- 12604 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Gül ve Papatya’nın Aşkı
Elmas Şahin
“Biz, aynı dalda açan iki çiçektik: birimiz papatya birimiz de gül” diye yazıyordu bir çınar ağacının kalın gövdesinde.
İki genç âşık oturdu ağacın gölgesine, kız gülümsedi genç adama sokularak, bana yine “gül ve papatya”nın öyküsünü anlatsana sevgilim diye muzırca gülümseyerek başını genç adamın omzuna yasladı. Genç delikanlı aynı gülümsemeyle karşılık verdi sevdiği kadının beline kollarını dolayarak, kim bilir kaç kez anlatmıştı, ama yine aynı istekle ilk kez anlatıyormuş gibi başladı anlatmaya:
Bir zamanlar, uzak diyarların birinde iki çiçek yaşarmış: gül ve papatya imiş adları. Gözlerini dünyaya açtıklarında, sadece birbirlerini bulmuşlardı, bir bakışta gül, papatyaya; papatya da güle vurulmuştu.
Aynı kaderi paylaşmışlardı, aynı topraktan yeşeriyorlar, aynı havayı soluyorlar, aynı göğün altında açıp büyüyorlar, aynı daldan aynı yapraktan besleniyorlardı.
Gün geldi alıştılar bir birlerine ve gün geldi âşık oldular ölesiye. Kimseye ihtiyaç duymadılar bir birlerinden başka. Kalpleri sadece bir biri için atıyordu.
Henüz ikisi de gençliğin baharındaydılar, sevgiyi öğrenmişlerdi yan yana, kucak kucağa, her sabah günaydın aşkım sözleriyle uyandırıyordu papatya gülünü, gül ise nazikçe kokluyordu papatyasını uzanıp, incitmeden öpüyor öpüyordu “Aşkım, bitanem, güzel papatyam benim” diyerek küçük nazlı papatyasını alıyordu sevgiyle kollarına…
Her gece yeniden doğarlardı bir birlerinin kollarında. Tüm doğa uykudayken papatya ve gül sevgilerinin büyüklüğünden bahsederek; aşk dolu sözlerle aşklarını pekiştirirlerdi, sabahlara kadar bazen tek vücut olup koyun koyuna aşkların en güzelini yaşar, mutlulukların en güzeliyle sarhoş olurlardı.
Herkes kıskanır oldu onların aşkını, hiçbirşeye hiç kimseninkine benzemiyordu aşkları, öylesine saf, öylesine temiz, öylesine sevgi doluydu ki, minik bedenleri aşkı bulmuştu, sarhoş olmuşlardı bir birlerinin koynunda, çocuksu bir sevgi büyüyordu yüreklerinde.
Gün geliyor çocukça tartışıp kavga ediyorlardı, ama gül papatyasına, papatya da gülüne kıyamıyordu, çok sürmeden bir birlerinin kollarına atılıyorlardı. Hele de papatyasının ağlamasına hiç dayanamazdı gül. Gözyaşlarını uzanıp öperek kuruturdu, kendi gözünden bile sakınırdı onu, onsuz nefes alamaz, papatya da onsuz olamazdı.
“tüm çiçeklerden daha güzelsin sen “ derdi gül fısıldayarak papatyasına, “benim güzel küçük kadınım” derdi aşkla bakardı gözlerine, öpmeye doyamadığı papatyasını her gece kollarına alır öper öperdi saçlarını okşar başını göğsüne yatırır kollarıyla sarardı minik bedenini, “sen bana ne yaptın böyle” derdi gülümseyerek usulca öperdi saçlarından..
“Sen benim her şeyimsin” derdi papatya gülüne. “benim yakışıklı güzel erkeğim” derdi aşkla bakardı deniz mavisi gözleriyle gülüne, onun gül dudaklarında hayat bulur, kollarında aşkların en güzelini yaşardı, öper öper öperdi doyamadığı gülünü kiraz tadındaki dudaklarıyla, göğsünün üzerine başını koyar saatlerce öyle kalır “senin yaptığının aynısını yaptım başka bişey değil“ derdi muzırca gülümseyerek kalbine küçük bir buse bırakırdı kıkırdayarak.
Âşık olduğu, yanındayken bile delicesine özlediği papatyasını bir gün kaybetmekten çok korkuyordu. Öyle alışmıştı ki ona, öyle seviyordu ki, aşkını ne kendisine ne de dünyaya anlatabiliyordu. Hiçbişey düşünmek istemiyordu, tek düşündüğü papatyasıydı. Gül büyüdükçe dikenleri de büyüyor o beyaz rengini kızıla bürüyordu. O beyaz bembeyaz gül artık kan kırmızısı oluvermişti, dikenleri papatyasına da batar diye çok korkuyordu, bazen onu kollarına aldığında dikenlerini kendi derisine batırıyordu güzel nazlı papatyası incinmesin diye.
Papatya da alışmıştı gülüne, ara sıra kavga etseler de, gitmesini hiç istemezdi, naz yapar, dudak büker, “sen beni sevmiyorsun” diyerek gülünün kalbini çalardı bir kez daha. Ben gidemem ki, bırakamam ki seni der sarardı kollarıyla büyüdükçe daha da nazlanan, narinleşen ve güzelleşen papatyasını.
Zaman geldi aşkları minik bedenlerine sığmaz oldu, bir birlerini deli gibi seviyorlar, her geçen gün büyüyen aşkla istiyorlardı, aşktan kor oluyordu narin bedenleri. “yak beni aşkım ateşinle” derdi papatyasına gül, gülün koynuna sokulur dikenlerin batmasına aldırış etmeksizin dudaklarına yapışır kana kana içerdi gülünün. Gül ise, dikenlerine dikkat eder kollarını incecik beline dolar papatyasını kucağına alır dudaklarında hayat bulurdu, uzun uzun öperdi baldan tatlı kiraz dudaklarını.
Gün geldi, gül ve papatya tek vücut oldular, artık “aşk” idi onların adı. Aynı kalpte atan iki beden oluvermişlerdi. Biri nefes alamazsa diğeri de alamıyordu, biri üzülse diğeri daha çok üzülüyordu, sevgileri, aşkları büyüdükçe büyüdü, acılarını sevinçlerini birlikte yaşıyorlardı. “Koynunda bi kez daha can bulmak hayat bulmak istiyorum, ben sana doyamıyorum, büyüledin beni sensiz yapamıyorum” diye fısıldadı papatyasına gül, seviş benimle, yak beni ateşinle sevdiğim, “biz” olalım sen, ben ve bir de aşkımız” delicesine seviştiler o gece, papatya kollarında mutluydu sevdiğinin, gül de öpmeye koklamaya doyamadığı, kıyamadığı nazlı papatyasını bastırdı kalbine içine sokası geliyordu, dudaklarını, dudaklarında, boynunda, teninin her noktasında sevgiyle dolaştırdı, büyük bir aşkla tutkuyla öptü öptü öptü sevdiğini. Nefesleri kesilmiş kalpleri deli gibi atıyordu ikisinin de, papatya tenine batan dikenlere aldırış etmeksizin sarılmıştı sıkıca gülüne, dudaklarını boynuna bastırıyor, emercesine öpüyor öpüyordu, arzuyla yapışıyor dudaklarına sayısız tatlar alıyordu, kendilerinden geçmişlerdi iki genç âşık, bedenlerinin kana bulandığının bile farkında değillerdi.
Papatya “seni seviyorum, seni çok seviyorum kollarında uyut beni” diye mırıldandı usulca sevdiğine, gül de “hadi uyu sevgilim huzurla uyu kollarımda ben sen uyuyana kadar seni beklerim” saçlarını okşayıp öptü papatyasını uyuyana kadar. Sonra o da gözlerini kapadı ona sıkıca sarılıp.
sabah bahçıvan çiçekleri sulamaya geldiğinde bir birlerine sarılmış uyuyan kanlar içindeki gül ve papatyayı gördü.. Gülün kendi bedenini de al kan içinde bırakan dikenleri beyaz papatyasının da bedenini kana boyamıştı. Dikenleri hem onun hem de kendi bedenine saplanmıştı, aşkın ateşiyle ne olduğundan habersiz yüzlerindeki mutlu gülümsemeyle sonsuz bir uykuya dalmışlardı, bedenlerinden akan kan yanı başlarında kocaman bir kalp oluvermişti.
O kalp, acısıyla tatlısıyla bir ömrü paylaşan tek yürekte açan gül ve papatya’nın kalbiydi..