- 520 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olimpos Günlükleri Kayıp Taç Bölüm 7
BÖLÜM 7: BİLMECE
Hepsi hem çok şaşırmış hem de arkadaşlarının kehanetinden korkmuştu. Ama Ahmet biraz daha fazla korkmuştu. Bunun iki sebebi vardı: Birincisi, Sümeyye kehaneti okurken sanki onun gözünün içine bakmıştı; ikincisi ise Sümeyye aynı rüyasında konuştuğu yaşlı kadın gibi konuşmuştu. Belki de bu iki sebepten ötürü kehanette anlatılan kişini kendisi olduğunu düşünüyordu.
Sümeyye kehaneti okuduktan sonra “Ne oldu bana?” dedi. Bunu söylerken gerçekten de şaşırmış gibiydi ve kendi ses tonu ile konuşuyordu. Yaşlı kadının sesi ile değil.
Birkaç dakikalık sessizliği Osman bozdu.
“Sümeyye” dedi.” İnanmayacaksın ama aynı yaşlı bir kadın gibi konuştun ve anlamına olmayan bir dörtlük okudun. Senden şair filan olmaz.” Osman, bunları söylerken sanki ortamı biraz olsun yumuşatmaya çalışıyordu. Ama kimsenin biraz olsun bile yumuşamadığına emindi.
Kitabın üzerindeki yazılar kalmıştı ve silinmemişti. Sümeyye’nin dışında Kimse okuyamıyordu ama hepsi bunun kehanet olduğuna hemfikirdi.
“Kehanetin bir anlamı olmalı” dedi Miray. “Hiçbiriniz bir fikri yok mu?”
“Bence kehanet kayıp taç ile ilgili olmalı. Olimpos’da simgesi bir taç olan biri var mı?” diye sordu Ahmet. Zaten ona göre bu kehanet en çok onu ilgilendiriyordu.
“Kraliçe Hera. Bir yerde okumuştum. Hera’nın simgesi gümüş taç” diyerek araya girdi Osman.
“Ya da Kraliçe Persephone” dedi Miray. Bunu söyledikten sonra diğer üçü de meraklı gözlerle Miray’a baktı.
“Bakın.” dedi Miray. “Birinci nesilde simgeler seçilirken Hera gökyüzünün kraliçesi olduğu için gümüş tacı, Persephone de yeraltının kraliçesi olduğu için karanlık tacı seçti.”
“Peki” dedi Ahmet, “ Kehanete göre taç kayıpmış. Hangi taç kayıp?”
“Sorunda o” dedi Miray, “Taçların ikisi de Olimpos’da değil…”
“Yani ikisi de kayıp” diyerek Osman, Miray’ın lafını tamamladı. Ama Miray başını hayır der gibi sağa sola sallayarak “Hayır maalesef öyle de değil…”
Osman gerçekten de sıkılmış gibi “Peki nasıl o zaman?” Miray biraz sinirlendi.
“Lafımı bitirmemi beklersen anlayacaksın” dedi. Osman, Ahmet’e “sanki ben ne yaptım da bu hemen sinirlendi” der gibi baktı. Ahmet de güldü ve “boş ver sen onu” dedi ağzını oynatarak.
Miray lafına devam etti, “Kraliçelerimizden biri-“ sanki bunu söylerken sesinde bir alay vardı “-seçilmiş” dedi, “Yani taçlarımızdan sadece biri kayıp” Sonra Ahmet araya girip
“Az sonra ders başlayacak. Tartışmalara Olimpos’da devam ederiz” dedi ve eliyle Sümeyye’yi göstererek “ sen kâhin olduğuna göre sen de bizimle geleceksin” dedi. Sümeyye de “Tamam gelirim” dedi ama ne Olimpos hakkında bir fikri vardı ne de şu kâhin olma konusu hakkında.
Ders her zaman ki gibi Ahmet’e göre sıkıcı geçiriyordu zaten dersi de dinlemiyordu. Öğretmenleri-Ahmet öğretmeninin kim olduğu hakkında bir fikri yoktu- tahtaya bir şeyler yazarken o da kehaneti defterine yazmış ne olabileceğini düşünüyordu. Bir ara kafasını kaldırıp tahtaya baktığında yazılanlardan ve öğretmenlerinin konuşmalarından derslerinin coğrafya olduğunu tahmin etti. Öğretmenleri; uzun boylu, saçları beyazlamıştı ama çok yaşlı görünmüyordu. Uzakta olduğu için gözlerinin rengi görünmüyordu. Üzerinde siyah bir takım elbise, beyaz bir gömlek ve yine koyu renkli bir kravat vardı. Ayakkabıları da siyah iskarpindi. Çok felsefi bir şekilde konuşuyordu ve Ahmet arkadaşlarının dediklerinin öğretmeninin adının “Mustafa” olduğunu anladı.
Dersten sonra sözleştikleri gibi dördü birlikte Olimps’a gitmek için buluştular. Yola çıktıklarında bile Sümeyye hala çok düşünceli duruyordu. Yolda giderlerken sağa sola bakıyor ve nereye gittiklerini anlamaya çalışıyordu. Ahmet ona baktığında kendi kendine “ilk gittiğimde ben de böyleydim” deyip güldü. Sonra Ahmet, Sümeyye’nin yanına gidip “Çok şaşırdığının farkındayım ama daha şaşıran çok şey var” dedi. Sümeyye “Dünyadaki en şanslı kişi olmalıyım” dedi. Bunu söylerken kendi kendine “ben böyle bir işin içine nasıl düştüm?” der gibiydi.
Yıkık evlerin bulunduğu sokağa geldiklerinde Sümeyye, “Olimpos dediğiniz o muhteşem karargâh burası mı?” dedi. Osman da “Evet burası” dedi. Osman bunu söylerken gülüyordu. Onun güldüğünü görünce Sümeyye eğer gerçekten Olimpos burası ise buraya yalnız gelmemek gerektiğini düşündü. Ama Osman güldüğü için burası olmadığını da düşünmüştü.
Ahmet, yıkık evlerden birinin içine doğru yürümeye başladı. Osman ve Miray da onu takip edince Sümeyye de yalnız kalmamak için arkalarından gitti. Sümeyye evin manzarasını görünce şoka girdi. Evde sağlam bir tane bile eşya yoktu. Ev çok korkutucuydu ve çok kötü kokuyordu. Burnunu tıkayıp “Burayı hiç temizlemez misiniz?” diye sordu.
“Aslında Olimpos’a gitmek için merdivenlerden yukarı çıkmalıyız” Ahmet, bunu söyledikten sonra eliyle merdivenleri gösterdi. Sümeyye’nin yüz ifadesinde çok şaşırmış olduğu belliydi.
“Farkındayım” dedi Ahmet, “Burası tek katlı ama Olimpos’un böyle sihirli yanları da var. Sana çok şaşıracağını söylemiştim.”
Merdivenlerden yukarı çıktıklarında Sümeyye, Ahmet’in şu şaşırma konusunda haklı olduğu kararına vardı. Gerçekten de daha şaşıracağı çok şey vardı.
Olimpos’un efsanevi görünüşü karşısında her insanın şaşırdığı gibi Sümeyye de çok şaşırmıştı. Küçücük, eski bir evin merdiveninden çıkıp yeni bir dünyaya açılmak her insanı biraz şaşırtırdı zaten.
Büyük, yeşil ve çok güzel bir şehirden geçtikten sonra çok güzel, büyük, beyaz ve parlayan bir sarayın önüne geldiler. Sarayın kapısı neredeyse on ya da yirmi insan boyunda vardı. Sümeyye içinden “bu kapı kim için yapılmış” diye düşünmeden edemedi. Arkadaşlarının yüzüne baktığında ise, onlarının da bunun hakkında bir fikirleri olmadığının farkına vardı.
Kapı çok büyük bir gürültü çıkararak açıldığında karşılarına büyük bir hol çıktı. Holün etrafında sağlı sollu Sümeyye’nin sayamadığı kadar oda vardı. Odalarının hepsi mükemmel bir şekilde yerleştirilmişti ve holde insanın içini rahatlatan çok harika bir koku vardı.
Kapıdan içeri girdiklerinde, kapı aniden ve yine gürültü çıkartarak kapandı. Ahmet arkadaşlarına dönüp “Bunu yaptırabilirsek yaptıralım. Açılıp kapanırken çok ses çıkarıyor” dedi. Osman da “Hephaistos, seçildiğinde yaptırırız” dedi. Sümeyye hariç, diğer üçü gülmeye başladılar. Sümeyye’nin bakışlarından pek bir şey anlamadığı belliydi. Yunan mitolojisi hakkında pek bir şey bilmiyordu.
Hep birlikte holün en sonunda duran ve diğerlerine göre daha ihtişamlı bir kapısı olan bir odaya girdiler. Sonra Ahmet en baştaki tahta, Osman da onun sağındaki tahta oturdu. Miray “Arkadaşlar” dedi “Peki, Sümeyye nereye oturacak?”. Sümeyye, bu soru karşısında çok şaşırmıştı. Çünkü odadaki büyük masanın etrafında en daha on tane boş taht duruyordu. Sümeyye bunlardan birine oturabilirdi.
Ahmet, sanki o kadar boş taht arasında Sümeyye’ye oturabilecek bir yer arıyormuş gibi gözlerini masanın üzerinde gezdirdi. Sonra taht odasında daha önce hiç görmediğini ve diğerlerine göre çok daha farklı bir taht gördü. Taht diğer tahtlara gördü çok sadeydi. Hatta Athena’nın tahtından bile sadeydi. Taht aynı tahta sandalye rengindeydi yani açık kahverengi gibiydi. Üzerinde de yabancı bir dilde bir şeyler yazıyordu. Sümeyye tahtı gördüğünde “Kâhin” dedi “Tahtın üzerinde kâhin yazıyor”. Birbirlerine baktıklarında tahtın kâhine ait olduğuna karar verdiler ve Ahmet kendi tahtından ayağa kalkıp “Tam şuraya” dedi ve üzerinde kâhin yazan tahtı gösterdi.
Sümeyye ve Miray da yerine oturdukta sonra kehanet hakkında konuşmaya başladılar. Ahmet, Sümeyye’ye dönüp “Kehaneti tekrar okur musun?” dedi. Sümeyye de tahtından ayağa kalkıp “ Kaosun ortasında dumansız bir ateş parlayacak. Kayıp taç hakkı olanı kraliçesi seçecek. Dost bildiğin arkadan bıçaklayacak seni. Ve kanın diriltecek Kaos’un Efendisi’ni” diyerek tahtına geri oturdu. Miray “Bakın” dedi “Kehanet ile ilgili bildiğimiz tek şey kayıp taç ile ilgili oluşu hakkında başka hiçbir şey bilmiyoruz…”
“Hatta nereden başlayacağımız bile” diyerek Ahmet, Miray’ın lafını tamamladı. Diğer üçü de hemfikir olmuş gibi aynı anda evet manasında kafalarını aşağı yukarı salladılar. Sonra beş ve ya on dakika bir sessizlik oldu ve bu sessizliği Osman bozdu.
“Belki de Atlantis’e gitmeliyiz” dedi “Mantikorun çaldığı oricalchum taşı Atlantis’e aitti.”
“Ama kehanet kayıp taç ile ilgili. Tacın Atlantis’de olduğunu hiç düşünmüyorum” Ahmet bunu söyledikten sonra yüzündeki o mutsuz ifade hala orada duruyordu. Ahmet, dirseklerini masanın üzerine, ellerini de alnına koydu. Çok üzgün ve tedirgin olduğu belliydi. Osman, espri yapmayı çok severdi ama o bile şu an espri yapmak istemiyordu.
“Belki de Sümeyye’nin bir fikri vardır” dedi Miray ve Sümeyye’ye döndü. “Çok üzgünüm” dedi Sümeyye “Hiçbir fikrim yok” Sümeyye bunu söylerken gerçekten de üzgündü ve hala şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.
Ahmet, biranda bir şey bulmuş gibi kafasını kaldırarak “Ya kitap” dedi “Kitapta kehanetten başka hiçbir şey yazmadı mı?” Ahmet bunu söyledikten sonra herkesin aklına kitaba hiç bakmadıkları geldi. Sümeyye, kehaneti okuduktan sonra kitabı bir daha açmamışlardı.
“Ama galiba kitabı sınıfta unuttuk” dedi Miray.
“Hayır, kitap benim sıramın altındaydı. Ben de onu çantama koymuştum.” Sümeyye, bunu dedikten sonra tahtının arkasına astığı siyah ve üzerinden bir tik işareti olan çantasından kitabı çıkardı ve kehanetin olduğu sayfayı açtı. Zaten ilk kehanet ilk sayfada yazdığı için bunu bulmak çokta zor olmamıştı.
“Evet” dedi Sümeyye “Burada bir şeyler daha yazıyor ama çok garip. İşimize yarayacağından emin değilim”
“Hadi okusana” Miray bunu dediğinde gerçekten de heyecanlanmıştı ve arkadaşlarının da heyecanlı olduğundan emindi.
“Bazı şeyleri bilmediğinde en çok bilenlere sor ama sadece bilmen gereken kadar gerisi senin için kötü olabilir. Evet, işte bu yazıyor. Benim bir fikrim yok. Peki, sizin var mı?” Sümeyye kitabı kapattıktan sonra arkadaşlarına baktı. Hepsinin yüzünde düşünceli bir hal vardı ama hiçbiri cevabı biliyor gibi gözükmüyordu.
Ahmet içinden kendi kendine Sümeyye’nin okuduğu bilmece gibi yazıyı tekrarlıyor ve çözmeye çalışıyordu. Çok emin olmamasına rağmen bunun gidecekleri yere bir ipucu olabileceğini ya da gidecekleri yeri bilen birisinin adresi olabileceğini düşünüyordu.
Uzun süre düşünmelerine rağmen hiçbir şey akıllarına gelmiyordu. Ahmet, Miray’a bakıp “Sen Athena’sın” dedi “Aramızda en çok bile sensin.”
“Galiba ama bilmece galiba tek bir kişiden bahsetmiyor. Bilenlere sorun yazıyor.” Miray bunu dedikten sonra Sümeyye’ye onaylamasını istermiş gibi baktı. Sümeyye de “Evet, öyle yazıyor” deyip Miray’ı onayladı. Bu bilmecenin cevabı ne olabilirdi ki?
Hiçbir şey bilmemeleri Ahmet’i deli ediyordu. Hiçbiri hatta kehaneti okuyan kâhinleri bile hiçbir şey bilmiyordu. Ahmet sinirinden sağ elini yumruk yapıp masaya vurdu. O kadar sert vurmuştu ki diğerleri bir an Ahmet’in elini ve ya masayı kırdığını düşündüler. Neyse ki ikisine de bir şey olmamıştı.
Hepsi çok sıkılmıştı. Çünkü ellerinde neredeyse hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey anlamadıkları bir kehanet ve çözemedikleri aptal bir bilmece dışında hiçbir şey yoktu tabii.
Miray, kendi kendine “en çok bilenler” diye mırıldanıyordu. Zihnini çok zorladığı ve bir şeyler aradığı belliydi. Ama yüzündeki ifadeden bir şey bulamadığıda belli oluyordu.
Osman da düşünüyordu ama o bir Olimposlu olmasına rağmen mitoloji konusunda biraz zayıftı ve bu yüzden de tahmin yürütemiyordu. Ama yine de bildiği tüm bilgileri kullanıyordu.
Sümeyye ise hala şaşkın şaşkın etrafına bakıyordu. Kendisinin bile hiçbir şey anlamadığı bir dörtlük hakkında arkadaşlarının bu kadar düşünmesine bir anlam veremiyordu.
Birkaç dakika daha süren bu sessizlikten sonra Miray “Gree’ler” dedi.
“Evet, gree’ler. Haklısın Miray” Ahmet tahtından ayağa kalkıp zıpladı. Evet, bu biraz tuhaftı ama Ahmet’in lakabı zaten tuhaf çocuktu.
“Şu gree’ler de kim?” diye sordu Osman.
“Hani, şu her şey bilen ve sadece tek gözleri olan üç yaşlı kadın var ya…”
“İşte onlara gree’ler denir” Ahmet, Miray’ın sözünü tamamladı.
“Peki, onları nerede bulacağız?” diye sordu Sümeyye. Bir anda herkesin yüzündeki sevinç ifadesi düştü. Çünkü galiba kimse gree’ler nerede bilmiyordu.
“Ben biliyorum” dedi Osman
“Sen mi?”dedi Miray “Galiba kıyamet kopacak.” Osman, Miray’a sinirli bir şekilde bakarak “Bir yerde okumuştum” dedi “Gree’ler yanlış hatırlamıyorsam yeni yaratık haritasına göre Saklıkent Kanyonu’ndalar”
“Yani Fethiye’de Bey dağlarında” dedi Sümeyye.
“Evet” dedi Ahmet “Fethiye’ye yolculuğa çıkıyoruz”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.