- 481 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Olimpos Günlükleri Kayıp Taç Bölüm 1
BÖLÜM 1: İLK İŞARETLER
Korkuyordu. Ahmet, gece uyandığında çok korkuyordu.Gördüğü kabus onu çok etkilemişti.Ne yapacağını şaşırmıştı. Yalnızdı. Yanında konuşacak hiç kimse yoktu.
Koşuyordu. Rüyasında çok korkunç bir yerdeydi. Normalde Ahmet, böyle bir yerde korkudan yürüyemezdi bile ama nasılsa şimdi koşuyordu. Aniden duyduğu korkunç bir sesle irkildi. Duyduğu ses sanki kendinden çok daha büyük ve güçlü birinden geliyordu. Arkasına baktığında koskoca bir karanlığın ortasında iki büyük kızıl gözden başka hiçbir şey göremiyordu. Söyledikleri başka bir dilde olmalıydı. Çünkü Ahmet yaratığın dediklerinden hiçbir şey anlamıyordu. Koşa koşa Ahmet en sonunda bir uçurumun önüne geldi. Uçurum o kadar derin olmalıydı ki Ahmet aşağıya bakınca hiçbir şey göremiyordu. Herhalde buradan aşağıya düşse ondan geriye hiçbir şey kalmazdı. Çok garipti. Ahmet rüyadaydı. Ama her şey gerçek gibiydi. Yani hissedebiliyordu. Korkuyordu. Aşağıya atlasa çok büyük ihtimalle uyanacaktı ama uyanamayacak gibi hissediyordu. Uçurumun kenarında telaşlı bir şekilde beklerken yaratık ona biraz daha yaklaşıyordu. Bir anda bir kartalın sesini duydu. Uçurumun üstünden çığlık atarak ona doğru uçuyordu. Kartal ona doğru yaklaştıkça Ahmet hızla eğildi. Kartal, Ahmet’in üstünden geçerek yaratığa doğru hızla uçuyordu. Kartal, normal bir kartaldan biraz daha büyük, siyah ve parlaktı. Parlıyordu. Parlaması ortamı biraz olsun aydınlattı ama hala yaratık görülmüyordu. Aniden kartal yaratığa doğru saldırmaya başladı. Tam yaratık kartala doğru saldıracakken bir şimşek çaktı. Şimşek, öyle güçlü bir ışık saçtı ki Ahmet koluyla gözünü kapatmak zorunda kaldı. Gözlerini açtığında odasındaydı. Uyanmıştı.
Karanlıktı. O kadar karanlıktı ki Ahmet burnunun ucunu bile göremiyordu. Ama Ahmet’in düşündüğü tek bir şey vardı: Rüyası. Rüyası çok korkunçtu. Aslında birkaç aydır böyle garip rüyalar görüyordu ama bu en korkunç olanlarıydı. Bu sanki bir rüya değil de gerçekti. Sonradan garip bir şey fark etti. Rüyasında gittiği yer neresiydi bilmiyordu ama oraya daha önceki rüyalarında birkaç kez daha gitmişti. Orası çok korkunçtu. Karanlıktı, ıssızdı ve sessizdi. Sanki bir mezarlığı andırıyordu. Ama tek bir farkla: Buradaki ölüler aslında yaşıyordu. Bunu nerden anladığını kendi de bilmiyordu ama bunun böyle olduğunu düşünüyordu.
Ahmet ne yapacağını bilmiyordu. Yalnızdı. Bu yüzden stresini atmak için yatağından kalkıp odasında birkaç tur attı. Sonra bir bardak su içip yatağına oturdu. Bir rüya bu kadar gerçekçi ve korkunç nasıl olabilirdi ki? Bu soru onun aklını karıştırıyordu. Aniden duyduğu bir kartal sesi onu yatağında zıplatmaya yetti. Hala rüya mı görüyordu? Kafası çok karışmıştı. Rüyada olup olmadığını anlamak için kendi elini cimcikledi. Ahhh.. dedi Ahmet. Evet acımıştı. Rüyada değildi yani. Hemen merakından dışarı baktı. Gördükleri onu çok şaşırttı. Çünkü dışarıda bir kartal görmüştü. Ve kartal rüyasındaki kartalla aynı kartaldı. Siyah, büyük ve parlak. Ahmet, aniden sol kolunda bir acı hissetti. Sol kolunu tutarak kartala bakmaya devam etti. Kartal sanki Ahmet’in kendisine bakmasını istiyordu. Çünkü Ahmet’in odasının penceresinin önünde dönüp duruyordu.
Birkaç dakika sonra kartal gözden kayboldu. Ahmet’in de yatması gerekiyordu. Bu yüzden hemen yatağına girip yattı. Çünkü yarın lisenin ilk günüydü.
Haydi, kalkın çocuklar!
Saat sabah 06.30- 07.00 gibi Ahmet bu sese uyandı. Bu annesinin sesi değildi. İlk defa onu okula annesi uyandırmıyordu. Bu biraz garipti ama alışacaktı. Hemen lavobaya gidip elini yüzünü yıkadı. Sonra odasına gidip okul kıyafetlerini giydi. Yatağını toplayıp, kahvaltı yapmak için yurttan dışarı çıktı. Yemekhaneye doğru giderken kartalı sesini tekrar duydu. Kafasını yukarı kaldırıp baktığında dün geceki kartalı tekrar gördü ve yine aynı şey oldu. Sol kolu acımaya başladı. Niye böyle olduğuna anlam veremiyordu. Ama bu acının daha başlangıç olduğunu biliyordu.
Yemekhaneye gidip kahvaltısını yaptıktan sonra Ahmet okula doğru yürümeye başladı. Okulu gayet büyük ve güzeldi. Zaten özel bir okul olduğu için böyle olması da normaldi. Okulun hiçbir eksiği yoktu. Hatta Ahmet’in gördüğü diğer okullara göre fazlası bile vardı.
Ahmet bu okuldaki burslu öğrencilerden biriydi. Zaten bu yüzden bu okula gelmeyi pek istememişti. Çünkü bu okulun burslu öğrencilerle arası pek iyi değildi. Ahmet, okul hakkında pek çok araştırma yapmıştı. Okulun asıl sahibi gayet iyi biriydi. O yüzden her sene okula alınan 100 öğrencinin 50 si burslu oluyordu. Ama okulun müdürü burslu öğrencileri pek sevemezdi. O yüzden Ahmet’in müdürle pek anlaşamayacağı belliydi.
Birkaç dakika sonra öğrenciler sınıflarına ayrılmaya başladı. Ahmet de sınıfa geçti. Pencereye en yakın sıradaki en ön masaya oturdu. Ve dün ve bu sabah tekrar gördüğü kartalı düşünmeye başladı. Çok garipti. Bir insan rüyasında gördüğü bir şeyi nasıl hem rüyadan hemen sonra hem de sabah uyandığında görebilirdi? Hem neden her gördüğünde sol kolunda bir acı hissediyordu? Bunları düşünürken birden camdan dışarı baktı. Ve aynı büyük kartalı gördü. Ve yine sol kolundaki acı...
Birkaç dakika sonra kapı açıldı. İlk öğretmenleri içeri girdi. Orta yaşlı, sarışın, kıvırcık, kısa saçlı, orta boylu bir kadındı bu. Öğretmen gelince tüm öğrenciler ayağa kalktı. Öğretmen, Oturun çocuklar! Ben İngilizce Öğretmeniniz Selma Akalp. dedi. Sırayla sizi tanımak isterim.
En önde Ahmet olduğu için öğretmen ilk onu kaldırdı. Ahmet kendini tanıttıktan sonra ondan sonrakiler kendilerini tanıtmaya başladılar.Duyduğu isimlerden birkaçı: Ayşe, Osman, Gökhan, Mustafa, Miray, Yiğit, Eda, Sümeyye...
Yeni arkadaşları kendilerini tanıtırken Ahmet kartalın sesini tekrar duydu. Sol kolundaki acı bu sefer çok şiddetliydi. Ahmet yerinde duyamıyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bağırmak istiyordu ama sınıfın önünde olmazdı. Ama kartal bu sefer gitmek bilmiyor ve acısı gitgide daha fazlalaşıyordu. En sonunda dayanamayarak bağırdı. Tüm sınıf ona bakıyordu. Ama Ahmet aldırış etmedi. Öğretmenin yanına giderek:
—Öğretmenim dışarı çıkabilir miyim? dedi. Bunları bile söylerken zorlanıyordu. Öğretmeni onu böyle görünce izin verdi. Ve Ahmet dışarı çıktı.
Koşuyordu. Ahmet nereye gittiğini bilmeden koşuyordu. Çünkü kartal bu sefer ona sadece görünmüyordu. Bu sefer sanki onu çağırıyordu. Ahmet de ona karşılık veriyordu. Evet nereye gittiğini bilmiyordu ama koşuyordu. Okulun dışına çıktığında kartalı gördü ve onu takip etmeye başladı. Kartal onu nereye götürüyordu? Şu an bu sorunun cevabını bile düşünemiyordu. Tek düşündüğü acının nasıl geçeceğiydi.
Ahmet kartalı takip ediyordu. Ama şehre yabancı olduğunda hangi yoldan gittiğini ve bu yolun onu nereye çıkaracağı hakkında hiçbir fikri yoktu.
En sonunda -kendisi de nasıl olduğunu anlamadan- kendisini çok farklı bir yerde buldu. Burası gerçekten çok farklı bir yerdi. Hayatında daha önce böyle bir yer hiç görmemişti. Büyük bir odanın ortasındaydı. Odanın da tam ortasında çok büyük ve gümüşten bir masa vardı. Masanın etrafında da 14 veya 15 tane sandalye vardı. Ama sandalyelerin hepsi farklı şekilde dizayn edilmişti. Sanki hepsi farklı kişiler için özel olarak tasarlanmıştı. Bir sandalye deniz mavisi-ama biraz yeşile de kaçan- bir renkte ve üzerinde de bir üçlü yaba simgesi vardı. Başka bir tanesi pembe renkte ve üzerinde içinde ok geçen bir kalp simgesi vardı. Ama Ahmet’in ilgisi çeken sandalye, gümüş renginde ve üzerinde bir şimşek simgesi olan sandalyeydi. Sandalyenin yanında da kartal duruyordu. Bu sefer nasıl olduysa sol kolu acımamıştı. normalde acıması garip gelirdi ama bu sefer acımaması garipti. Daha sonra daha garip bir şey oldu. Kartal bir insana dönüştü. İnsan Ahmet’in tahmine göre 65-70 yaşlarında, saçları ve sakalları beyazlamış, ama gayet güçlü ve kaslıydı. Kıyafeti ise biraz garipti. Eski Yunanlılar gibi giyinmişti.Yaşlı adam Ahmet’e dönüp:
—Ben Zeus Ahmet, dedi. Yunanlıların ilk kahramanı.
—Kahraman mı? dedi Ahmet. Zeus, Yunanlıların Gökyüzü ve Şimşekler Tanrısı değil miydi?
—Bizler tanrı değiliz, dedi Zeus. Tüm bu olanları daha sonra anlayacaksın Ahmet.
Sonra Zeus Ahmet’in sol kolunu tutup bazı kelimler söyledi. Ahmet bunları anlamıyordu çünkü yaşadığı şoktan dolayı başı dönmeye başlamıştı. Bu yüzden Zeus’a da dikkatli bakamıyordu. Birkaç saniye sonra Ahmet’in gözleri de ağırlaşma başladı ve Ahmet yere düşüp bayıldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.