- 1028 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YARIŞ ATI
YARIŞ ATI
Murat, ağır tempoya dayanamadığı için iyice zayıflamış, tombul yanakları çekilip uzamıştı. Okul, ev, dershane üçgeni arasında koşuşturmaktan, sokaklarda oynayan çocukları bile görmüyordu. Belki görüyordu da görmezden geliyordu. Olur a; oynayan çocukları görürse çocukluk duyguları kabarır, oyuna dalabilirdi. O zamanda derslerinden olurdu. Bunu bildiği için sokağa çıkınca hızlı adımlarla, önüne bakarak yürüyordu.
Bazen uzun düşüncelere dalıyordu. Hayat, gerçekten annesinin dediği gibi miydi? Eğer öyleyse arkadaşları neden dershaneye gitmiyorlardı? Onların gelecekleri yok muydu? Onların anneleri neden kendi annesi gibi düşünmüyorlardı. Murat, bu nedenleri sıralayıp giderken havada yükselerek gelen topa voleyi patlattı. Bu hareketle birlikte sendeleyip yere yıkılması bir oldu. Topu ıskaladığı için ayağı boşa gitmiş, kendini toparlayamamıştı. Sahadaki çocukların gülme seslerini belli belirsiz duydu. Bozuntuya vermemek için hiç duymamış gibi, üstünü silkeleyerek dershanenin yolunu tuttu. Annesinin sözünü hatırladı: “Bu gün sana gülenler, yarın imrenerek bakacaklar.” Bu söz, onu biraz olsun rahatlatmıştı.
Fazilet Hanım, kırkına merdiven dayamış, kültürlü, bakımlı bir kadındı. Sarı ve uzun saçları bukleler halinde omzundan aşağı salınıyordu. Pürüzsüz cildiyle, kusursuz yüzündeki yeşil gözleri, bakanları cezp ediyordu. Ortaokulu bitirince ilersine devam edememişti. İyi bir evlilik yapmış, mutlu bir yaşantısı vardı ama yüksek tahsil görmeyişi, içinde bir uhde olarak kalmıştı. Bu eksikliğini çocuklarıyla gidermek istiyordu. Bu amaçla ilk önce büyük oğlu Kadir’e yüklendi. Ne hazindir ki, hayal kırıklığına uğradı. Kadir, liseyi zor bitirdi. O kadar dershane, özel hocalara rağmen üç kez girdiği üniversite sınavında bir yeri tutturamadı. Sonunda ticarete atıldı. Şimdi son ümidi Murat’tı. Murat, zeki ve çalışkan bir çocuktu. Ona en yüksek tahsili yaptırmak en büyük idealiydi. Bu nedenle Murat’ı şehrin en gözde okuluna, en pahalı dershanesine gönderdi. Emeklerinin zayi olmaması için çalışmaları bizzat kendisi takip ediyor, boş kaldığı anda öğrendiklerini tekrarlatıyordu. Bütün en’ler onun olsun istiyordu. Bu yüzden komşulara bile çıkamaz olmuştu.
Sevda öğretmen, Fazilet Hanım’ın en yakın dostu ve komşusuydu. Çoktandır kapılarda göremediği için hasta mıdır diye ziyaretine gitti. Oturup dertleştiler. Fazilet Hanım, dışarı çıkmayışının nedenini anlatırken Murat, çölü aşmış yorgun savaşçı gibi ayaklarını sürükleyerek içeri girdi. Çok sevdiği, komşuları Sevda ablasını bile görmemişti. Doğruca odasına gidip çalışma masasının başına geçti. Çantasından kitapları defterleri çıkararak çalışmaya koyuldu. Murat, odasının kapısını kapatmadığı için, onların oturduğu yerden kafayı uzatınca rahatlıkla görünebiliyordu.
Sevda Öğretmen gördüklerine inanamadı. Bir Murat’a, bir annesine baktı. Her haliyle saygı duyduğu Fazilet Hanım, bir anda gözünde küçülüverdi. Hani çocuklarına olan düşkünlüğünü bilmese…
“İnsan, çocuğuna nasıl bu kadar acımasız davranır.” diye geçirdi içinden.
Çocuğun bırak ders çalışmayı, masada oturacak dermanı yoktu. Olaya seyirci kalmaya gönlü razı olmadı. Fazilet Hanım’ı kırmamaya özen göstererek:
─Abla, bana kalırsa siz farkında olmadan büyük bir hata yapıyorsunuz.
Bu söz üzerine Fazilet Hanım’ın pembe yanakları kulaklarına kadar kızardı.
─Hayrola Sevda’cığım seni üzecek bir davranışta mı bulundum yoksa? Bilmeden seni üzdüysem, ne olur affet beni, diye ellerine sarıldı. Elini elinin içine alıp okşadı.
Sevda öğretmen, her zamanki gülen gözleriyle Fazilet Hanım’ı cevapladı.
─Hayır, ablacığım, bana karşı yaptığın bir şey yok; konu Murat.
─Yoksa Murat size karşı bir saygısızlıkta mı bulundu? diye telaşlandı.
─Yok ablacığım. Murat öyle şey yapacak çocuk değil. Biliyorsun Murat’ı ben çok severim, o da beni sever.
─ Eee mesele ne öyleyse?
Sevda öğretmen, konuşmanın Murat tarafından duyulmasını istemediği için Fazilet Hanım’a sokuldu.
─Ablacığım, sana akıl vermek haddime değil ama sanıyorum sen yaptığın işin farkında değilsin.
—Ne iş yapmışım kız ben? Çatlatma da söylesene.
Sevda öğretmen, Fazilet Hanım’a biraz daha sokuldu. Ses tonunu alçaltarak:
—Ablacığım, konu Murat’a yüklenen yük.
—Kız sen beni meraktan çatlatmak mı istiyorsun? Ne yükü, hamal mı bu?
Sevda, onun telaşına aldırmadan sakin olarak sözüne devam etti.
–Murat’ın şu haline iyi bak ablacığım. Ders çalışacağım diye beni bile görmedi.
Fazilet hanım, kafasını uzatıp kapı aralığında oğluna bakıyor, fakat önemli bir şey göremiyordu. Gözlerini oğlundan alarak Sevda’nın yüzüne boş gözlerle baktı. Sevda Öğretmen, bu bakışların ne anlama geldiğini iyi biliyordu...
–Bak ablacığım, çocuklarımızın iyi bir eğitim alması, yüksek mertebelere ulaşması hepimizin arzusudur. Yalnız bir şeyi isterken kantarın topunu iyi ayarlamak gerekir. Eğer ölçüyü kaçırırsak istenmeyen sonuçlarla karşılaşabiliriz. Mesela, ilkokul çağındaki çocuklarımızı bu kadar baskı altında tutarsak, onların ruhsal bunalımlara düşmesine neden olabiliriz. Çocuklarımız ders çalışmalı ama oyun da oynamalı. Zaten oyun oynamayan çocuk, hem başarılı olamıyor, hem de hayatı boyunca o ezikliği içinde yaşatıyor. Bırakalım çocuklar, çocukluklarını yaşasınlar. Büyüdüklerinde çocukluk çağında yapamadıklarının ezikliğini duymasınlar.
Fazilet Hanım, can kulağı ile konuşmayı dinlerken, gözü hep Murat’taydı. Sevda öğretmen, konuşmasına devam etti:
—Son yıllarda bir Anadolu Lisesi, Fen Lisesi furyasıdır gidiyor. Velilerde bir telaş, bir yarış ki, sorma gitsin. Çocuklar at, veliler jokey, ha bire koşturuyorlar. Eğer at yeteri kadar kuvvetli değilse jokeyin kırbacından çatlayacak, kimse bunun farkında değil. Lütfen bu çocukları yarış atı gibi kullanmaktan vazgeçelim. Onların haklarını ellerinden almaya, kendi yapamadıklarımızı onlardan istemeye hakkımız yok. İyi bir vatandaş olması için iyi bir eğitim almasına olanak sağlamalıyız ama böyle birbirleriyle yarış edercesine değil.
Fazilet Hanım’ın gözleri Murat’a çivilenmişti. Artık Sevda Öğretmeni duymuyordu. Sanki yıllardır ilk defa görüyormuş gibi, hayret dolu gözlerle oğluna bakıyordu. Onun bu kadar zayıflayıp çöktüğünün farkına yeni varıyordu. “Vah zavallı yavrum!” diye mırıldandı. Bir an masanın boş kaldığını düşündü. Korkuyla ürperdi. Gözlerini masadan alamıyordu. Elindeki çay tabağının parmaklarının arasından kayıp sehpanın üzerine düşmesiyle irkilip kendine geldi. Uykudan uyanırcasına Sevda öğretmene döndü
--Allah senden razı olsun hoca hanım. Beni gaflet uykusundan uyandırdın. İnsan bazen istemeden de sevdiklerine zarar verebiliyor. İşte okumanın, kültürlü olmanın farkı. Okuyan insanın ufku geniş oluyor, ilerisini görebiliyor. Sen okuduğun için olayın farkına çabucak varabildin. Ben ise ortaokulu ancak bitirebildim. O kadar yalvardım, ağladım ama babam ilerisini okutmadı. Onun için sizin gibi geniş düşünemiyorum. Bak sen bir bakışta yanlışı görebildiğin halde, ben ise körü körüne aklımca iş yapmaya çalışıyorum. İşte bunun için çocuklarımın yüksek tahsil görmesini istiyorum. Akıllı olsunlar, ileriyi görsünler, vatanına, milletine faydalı birey olsunlar…
Sözün sonunu getiremeden gözleri doldu, boğazı düğümlendi.
–Doğru yapıyorsun ablacığım, hem de en doğrusunu. Keşke herkes senin gibi düşünse, o zaman kim tutabilir bizi? Yalnız bu istek ve arzularımızı yerine getirebilmek için bir noktayı unutmamamız gerekiyor. Çocuğun yeteneğini, kapasitesini ve gücünü mutlaka hesaba katmalıyız. Bunları hesaba katmadan yapılan çalışmalar çoğu zaman istenilen sonucu vermiyor. Eğer çocuklarımızın yetenek ve kapasite farkları bilinirse, veli, öğretmen, öğrenci üçlüsü ile başarı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Kendi başlarına hareket eden veliler çoğu zaman havanda su dövmüş oluyorlar, hatta olumsuz kötü sonuçlar bile alabiliyorlar.
—Haklısın Sevda’cığım, bana bu gerçeği gösterdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem azdır, diyerek Sevda’yı kucakladı.
Fazilet hanım, Sevda’ya teşekkür ettikten sonra ondan izin isteyip kitaplar arsında kaybolmuş oğlunun yanına vardı. Dizlerinin üzerine çöktü. Oğlunu kucaklayıp bağrına bastı, koklayıp öptü. Sonra kollarından tutup karşısına dikti; sanki yıllarca hasret kalmış bir özlemin duygusuyla bir süre oğlunu seyretti. Gözleri doldu. Ağlamamaya gayret göstererek:
— Hadi oğlum, bu kadar çalışman yeter. Bu günden itibaren ben istediğim için değil, kendi arzunla, isteğinle çalış. Eskisi gibi oyna gül, bizi de güldür. Hadi şimdi arkadaşlarının yanına git, onlarla oyna.
Murat, bu sözlerden sonra annesine bir sarılış sarıldı ki, sanki bir asır hasret kalmış bir özlemin sarılışıydı bu. Sevda öğretmen, bu tablo karşısında duygulandı, gözlerinden boşalan iki damla yaş, sessizce inip pembe yanakları üzerinde donup kaldı. Kucaklaşma sahnesi bitince Murat eski kimliğine dönmüştü.
—Yaşasın! Özgürüm artık! diyerek koşup Sevda ablasının boynuna sarıldı; kucaklaşıp öpüştüler.
Murat, ok gibi kapıdan fırladı. Fazilet Hanımla Sevda öğretmen iyi bir iş yapmanın huzuruyla arkasından bakakaldılar.
Murat, özgürlüğe kavuşmanın sevinciyle dersleri bırakıp, kendini sokaklara salmadı. Okul ve dershane öğretmenlerinin yardımıyla kendine bir çalışma takvimi yaptı. Bu takvime göre ders çalışıyor, kalan zamanlarda oynuyor, eğleniyor, televizyon izliyordu. Murat, her geçen gün değişerek eski kimliğine geri döndü. Yeniden evin ve mahallenin neşesi oldu. Sınavlarda başarılı notlar almaya başladı. Başarılı not aldıkça da kendine güveni arttı. Yıl sonunda yapılan sınavda il üçüncüsü olarak fen lisesine girmeyi başardı.
S O N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.