KAYRA
Kayra iyilik demektir. İyi haberlerle dolu bir yaşama işarettir. Bu ismi taşıyan kara haberlerden uzak olsun demektir. İyi günlere gark olmak demektir. İyilikle düşünmek, iyilikle bakmak ve iyilikle yaşamak demektir.
İsimler kaderidir kişinin. Kaderi olur belki de. Belki de isimler kaderdir. İki ezan arası kadar olan ömürde belki de isimler yol haritasıdır yaşamın.
“Kayra, Allah seni her türlü kötülükten kayıra.” Annesinin duası böyleydi hep ona. Kafiyeli olduğundan dile yerleşmişti ve en çok kullanılanlar listesindeydi.
“Kayra, Allah seni her türlü beladan ayıra.” Başka bir versiyonuydu bu duanın ve dileğin.
Hep problemli olarak görülmüştü ve öyle tanınmıştı evde, mahallede, okulda. Kayra ismi zikredildi mi “Kayra mı, ağzını aç hayra” şeklinde denilirdi.
Her çocuk gibi yaramazdı belki.
Her çocuk kadar usluydu belki.
Ama en çok onun sesi duyulurdu, onun kavgası büyütülürdü, onun yaramazlığı anlatılırdı. Evde oturamazdı asla, mahallede duramazdı yerinde, okulda oturamazdı sırasına. Hep hareket, hep yaşama dair bir bereket akardı bedeninde ama gören yanlış görürdü her şeyi.
Anlatıla anlatıla, gösterile gösterile bir canavardan öte hale getirilmişti. Kendisi de şaşırıyordu bu işe. Bu Kayra mıydı acaba? Bu kendisi miydi? Bu efsanelere inanmaya başlamıştı. Ve söylenilenlere hak vermeye başlamıştı.
Eve geç gitmeye başladı. Sokakları gezip tozmaya başladı. Aklına eseni yapmaya başladı. Kimseyi takmamaya başladı çünkü kimse onu takmıyordu. Anarşist bir tavır içine girdi. Reste rest çekti, kalkan ele el kaldırdı. Küfre küfürle karşılık verdi. Kavgaların içindeydi sonuna kadar, şikâyetlerin başındaydı. “Bak biz dememiştik.” söylemlerinin kahramanıydı artık.
Sigaraya başladı. İlk olarak izmarit topladı içti. Sonra tek tek satın almaya başladı sigarayı mahalle bakkalından. Kısa süre sonra pakete başladı. Kayra durmadı asla sonra bali çekti, tiner çekti. Sıra ota gelmişti. O da ota merak sardı.
Dışlanmıştı bir kere. İmkânı yoktu geri döne. Ana yalvarırdı ama yok yere. Baba arar bulurdu köprü altlarında ama boş yere. İpin ucu kaçmıştı milyon kere. Kayra, toplumun söylemiş olduğu her türlü lafın, her türlü etiketin ta kendisi olmaya çalışıyordu. Onları mahcup etmiyordu, haksız çıkartmıyordu.
Her türlü pisliğe bulaştı, her türlü yoldan geçti.
Hayat okulunu hakkıyla bitirdi.
Tatmadığı tat, yemediği halt kalmamıştı. Bunları anlatmaya yer ve zaman müsait değil. Coşkun sular gibi aktı yeri geldi mi, bacayı saran yangınlar gibi yandı, şimşekler gibi çaktı, cin gibi çarptı.
Dalgalandı da duruldu.
Kabardı da durdu.
Konuştu da sustu.
Bir içe dönüş başladı Kayra’da, bir kendini bulma kavgası zuhur etti. Hayatı en iyi anlayanlar uçurumun kıyısına gelmiş olanlardır. Bu tiplerin yaşamda kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Ve yokluğu hissetmişlerdir ruhlarının en dibine kadar. Kayra kendini aradı durdu uzun bir süre. Elinden tutan olmadı ama! Bir öğretmeni, bir mürşidi, bir lideri, bir akıl hocası, bir yol göstereni olmadı.
Kayra adam olmuştur genç yaşında.
Sakin olmuştur tek başına.
Bir liman aramıştır kendine.
Dingin bir kucak.
İnanamaz kimse yine. Onun bu hali yakışmamıştır ahalinin gözüne. Çünkü onlar kendileri gibi görmek istiyorlar, yaratmış oldukları canavar gibi bakmak istiyorlar Kayra’ya.
Kayra kendi halinde iş güç peşinde.
Ana babası yanında.
Günler geçer kayra hep çalışır. Ama toplum hep aksi gözle bakar ona. Korku dolu nazarlar atar, aşağılayıcı dedikodular yapıştırır. Kayra takmaz gibi görünse de dayanamaz artık. Ne yapmıştı onlara, neden böyle düşmanca tavırları vardı kendisine karşı? İnsanları anlayamıyordu bir türlü. İşin içinden çıkamıyordu. Hep kendisineydi kötülükleri, zararı hep ana babasınaydı. Onlara ne oluyordu?
“Ana, bu dünya neden bana düşman?” demişti bir kere.
Ana ise “El kendi aynasına bakar oğul, senin yüzün de gönlün da ak mı ak, saf mı saf, aldırma!” demişti de nafile.
“Baba, bu insanlar neden bana öyle suçluymuşum gibi bakıyor?” demişti bir kere. Baba ise “ Onlara bakma sen oğul, bu onların günahı senin değil!”
Kayra kanmadı söylenilen hiçbir şeye. Kafasına taktı her şeyi, gözünde büyüttü olan biteni. Öyle bir an geldi ki gücü yetmedi bunca şeyi kaldırmaya. Tek bir çaresi kalmıştı kendine göre, tek bir çıkış yolu. Toplumu mahkûm edecekti hakkın divanında, suçlu gösterecekti. Ömrü boyu suçlu gibi bırakacaktı onları.
Bir akşam vaktiydi.
Sofra hazırdı.
Babasıyla tartıştı yok yere. Yaklaştı babasına “Bir daha bana böyle bağırırsan kendimi vururum.” dedi. Babası ciddiye almadı onu ve şunu söyledi Kayra’ya:
“Sen kendini vuracak adam değilsin be oğlum.” dili kopaydı da demez olaydı. Burayı fazla anlatacak değilim ama Kayra o hızla ve hırsla çıktı dışarı. Ahıra vardı. Çobanın tüfeğini aldı Ve kendini vurdu. Aslında toplumu vurdu. Aslında intihar eden insanlıktı.
Her ana babanın yüreğinde duyması gereken bir acıyı yaşadı ana baba.
Ateş düştüğü yeri yakıyordu acımasızca.
Baba “Benim yüzümden oldu.” diyordu.
Ana ise susuyordu sabit bir noktaya bakarak.
Toplum ise “Zaten yaramazın tekiydi. O yolun yolcusuydu. Sonunun böyle olacağı baştan belliydi.” diyordu zalimce.
Ahmet Muhip Dıranas bir yazısında şöyle demişti: “Elimi dostça omzuna koydum, altında yara varmış; canı acıdı.” İşte o ana ve babanın hali pür melali…
Kayra, Allah seni kayıra,
Kayra, Allah seni ayıra günahlarından.
Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.