğretiyor sonra insana
atmak kadar o dayağı yemenin de marifet olduğunu.
Bilirim, sağdan soldan sürüyle gelir bazen aksilikler.
Kavi durun usta.
Özleyenlerim var deyin, sizi kalemden uzak tutanlara.
Kolaylıklar ve sabır diliyorum.
Keşke elimden ötesi de gelse.
Şu dinledikçe huzura erenleri paykaşabilirirz mesela.
Onları siteye davet edin :)
Dost selamım ve saygımla.
Bir selamıyla gülümseten, gülümsetebilen kaleme
çok teşekkür ediyorum.
Sizin yazılarınız okumak büyük zevk...Edebiyatı seven yüreklerde yerinizin çok farklı olduğunu düşünüyorum...Sevgi ile kalın...
Aynur Baş
Kalem yoldaşlığın onur veriyor.
sair-yazar harika eserlerindeki kaynagin yerini "Annemi bir gün bahçedeki domates fidelerini döverken görmüştüm. Vurmaya kıyamıyor, ama yine de elindeki çubuğu boyları boyum kadar olan domates fidelerinin dalına, yaprağına indirip duruyordu. Yardımdan ziyade oyunun hoşuma gitmesinden olsa gerek, elime bir çubuk alıp, gözüme kestirdiğim ilk bitkiye öyle bir vurdum ki kökünden yere devrildi. Annemin gülerek, “Öldürme, sadece korkut. ” Dediğini, bu gün gibi hatırlıyorum." diyerek verirken;
"Eğitim şart elbette, aksini iddia edecek kadar bahis düşkünü değilim, ancak eğitim dediğiniz sınanmış denklemler bütününden öte nedir ki. İlim başka, irfan başka bir marifet ve gül ağacından baston yapmak, söz kalıplarında şairane dursa da yaşamak sanatında çok da yaslanılası bir dayanak gibi durmuyor, değil mi?" diyerekte papagan gibi filozof sözlerini irdelemeden tekrarlamanin ve irfan sahibi etmeyen ilm yapmanin yetersizligini acikliyor ve yazinin tamaminda da ustalik her cümlede kendisini gösteriyor...
Türk edebiyatina güzel katkilari artarak devam edecegini düsündügüm yazari ve
kalemini kutlarim...
Aynur Baş
sevgim ve saygım ile Sevtap Hanım.
bu kalemin özgünlüğünü ve özgürlüğünü seviyorum
yerine yakışan bir yazı ve yazar
yürekten kutlarım arkadaşımı
her dem sevgi ile
Aynur Baş
saygım sonsuz
teşekkür ederim hemşerim.
Sevgili Aynur, artık favori listem desiniz ki, yazdığınız hiçbir yazıyı kaçırmak istemiyorum.
Günün yazarını kutlarım, sevgimle...
Aynur Baş
ve saygımla ustam.
Gülden her bir şey olur, kanaatimce. Gül bu... İnsan, gül zarafetinde bir dayanak bulmuşken, başka ne ister? Bir de şair (genel manada san'atçı) olmayanı oldurmaya çalışandır, isteyendir. Bir resim dersimizde resim öğretmenimiz, çalışmalarımı görmek istemişti ve arkadaşlarım da başımıza toplanmışlardı. Bir arkadaşımız: "Hocam, bu ağaç havada duruyor gibi, olmamış..." eleştirisini getirince hocamın verdiği cevap hâlâ aklımın köşesinde çakılı durur: "San'atçı yaparsa olur! Onun sınırı yoktur. İsterse ağacı başaşağı çizer..." Küçük, eciç- bücüş resimler yapan bir ortaokul çocuğunun ufkunu açacak ne muhteşem bir teşvik! Farklı bir alana yöneldim, ama devam etmiş olsaydım eminim ki bu sözün çok büyük katkısı olurdu. Yanisi, san'atla uğraşan insanların çok da fiziki değerlendirmelere takılmaması gerekir.
Anneler... Yapıyorlarsa, bir bildikleri vardır. Lâzım oldukça hafızamın derinliklerinden bulup çıkarmaya çalışıyorum, o hârika ölçüleri, arayıp sorma imkânım kalmadığından beri.
Çok güzel değerlendirmelerle, çok güzel ifade edilmiş bir yazı. Tebrik ve teşekkür ediyorum.
Selâm ile.
"öldürme,sadece korkut" ne de doğru demiş anneniz..
aslında vurmanın da,korkutmanın da,sevmenin de bir ölçüsü yok mu?ben de maalesef hep o kökünden yere devirenlerdenim sanırım:(( ah diyorum,o ölçüyü bi tuttursam ne de güzel olacak..yoksa kalabalıklarımız bu kadar kalabalık ve yalnızlıklarımız da dibine kadar...bu kadar farklılığa yürek mi dayanır:)
çok zarif ve gözleme dayalıydı yazınız..
saygılarım,çokça..
Sahalarda "hakeme gözlük" pazarda balıkçı "derya kuzusu" münibüste inerken, "müsait bir yerde inecek var." yada bir mağazaya bakan birinin "fiyatlar el yakıyor-her yer yangın yeri" ve daha nice farkına varılmayan yazılmasada sözlü imgelerin denizinin içindeki bir hayat atmosferi.
Bir kızılderilinin elinde içtiği tütün çubuğu yada bir zeytin dalı yada beyaz bir güvercin barışın sembolü oluyorsa, "Gül dalından baston" da hayli hayli olur.
Gülünün budanan artığı yerine göre bir ocağın altında yakılır.Yerine göre atılır.Öyle ince bir çizgi vardır ki bu bakış açılarına göre değişir.Ziraatçi yaprakların toprağa karışıp güpre olmasını ister, diğer kişi dökülen yaprakları pislik olarak gördüğünden dökülen yaprakları toplar.Şaire gelince de iş değişir.Döken yaprak hüzün, açan filiz umut olur öyle bakar olaylara.Konuyu daha fazla dağıtmadan "Gül dalından baston". Şair ömrü boyunca karşıdaki emek verdiği gülün güzelliklerini elinden bırakmak istemez.Hayatın son demlerini yaşayanlar nasıl ki bastonla gezer, bu yaşlılık şairin gözünde emek ve güzelliğin simgesini yaptığı gül dalında tutmak isteyişi son derece doğaldır. Baston yapan bir usata kızılcık ağaçları gibi dayanıklı ağaçlarla yapıldığını bilsede onun diğer bir bildiği şey ise baston yapımının emek zaman ve sabırla yapıldığıdır. Baston ustasına şair kendi gülün anlattığında baston ustasını diyeceği tek şey o zaman şu olur "Emek sabır ve güzellik dukusuyla yapılmış bir paston her zaman duygulara üçüncü ayak olur" der
"Gülden baston" iyi olur en güzel paston duygu yükleyen nesne onla olur....
Yorum hakkımı kullanara bunları söylemek istedim bende....
Güzel yazıyı ve yazanını kutluyorum...
En derin saygılarımla şaire......
Aynur Baş
Eyvallah yüreğine.
Selam ve saygımla Şair.
DİLEK YILDIZI
Yeniden güzel yazınızı ve sizi kutluyorum...
En derin saygılarımla....
Aynur Baş
Aslında yorumlardan birini seçmek diğerlerine haksızlık gibi ama ne yapalım,
sitemiz pek bi cimri pembe boya da :)
Ben teşekkür ederim;
kalem yoldaşlığınıza.
DİLEK YILDIZI
"deneme" gibi görmeniz bile benim için onurdur.
Kalem yoldaşlığına gelince asıl ben teşekkür ederim.
Her şiirimde güzel yorumlarınızla beni gurulandırdınız her zaman.Onun için biri teşekkür edecekse o ben olmalıyım....
bu yazı iyi bir şairin (dometisin kızıllığını alan yanaklarınız tahayyülümde(: ) yazarlıkta açacağı-açtığı iyi bir kulvarın işareti.. diğer yazılarınızı da okudum lakin yorum düşememiştim toplu tebriğimi burda kabul edin lütfen.
sevgiyle .
unutmadan ,evet gül dalından baston yaşam sanatında pek dayanılası durmuyor ama bir de balkonunuzda ki gül dalını görmek gerek tabi :)
ince çizgilerin farkında bir kalemi tanımış olmak gerçekten çok şanslı hissettiriyor kendimi..
Aynur Baş
korkuluğu dikkat çekiyor balkondaki çiçeklerimin,
oyuncak diye satacağım mahallenin çocuklarına.
Güvercinler sardunya yaprağından vazgeçmediler, inatla.
Tedbir alıyorum aklımca da
sanırım akla pek itimatı yok kuş cinsinin :)
Teşekkür ederim Filiz Hanım.
Sevgim ve saygımla.
f.liz
akla itimat etmeyen özgür ruhlarını seviyorum kuşların :)
günün yazısına tebriğimle tekrar.
sevgim ve saygımla.