- 987 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Yağmurdan Kaçmıştı Van Gogh
Kadınları her zaman sevdim. Hatta, ne yalan söyleyeyim, bazılarına aşık bile oldum. Yine de bedenleri, zekaları ya da tarzlarıyla beni etkileyenlerin çok azının seslerinden hoşlandım. Kalın, hafif pürüzlü kadın sesi bir başkadır, bu doğru; ama çok azı böyle bir tanrı vergisine sahiptir.
Haarlem’den trene bindinip de, iki sıra ilerime oturduğunda onun yalnızca sesini duyuyordum. Farklıydı. Belki de ilk defa Greta Garbovari tonlamayı aramıyordum. Bu ses cıvıldıyordu; sanki radyo tiyatrosu dinliyordum da piyesteki evin kızı konuşuyordu. Tüm merakıma rağmen başımı uzatıp bakmadım. Zaten yalnız da değildi. Heyecanlı bir şekilde karşısındakine bir şeyler söylüyordu. Çok geçmeden bunun güzel bir heyecan olmadığını farkettim: Ağlıyordu.
Pek de sevmediğim biri "Eğer kadınlar ağladıklarında seslerinin nasıl çıktığını duysalar bunu bir daha asla toplum içinde yapmazlar" demişti. Bu sefer öyle değildi. Onunla birlikte ben de ağlıyordum; belki karşı koltuktakiler de... Ne kadar derinlere gömmüş olursanız olun, duygularınız onun sesiyle yüzeye çıkıyordu. Camdan dışarı baktığımda yağmurun yağıyor olması nedense beni şaşırtmadı.
Bazen diğer insanlardan biraz daha şanslı olduğumu düşünürüm. Bu da o anlardan biriydi. O ağlıyordu ve ben Brüksel treninin ikinci sınıf vagondakilerin tümünden ayrı olarak onun ne söylediğini anlıyordum. Benim konuştuğum, sizin okuduğunuz dilden ağlıyordu.
Kalkıp ona sarılamasam da en azından dinleyerek derdini paylaşmayı denedim. O yakındıkça kendi kendime ona karşılıklar veriyor, o sızlandıkça ben de sızlıyordum.
"Hepsi gitti" diyordu, "Hepsi gitti. Halbuki ben tek tek çıkartmıştım çekirdeklerini."
"Yapacak bir şey yok" diyordu karşısındaki adam, "Biliyorsun, ben de elimden geleni yaptım."
"Ama hepsi gitti. Tüm zeytinlerin çekirdeklerini ellerimle çıkarmıştım."
Adam onu teselli etmeye çalışıyor ama çabaları sonuç vermiyordu. Sanki olanlarda dolaylı da olsa onun suçu var gibiydi.
"Ne yapabilirdim ki? Sen gördün, elimden geleni yaptım."
Belli ki yaptıkları durumu kurtarmaya yetmemişti, şimdi tesellilerinin yetersiz kaldığı gibi. Kadın hala ağlıyordu.
"Şu çantada beni heyecanlandıran hiç bir şey kalmadı artık."
"Niye öyle söylüyorsun? Pasaportlarımız burada, paramız, cüzdanlarımız, ipad’imiz, makalelerimiz... Hiç bir şeyi kaybetmedik ki?"
"Anlamıyorsun. Zaten bunlar da senin yüzünden. Hep işlerini son dakikaya bırakıyorsun; peşinden ben toplamak zorunda kalıyorum. Acele edince de işler kontrolden çıkıyor. Ne olur biraz daha düzenli olsan!"
"Ne alakası var?"
Adamın savunması git gide zayıflıyordu. Belli ki kadının gerginliği düşürdüğü sandviçinden ötürü değildi. Belki de sokakta serserilerle itişmişlerdi. Adamın kendisini yeterince koruyamadığını düşünüyor olabilirdi. Diğerinin sürekli alttan alması bu kanımı güçlendiriyordu. Ben varsayımlarda bulunadurayım, ikili tartışmaya devam ediyordu:
"Tabi ki var. Sen kendi başının çaresine baksan, bunlar başımıza gelmezdi."
Adam bir şey demedi. Ben "Allah aşkına, başınıza ne geldi?" diye soracaktım ama sonrasında olayların gelişeceği yönü kestiremiyordum.
"Hepsinin çekirdeklerini tek tek çıkarmıştım, tüm zeytinlerin..."
Tekrar ağlamaya başlamıştı. Görünen oydu ki arbede sırasında koca bir torba çekirdeği çıkarılmış zeytin heba olmuştu. Sahi, İnsan bir torba zeytinin çekirdeğini niye çıkarır ki?
Kadın ağlıyor, ara ara da hıçkırıyordu. Adam ise oturduğu koltukta (Eğer yere oturmuyorduysa) sessizce büzülmüştü. Ya da ben öyle olduğunu hayal ediyordum. Hala ikisini de görememiştim.
Adının Nilüfer olduğunu öğreneceğim kadın ağladı, ağladı, ağladı. Hollanda’dan çıkıp, Belçika’ya girdik, hala ağlıyordu. Polise gitmiş olsalar, belki de polis onları bir uzmana yönlendirecekti. Ama şimdi, her türlü profesyonel yardımdan uzak, genç kadın kriziyle başbaşaydı.
"Ellerimle hazırlamıştım ben o sandviçi. Tek tek tüm zeytinlerinin çekirdeklerini çıkarmıştım..."
Durun bir dakika! Sandviç mi? Bahsi geçen tüm zeytinler tek bir sandviçe mi sığışmışlardı? İki ekmek diliminin arasına kaç zeytin konabilirdi? "Gemlik ya da Eşek zeytini olmasına göre değişir." dedi içimden bir ses ama devam edemedi, çünkü kadın devam ediyordu.
"Senin yüzünden acele ettim. Aceleyle çukuru görmedim. Gitti sandviçim."
Çukur da nereden çıktı? Hani serseriler vardı? Yoklar mıydı? "Onları sen soktun hikayeye." dedi o içimdeki ses. O halde serseriler asla olmadıysa arbede filan da çıkmadı. Yani bu kız içinde üç kadar zeytin olan sandviçini çukurda tökezlediği için mi düşürdü? Yüz yirmi dakikadır bunun için mi ağlıyor? Hadi o ağlıyor. Peki karşısındaki adam yüz yirmi dakikadır üç adet zeytin için yakılan ağıtları ne demeye dinliyor? Hepsi bir yana, ben Greta Garbo’yu bu kadın için mi bir kenara attım?
Omzuma dokunulmasıyla irkildim. Yan sıradaki yaşlı adam başını uzatıp, "Siz bir şey anladınız mı?" diye sordu. "Ciddi bir şey var mı? Polise haber verelim mi? Ne olmuş?"
Adama baktım. O da soru soran gözlerle bana bakıyordu. Diyecek tek bir şey vardı:
"Adam kadını, onun en yakın arkadaşıyla aldatmış; kadın da ona ağlıyor. Polisin de elinden bir şey gelmez."
"Ya..." dedi adam ama devamını getirmedi. Başını sallayarak koltuğuna döndü. Kadın ise hala ağlıyordu.
YORUMLAR
Çok hoş bir anı yazısı bence.Kutlarım.Ağlamaya gelince;yıllar önce çok sevdiğim birinin ölümünü duymuş ve de o arada ,otobüse binmek durumundaydım ve de o dakikadan ininceye kadar geçen bir saatlik sürede hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.Ne ilginçtir ki bir kişi bile sormadı bana neden ağladığımı..
İlhan Kemal
Söz konusu ağlamak olunca soru sormamalarını yadırgıyoruz. Bu ağlayan kişinin desteğe ihtiyacı olduğunu düşünmemizden mi? Ben her zaman ağlamanın gülmeye karşı üstünlüğünün tek başına yapabilmemiz olduğunu düşünürdüm. Değilmiş. Sadece ağlarken eşlikçi bulamıyormuşuz. Saygılarımla.
Bir film izlediğim zaman bende bıraktığı izlenimleri düşünürüm.Neyi gördüm ve algıladım.Bakmak ve görmek ,hissetmek ,gözlemlemek ..Düşündüm böyle bir sahneyi kaç kişi algılar.
'Ağladı işte ..' demek en kolay gibi geldi bana ..
Yazarlık başka bir şey ,bir trende veya seyahat esnasında bir kare sizde başka izlenimler yaratabilir.Bakma ve görme..
Saygımla
İlhan Kemal
Bakıp da göremediğim kareleri ne kadar çok olduğunu tahmin etmeye çalıştıkça içim sızlamıyor değil. Kadehimi görebilenlere kaldırıyorum. Saygılarımla.
Dostum yine harika bir öyküydü.Öykülerini de İçindeki korkunç bilgi birikimini her geçen gün daha çok kıskanıyorum.Bu benim itrafım.
Eline sağlık.. yine harika bir yazı okuttun...
En derin saygılarımla...
İlhan Kemal
Niye şaşırmalı ki? Bir kadın en önemsiz şeyler için bile ağlayabilir. Bu önemsiz şeyler, karşıdaki bir erkekse daha da önemsizleşebilir. Yine de kadın için önemlidir ve mühim olan da budur... Düşürülmesine sebebiyet verilen basit bir şey değil, hem; kadının elleriyle ayıkladığı zeytinlerle hazırladığı sandviç. Önemli olan şu: Ne tür bir kadın böyle bir durumda ağlar? Tabii ki nazlı, bir dediği iki edilmemiş, çile çekmemiş, tırnağının ucu bile karşısındakince önemsenmiş bir kadın ancak bu kadar basit bir şey için bunca ağlar. Bu tür kadınlar ruhen çocukturlar ve çoğu kez büyüyemezler. Hele ki böyle bir kocaya sahip olmuşlarsa... Üstelik kolay kolay yaşlanmazlar ve hep aşık olunan kadın olarak kalırlar. Bütün beceriksizliklerine, bütün dırdırlarına rağmen.
Ve bunca dırdıra da ancak gerçekten âşık bir adam katlanır.
Çok basit birşeyden koca bir hikâye çıkarmak... Olay budur.
Selâm ile.
İlhan Kemal
Bazen hikayeler gökten kucağımıza düşerler; bu da onlardan biriydi. Saygılarımla.
Benden kaynaklı olarak başlıkla bağlantı kuramadım. Kaçırdığım ne var diye iki kere okudum. Demek yazarın bilebileceği birşey bu diye düşünüp meraktan vazgeçtim. Belki de adamın adıdır Van Gogh.
Öykünüzde sürükleyicilik hakimdi. Baştan sona o önemli ağlama sesebini merak ediyor okuyucu. Sadece sandviçini düşürdüğü için o kadar ağlaması biraz yavan geldi bana. Oysa adamla birlikte ben de pek çok sebep düşünmüştüm. Bunlardan en ağır basanı ise bir bebeğin yuttuğu zeytin çekirdeği yüzünden öldüğü ve kadının vicdan azabı çektiği yönündeydi. Sandviç işi piyasaya çıkınca bu fikrimden vazgeçtim.
Bilinmeyenin açıklandığı an hissetiğim yavanlık, ikinci okuyuşumda yoktu. Anladım ki, öykünün esprisi burada.
Ayrıca bağıra bağıra ağlayanları hiç sevmem. Herkesin içinde ağlayanları da. O yüzden adamın diğer yolcuya uydurduğu ağlama sebebini çok yerinde budum.
Birşeye daha değinmek istiyorum. Bunu sizin çalışmalarınızda fazla dile getiremiyoruz çünkü siz gerçekten -eğer gerçekten yazmayı istemişseniz- kusursuz yazıyorsunuz. Bizlere örnek olması için bir cümlenizi ele almak istiyorum.
"Adam kadını, onun en yakın arkadaşıyla aldatmış..."
Ben bu cümleyi ilk defa duymuyorum ya da okumuyorum elbette. Ama bu haliyle çok sık okuduğumu söyleyemem. Genelde "Adam onu en yakın arkadaşıyla aldatmış" denir. Aradaki dağlar kadar farkı umursamadan. Belki küçük ve basit gelebilir bu detaylar insanlara. Ama bence hiç de öyle değiller. Sizin başarınız hiç bir detayı gözardı etmemenizde gizli biraz da.Tabi, hikayeleme yeteneğiniz, bilgi birikimiz apayrı...
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 8/3/2012 11:31:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Aslında bu bir öyküden çok anı sınıfına sokulması gereken bir yazı. İki gün önce sözü geçen trende birinci elden yaşadığım tanıklığı anlatıyor. Bu yüzden gizemin de yavan ama tamamen gerçek bir çözümü var: Nilüfer Hanım iki saat boyunca düşürdüğü sandviçine ağladı. Tamamen kurgu bir eserde daha dramatik bir açıklamayı tercih ederdim ama gerçeğin çok daha güzel olduğunu düşünüyorum (Ayrıca hem trendeki bana, hem de öyküyü okuyana karşı acımasız olduğunu.)
Dediğiniz cümlede haklısınız. Sorun ise şuradan çıkıyor: Yaşlı adamla yapılan diyalog Germen kökenli bir dilde geçiyor. O dil ailesinde de Türkçe'de olmayan bir nüans var. Sizin önerdiğiniz cümlede en iyi arkadaşın adama mı, yoksa kadına mı ait olduğu belli değil. Yaşlı adama verilen cevapta ise arkadaşın kadına ait olduğu belli (Dilin yapısı yüzünden). Yazarken cümleyi Türkçeye çevirince bu nüansı vermek istedim (Bu arada kendi erkek dostlarıyla eşlerini aldatan epey sayıda erkek vardır; bu ayrım o kadar da gereksiz değil). Yinede Türkçe'nin doğru kullanımı sizin önerdiğiniz gibi olmadır.
İtinalı okumanız ve özenli yorumunuz için en içten teşekkürlerimle.
Aynur Engindeniz
Her haliyle, okumaktan keyif aldığım bir öykü olmuş değerli yazar. Bir süredir okumayı ihmal ettiklerimdendiniz.
NOT: Öyküleriniz artık ebat olarak da büyüdü. Bu da benim için ayrı güzel.
Saygılar.
İlhan Kemal
Uzun süredir kimsenin bir şeyler içmediği ilk öyküm olmuş, ben de şimdi fark.ediyorum.
Aynur Engindeniz
Van Gogh nereli bilmiyorum ama fakir yaşayıp ölşüne üzgünüm. Şimdi eserleri paha biçilemez ama ona bir faydası yok. Adil değil.
Saygılar.
İlhan Kemal
Van Gogh çok yoksunluk içinde yaşamıyor; kardeşi Theo ona epey sahip çıkıyor (Sanırım Theo dünya çapında tanınan tek ressam kardeşi.) Ölümü ise Vincent'ın kendisi seçiyor. Hatta en son yapmakta olduğu bir resim var. Aklıma 'Öleceğiniz günün sabahında hangi resmi yapardınız?' sorusunu getirdi. Belki ucuna bir öykü de eklenir.
Resimlerin takdir edilmesine gelince. En azından bir kişinin, kardeşi Theo'nun, ona inancı var. Bu da yaratıcı dallarda çalışanlar için bulunmaz bir zenginlik.
Van Gogh trende miydi? O gördüklerinden izlenim ediniyor yazar da duyduklarından. Başlığı böyle yorumlamam doğru mu? Yoksa yine mi bilemedim.
Öykü bittiğinde gülümser buldum kendimi. "Kadın milleti işte" dedim- ki ben de içindeyim bu milletin.
Sizi takip etmek keyifli. Ellerinize sağlık.
İlhan Kemal
İlk elde okuyucuya bir Hollanda hissi vermeyi hedefledim. Amaç bu olunca, Türk okuyucusuna Hollanda'yı çağrıştıracak en iyi ismin bu olduğuna karar verdim. Sonrasında ise başlık, Yağmurdan kaçmıştı Van Gogh, bunun için güneye gitmişti cümlesinin başıydı. İçinde olunan tren de benzer şekilde, Amsterdam'dan güneye gidiyordu. Dahası bir örnekti Van Gogh; benim ve o adam gibi kaçamayanlar için. Hatta gerekirse kurtulmak için intiharı öğütlüyordu. iki saatlik zeytin ağıtını düşününce bayağı da geçerli bir kurtuluştu bu.
Van Gogh'un son bir anlamı vardı (Ama bunu okuyucunun keşfetmesine imkan yoktu). Trende daha önceden iki küçük çocuk vardı, bağırış çağırış içinde. Onlar Haarlem'de indiklerinde Tanrı'ya şükretmiştim. Ama onların yerine bu çift bindi. Yağmurdan kaçmıştı Van Gogh, ama doluya tutulmuştu.
Saygılarımla.