BİR RÜYA BİN DÜNYA-VI
.................................
SARAY GİBİ EV
Yusuf Çavuş’un babası Kafa Osman yeni vefat etmiştir. Vefatının üzerinden dört ay kadar bir zaman geçmiştir. Yusuf Çavuş, babasının vefatından sonra, bir gelenek gibi sürekli giydiği asker urubasını çıkarır. Çünkü yine bir adettir ki biri vefat ettiğinde güzel, hoşa giden, beğenilerek, isteyerek giyinilen giysiler çıkarılır. Yusuf Çavuş tam altı ay kadar hiç giymez zabit elbisesini. Altı ay sonra da arada bir giyer sadece.
Mahi, genç bir gelindir. Buna rağmen dört çocuğu vardır. Hasan en büyükleridir. Diğerleri Elif, İkbal ve Musa’dır. Hasan ile Musa arasında tam on yıl vardır. Diğerlerinin arasında ise birer yıl vardır. En küçükleri Musa sekiz yaşlarındadır. Hasan bir aylık nişanlıdır. İşte bu durum Yusuf Çavuş’u düşündürmeye başlar. Bir tarafında hayvanların bulunduğu, tek katlı bir evde oturmaktadırlar. Bir akşam vakti otururken kendi kendine söylenir Yusuf Çavuş;
-“Eyi bi usta bulsah!..”
Mahi Hanım anlamaz ne demek istediğini.
-Ne ki herif? Gendi gendine bi şeyler gonuşuyon?!..
-Yahu garı! Usta diyom, usta!..
-Ne ustası? Usta da nerden çıhtı?..
Bu sırada diğer çocuklar da oradadırlar. Odanın içinde ‘idare’ adını verdikleri bir lamba yanmaktadır. Duvarda bir ağaç çiviye takılmış, çıkardığı is loş aydınlıkta bile belli olmaktadır. Sanki bir geminin bacasından çıkan dumanı andırmaktadır. Hemen üzerindeki tavan olduğu gibi kapkaradır. İdarenin isi ağaç kırmaları ve üzerindeki mertekleri siyaha boyamış gibi yapar.
Yusuf Çavuş gayet yavaş konuşur. Mahi Hanıma birden cevap vermemiştir. Mahi Hanım karşılık alamayınca bir daha tekrarlar;
-Herif! Usta musta bi şeyler diyodun...
Odanın karşı tarafındaki sedirde oturan Hasan araya girer;
-Anlamadın mı ana? Ağam ev yapmayı düşünüyo.
-Ev mi? Ne evi? Öyle mi, ciddi misin herif?..
Mahi Hanım, daha biraz önce anlamaz ve aldırmaz bir davranış içindeydi. Şimdi ise birden yüzü, gözü ve tüm davranışları değişiverdi. Mahi Hanımı birden bir sevinç alır. Yerinden kalkar biraz daha yakın oturur Yusuf Çavuş’a. Yusuf Çavuş da gülümser bu davranışa. Arkasından karşılık verir;
-Yahu garı, oğlan evlenecek... Bu ev bize dar daal mi? Onun için diyom ki eyi bi usta bulsah da bi takım ev daha yaptırsah!..
-Valla herif! Ne eyi düşünmüşsün. Hemen yaptırah. Bah çocuhlar da yetişti. Havlımız geniş nasılsa. Garşı garşıya olsun yönü de...
Mahi Hanım sevinçle konuşmaya devam ederken Yusuf Çavuş araya girer;
-Dediklerin golay da garı, eyi bi usta bulsaydıh. Aha yaza girdik sayılır. Ağacımız her şeyimiz var Allah’a çoh şukür.
Hasan bir daha araya girerek konuşur;
-Ağa! İbraham Usta eyi diyolar...
-Hangi İbraham Usta?
-Hani câmiyi onarmıştı ya! Şimdi Yozgat’taymış.
-Sen nerden biliyon Yozgat’ta olduğunu?
-Geçenlerde Cuma namazından çıhtıydık, câminin havlısında Necip Hoca gonuşurken duymuştum. ‘Yozgat’taki câmileri de onarıyomuş’ diye lâf ediyodu.
-Öyle mi? Doğrudur. O hayırı bek sever canım! Bahalım gelecek mi? Haftıya bi gidek, gonuşah!
Mahi Hanım durdurur mu Yusuf Çavuş’u. Haftası bile beklenmez. İki gün sonra Yusuf Çavuş, oğlu Hasan’la birlikte atlara binerek Bayraktar Köyü üzerinden Yozgat’a gelirler. Hemen İbrahim Ustayı aramaya koyulurlar. Onu, Eskipazar’da bir arkadaşının evinde bulurlar. Konuşurlar ve anlaşırlar.
İbrahim Ustanın bu sıralarda yapacak bir işi yoktur. Hem Yusuf Çavuş’u hem de Bişek Köyü’nü çok iyi tanımaktadır. Anlaşmada zorluk olmamıştır. Para hususunda da pazarlık yapılmamıştır. İbrahim Usta ne derse sadece o olacaktır. İbrahim Ustadan söz alınmıştır. On gün sonra başlanacaktır. Yalnız hemen gitmek istemez İbrahim Usta. Bir câminin küçük, iki üç günlük işi olduğunu söyler. Bu da kabul edilir. Kendisinin en geç beş gün sonra köye gelebileceğini söyler. Yusuf Çavuş bunun üzerine oğlu Hasan ile tekrar köye gelirler.
İbrahim Usta köydedir. Yusuf Çavuş’un odasında yatıp kalkar. Birlikte yer, içerler. Avluya temel atarlar. Çok insan yardım etmeye başlar. Yusuf Çavuş variyetlidir, zengindir, yiyeceği boldur. Yedirmeyi de seven bir insandır. Bu yüzden hemen herkes söylemeden gelir yardım ederler. Karşılığında yine söylemeden birlikte yerler, içerler.
Hele birileri vardır ki ev yapılıp bitinceye kadar hiç ayrılmazlar. Eşref; Yusuf Çavuş’un kardeşi gibi sevdiği amcasının oğlu... Hasan’la birlikte büyümüş ve sanki bir oğlu gibi gördüğü Osman... İbrahim Usta’ya gece gündüz arkadaş olmuş ve iş yaparken de yanından ayrılmamış olan Hüseyin Hafız... Arada sırada da olsa önemli yardımlarda bulunan, Yusuf Çavuş’un diğer amca çocukları Abdil ile Kolsuz Salih... Ve diğer komşular... Kadınlar, kızlar, yaşlılar bile evin yapılışında büyük çaba harcarlar.
Ev bitmiştir. Neredeyse câmi kadar yüksektir. Köyde bugüne kadar böyle bir ev görülmemiştir. İki katlı bir ev!.. Köylü hayran kalır. Hatta şaşırır, gözlerine inanamazlar;
“Yusuf Çavuş ev yaptırmış iki katlı!”
“Toplusu da var... Hemi de bi sürü!..”
“Atın, camızın hatta goyunun guzunun yeri bile ayrıymış!..”
“Bu ev daal gardaşım; saray, saray!”
“He vallaha, saray yavrusu canım!”
Günlerce dedikodusunu yaparlar.
On bir toplusu var evin. İki katlıdır. Köyde iki katlı ev yaptırmak bir büyük iştir. Çok zengin olmak gerekir. Kolay değil on bir pencereli bir yapı yaptırmak. Ama Yusuf Çavuş yaptırır. Evin dış kısmı tamamen bulamaç denilen sarı çamurla sıvanır. İbrahim Usta özene bezene yapar her bir şeyini.
Ev yapılırken bile insanlar seyretmeye başlarlar. Ev biter, hâlâ seyrine doyamazlar. Yusuf Çavuş’un iki katlı evi sadece Bişek Köyü’nde değil civar köylerde bile anılır ve övgüyle söz edilir.
Tamı tamına üç ay, on günde tamamlanır. Ev bitmiştir, İbrahim Usta, destur ister. Yusuf Çavuş, İbrahim Usta’nın önüne durmaz. Birlikte atlara binerler, sabahın şafak vaktinde yola çıkarlar. Şehre birlikte giderler. Yusuf Çavuş, yolda İbrahim Usta’ya bir de misafir odası yapmayı düşündüğünü söyler. Bunun üzerine İbrahim Usta, hemen karşılık verir.
-Bah, buna çoh sevindim Yusuf Çavuş. Benden de yapması... Ne zaman dersen, bi haber elet, hemen gelirim...
-Çoh sağ ol, İbrahim Ustam. Biliyom geleceğini. Lâkin ben düşünüyom ki, ağaçları eyi olsun. Gordün işte, bizim oraların ağaçları bek eyi daal!
-Peki, bi bildiğin var mı Yusuf Çavuş?
-Valla, İbrahim Usta, var emme nasıl gelir bilmem ki?..
-Neymiş bildiğin Yusuf Çavuş? Hele bi söyleyiver bahalım...
-Akdağ’dan getirek derler, bizim uşahlar...
-He ya! Doğru düşünür çocuhlar Yusuf Çavuş.
-Doğru düşünürler, düşünmeye de, nasıl gelir ta ordan, İbrahim Usta?..
-İşte, bütün mesele burda Yusuf Çavuş! Sen yürekten istedikten sona, hele çocuhlarında da bu istek varsa, Allah yardım eder, Yusuf Çavuş.
-Öyle mi dersin İbrahim Usta?
-Öyle, tabi ya! İsteyene verir, Yusuf Çavuş. Allah, ırağı yahın eder Yusuf Çavuş! Sen yeter ki gonülden talap et. Sen niyetini bozma. Hemen yarından tezi yoh, yola çıhın Yusuf Çavuş.
Yusuf Çavuş, o gün kalır. Çünkü akşam olmuştur. Ağaç konusunu halletmeyi kafasına kor. Akdağ’a gitmeyecektir. Ancak, Akdağ’dan nasıl getirilecek ve ne formaliteler yapılacak, onları anlamak, hatta yapmak için yarını bekler.
Ertesi gün olur; kimseye danışmadan doğruca valiliğe gider. Kendisi muhtardır. Valinin özel kalem müdürüne durumu anlatır. Özel kalem müdürü daha önceden Yusuf Çavuş’u tanır. Kendisini önce dinler, sonra da gülümseyerek yerinden kalkar ve yan tarafında bulunan valinin odasına girer. Özel Kalem Müdürü, vali ile görüşüp gelir; geldiğinde yüzündeki gülücükler daha büyür. Özel Kalem Müdürü hemen seslenir;
-Ne kadar ağaç gerekli demiştin, Yusuf Çavuş?
-Bir odalık dediydim, Müdür Beyim!..
-Tamam, anlaşıldı. Bak Yusuf Çavuş, ben sana ‘iki katlık olacak ağaç getirebilir’ diye yazıyom. Sen ne kadar getirirsen getir. Tamam mı?
-Tamam Müdür Bey. Sen daha eyisini bilirsin.
-Daha eyisi can sağlığı Yusuf Çavuş.
-Allah sizleri başımızdan eksik etmesin Müdürüm. Sizler sağ olun! Müsait bi zamanda haneme gene beklerim Müdürüm.
-Çok sağ ol Yusuf Çavuş. Senin ekmeğin de yenir, ayranın da içilir. Kısmetse gene gelirik.
Yusuf Çavuş, gerekli izni almıştır. İş şimdi ağaçların gelmesini beklemektir. Yazıda, Orman Müdürlüğüne gidilip, oradan takip edileceği belirtilmektedir. Yusuf Çavuş, Belediye Binasının arkasında iki odalık bir yerde bulunan Orman Müdürlüğüne varır. Burada da Yusuf Çavuş’u tanıyanlar vardır. Yazıyı hemen işleme koyarlar. Yusuf Çavuş’a en az on gün sonra uğramasını söylerler. Yusuf Çavuş bunun üzerine daireden çıkar. Sonra birdenbire tekrar geri döner ve içeri girer. Kendisini tanıyan memura seslenir;
-On gün sona gelirken hazırlıklı geliyim mi?
-Valla, Yusuf Çavuş, bu konuda kesin bi şey diyemiyecam...
Yusuf Çavuşla memur karşılıklı konuşurlarken bir başka memur yanlarına gelir ve karşılık verir;
-Sen hazırlıhlı gel ağam! Ağacımız bi haftaya galmaz gelecek.
Yusuf Çavuş teşekkür ederek dışarı çıkar. Vakit öğleye yaklaşmıştır. Atına bindiği gibi Bişek Köyü’ne gelir.
Memur bir haftaya kadar gelir demesine rağmen acele etmez Yusuf Çavuş. Her ihtimale karşı tam on gün bekler. On birinci gün Bişek Köyü’nden yola çıkarlar. Tam beş kağnı koşulmuştur. Kağnının birisi sadece erzah yüklüdür. Beş kağnıda beş çift hayvan koşulu.. İçlerinden sadece biri bir çift öküz, diğerleri camuz... Hepsi de yiğit, genç ve boğazlı hayvanlar. Yol uzun sayılmaktadır. Köyünen şehrin arası aşağı yukarı otuz kilometre vardır. Hem hayvanlar hem insanlar için yiyecekler alınır ve bir kağnı bunun için hazırlanır.
Yola koyulur. Her kağnının başında bir adam vardır. Yusuf Çavuş ise atın üzerindedir. Sabah çıktıkları yolu öğle geçerek şehirde tüketirler. Şehre girdiklerinde Yusuf Çavuş önden gider ve Orman Müdürlüğüne varır. Ağacın geldiği söylenir. Yusuf Çavuş sevinir. Bir memur, Yusuf Çavuşla birlikte hemen arka tarftaki bir binanın bahçesine girerler. Ağaçlar istif edilmiş vaziyette dağ gibi durmaktadır. Yusuf Çavuş’un atı, köşede bulunan bir ağaçta bağlıdır. Yusuf Çavuş, kağnıları getirmeye gider. Kağnılar birer birer bahçeye girerler. Her giren kağnı birlikte itina ile yüklenir, sonra dışarı çıkarılır. Tam dört kağnı yüklenir. Yusuf Çavuş, ‘tamam’ der ve şehirden ayrılırlar. Şehrin dışına çıkıldığında kağnılar durdurulur. Yusuf Çavuş, boş olan kağnıya da birer ikişer ağaç konmasını ister. Böylece boş olan öküzlerin koşulduğu kağnı da ağaçla yüklü olur.
Gökyüzünde sanki hiç bulut yoktur. Ay, olanca şekliyle görünmekte. Her taraf gündüz gibi. Yatsı geçmiştir. Bayraktar Deresi’nden Büyük Öz’e girilir. Kağnılar köye girince sanki herkese haber verircesine acıklı bir biçimde gıcılamaya başlarlar. Dile gelir sanki kağnılar; ‘Biz geldik! Biz geldik’ der gibiler.
İlk kağnı öze girer. Lâkin özün tam orta yerinde birden dururlar. Bu, üstelik genç ve yiğit camuzların kağnısıdır. Hatta yatıverirler suyun içine. Kalkmazlar. Ne yapsalar, ne etseler bana mısın demez camuzlar. Üzerlerinde tonlarca yüke bile aldırmazlar. Kağnının tekerlerine bakarlar, neredeyse görünmez olmuştur.
‘Eyvah!’ der Yusuf Çavuş. ‘Desene buraya kadar gel de, burada kal ha! Ben de sizi yiğit belliyodum..’ der kendi kendine camuzlara bakarak.
Yusuf Çavuş, hem umutsuz hem sitemvari, camuzlara içten içten konuşurken arkalardan tanınmadık bir adam geliverir yanlarına;
-“Selâmünaleyküm ağalar!”
Yusuf Çavuş, selâma karşılık verir;
-Aleykümeselâm hemşerim!
-“Nedir durum ağalar!”
-Görüyosun ya hemşerim! Ta Yozgat’tan geldiler geldiler, burada galdı camızlar.
Yusuf Çavuş’un bu çaresiz konuşması üzerine yabancı adam gülümseyerek karşılık verir;
-“Haklısın ağa! O kadar yolu, bu kadar yükle gelecek ve üstelik hiç yorulmayacak... Suyun içine girince yorulmuş numarası yaparlar... Suyu görünce hiçbir manda dayanamaz! Geri çekilin ağalar...”
Yabancı bacaklarını bile sıvamadan öylece suyun içine girer. Bir eline övündereyi alır, diğer eliyle kağnının bir tekerini kucaklar. ‘Bismillah’ der sadece. Daha ilk hamlede ve camuzlara ilk dokunuşta kağnıyı öz’den çıkarıverir. Herkes buna şaşar kalır. Halbuki biraz önce aynı şeyleri Yusuf Çavuş ve diğerleri birlikte yapmışlardı. Ama çıkaramamışlardı. Bu yabancı tek başına ve hatta tek eliyle kağnıyı çıkarmıştır. Sanki camuzların dilinden ve halından anlıyormuş gibi. Sanki bu camuzlar bu yabancıyı bekliyormuş gibi. Yusuf Çavuş ve diğerleri kağnının çıkmasına sevinirlerken yabancı ortadan kaybolur. Yusuf Çavuş ve yanındakiler buna daha çok şaşırırlar. Hepsi de hem şaşkın hem anlamsız bakakalırlar.
Yusuf Çavuş, bu yabancının ‘Allah tarafından gönderilmiş birisi’ olabileceğini söyleyerek eve gelirler.
BAYILIR YUSUF ÇAVUŞ
Yusuf Çavuş özel olarak misafirlerin ağırlanması ve konaklaması için iki göz, tek katlı küçük bir ‘oda’yı da yaptırır. Yusuf Çavuş için bu çok önemli bir işti; yüzü gülmektedir bu yüzden. Herkes ‘hayırlı olsun’a gelir, gider.
Çeşmenin karşısında bulunan kendi avlu duvarının dibinde birkaç köylü ile birlikte oturup sohbet etmektedirler. Yusuf Çavuş hep sevinçlidir. Sürekli gülümsemektedir. Çünkü, gönlündeki o ‘Misafir Odası’ denilen bir yapıyı hizmete açmıştır. Günün konusu, hem de yoğun olarak budur.
Küçük Öz tarafından câminin yanında iki jandarma görünür. Doğruca gelirler. Yusuf Çavuş, jandarmaları görür görmez yavaşça ayağa kalkar ve öylece bekler. Jandarmalar yaklaşınca selâm verirler.
-Selâmünaleyküm...
Belli ki jandarmalar ilk kez geliyorlar. Köye yabancı oldukları bakışlarından belli olmaktadır; bir sağa bir sola bakarak selâm vermektedirler. Daha selâm verdiklerinde Yusuf Çavuş hemen adımını ileriye atarak yolun ortasındaki jandarmalara doğru ilerler.
-Aleykümeselâm eskerim. Ben koyün kayâsı Yusuf Çavuş. Hele hoş geldiniz.
-Hoş gordük kayâ. Bizim de işimiz seninle.
-Öyle mi? Buyurun, hele oda’ya gidelim. Orada gonuşuruh.
Jandarma Murat, oturur oturmaz çantasından bir kâğıt çıkarır. Hemen okumaya başlar;
-“Türkiye Cumhuriyeti, Yozgat Vilâyeti Savcılığından;
Merkez Bişek Köyü’nden Osman oğlu Yusuf, halen adı geçen köyün muhtarı, Bişek Köyü’ne bağlı olarak bilinen Kalınbük Mezrası sakinlerinin, mülk edinme hususunda, birinci derecede şahit olarak ayrıca mahkememizce de birinci derecede bilir kişi olarak, (bu bilgi ve uyarıyı aldıktan en fazla üç günden sonra)
Gelmeniz önemle rica olunur.”
Jandarma Murat, okuduktan sonra elindeki kâğıdın altına ‘okudum ve bilgi edindim’ diye yazar ve Yusuf Çavuş’a hem parmak bastırır hem mühürlettirir.
Bu sırada bekçi ile Hasan iki siniyle içeri girerler. Yemekler gelmiştir. Oturup hep birlikte yerler. Yusuf Çavuş, kendi kendine konuşur sanki. Aklına hiç öyle endişe edecek bir şey getirmez. Sofranın başında söyleyiverir mahkeme konusunu;
-Şey canım! Daha geçenlerde Misi diyodu hele; ‘yahında seni çağırırlar vilâyetten’ deyin. Ben de ‘canın sağ olsun, ne gerekiyosa söylerik’ dediydim.
Jandarmalar sadece dinlerler. Yemeklerini yemeye devam ederler. Belli ki Hasan merak eder ve tam olarak Yusuf Çavuş’un ne dediğini anlayamamıştır. Sorar;
-Ağa! Senden ne istiyo mahkeme? Hem konu ne?
-Oğlum! Bilmiyom emme şahitlik de var, bilir gişilik de var... Konu da şu; ‘Söğütlü Pınar’ ile şu ‘öz’ün üstleri meselesi.
-Bunda ne var ki ağa, ırazı bazarlığı değiştik. Kalınbüklülerle...
-Değiştik emme, birileri gediyo geliyo, orda da burda da ‘hakkım vardı’ deyip duruyomuş... Ya!
Yusuf Çavuş iki gün sonra vilâyete gider. Mahkemeye girer. Nasıl oldu bilinmez, mahkeme başlar başlamaz hâkim daha ilk sözünde sert bir biçimde Yusuf Çavuş’u çağırır. Yusuf Çavuş daha bu sesleniş karşısında şaşırır, eli ayağı birbirine dolaşır. Sanki korkunç bir rüya görüyormuş gibi sanır. Hakim arkasından, şok olmuş ve donmuş gibi duran Yusuf Çavuş’a ikinci kez seslenir. Üstelik daha sertçe;
-Sana diyorum be! Sağır mısın (Eliyle sol tarafını gösterir) Gel, şöyle dur, bakıyım!
Yusuf Çavuş bunu, kendisini bir ‘azarlama’ olarak kabul eder. Yerinden oynamaz. Orada bulunan herkes hakimin bu davranışına bir anlam veremez, şaşırırlar. En başta da Misi... Misi ile hakim önceden her şeyi konuşmuşlar... Onun için en çok şaşıran Misi olur. Gündemde Yusuf Çavuş’un azarlanması yoktu. Herkes karmakarışık duygu ve düşünceler içinde mücadele ederken Yusuf Çavuş aniden olduğu yere düşüverir. Buna dayanamaz ve oracıkta bayılır. Hakim de şaşırır bu duruma. O sırada Yusuf Çavuş’un hemen yanında bulunan Kalınbük’lü Misi hem Yusuf Çavuş’a müdahale eder, hem de aynı anda hakime karşılık verir. Misi tereddüt etmeden konuşur;
-Sen ne yaptın Hakim Bey? Çok ayıp ettin valla! Bu adam bildiğin, sıradan adamlardan daal. Askerliğini zabit olarak yapmış, hem de Saray’da. Üstelik sadece Yozgat’ta daal, civar vilâyetlerde bile tanımayan yoh! Bu adam azarlanmaya gelmez!..
Hakim kısa bir an düşünür gibi yapar ve arkasından karşılık verir;
Özür dilerim muhtar! Sizi bir daha yormam. Rahat olun!
Sonra her şey tatlıya bağlanır. Hakim hem kendini affettirmek hem de samimiyetini kanıtlamak için Yusuf Çavuş’un yanına gelir, bir elini omzuna kor ve gülümseyerek konuşur;
-Muhtar! Köyüne misafir olarak gelmek isterim...
Yusuf Çavuş bir Osmanlı edasıyla karşılık verir;
-Başım üstüne... Şeref verirsiniz Hakimim!
Bu arada Misi de yanlarındadır. Hemen aralarına girer;
-Hakim Bey! Yusuf Çavuş’un ekmani yemiyen, acı gavesini içmiyen yohtur. Sevdiğini canı gibi sever ve de gorur...
Yusuf Çavuş, bu övgüler karşısında sadece sessizce gülümser.
-Şu anda, bu durum karşısında, mahkemeyi bitiriyorum. Misi ağa, senin istediğin gibi karar alıyorum. Yirmi, otuz dakika sonra ikinizin tasdiki olacak. Biraz bekleyin dışarda. Sizi çağırtırım.
Hakimin dediği gibi, çok geçmeden mübaşir yavaşça gelir ve sadece işaret eder. Misi ve Yusuf Çavuş tekrar içeri girerler. Hakimin gösterdiği yerleri ikisi de parmaklarını basarak tasdik ederler.
-Okuyun isterseniz. Zaten bir nüshasını sana vereceğim Misi ağa.
-Biliyosun okumam yazmam olmadığını hakimim. Benimle eğleniyon valla...
Hakim yüksek sesle güler. Misi ile Yusuf Çavuş da birbirlerine bakışırlar, gülümserler sadece. Sonra hakim yerinden kalkar, gülümseyerek yanlarına gelir. Oradan tokalaşarak ayrılırlar.
HÜSSO VURULUR
Sabah daha olmamıştır. Her yer hâlâ alaca karanlıktır. Yusuf Çavuş her zaman olduğu gibi geceleyin birkaç kez kalkar. Ahırı yoklar, evin etrafını dolaşır, hatta arada bir bağı, bahçeyi gezer gelir.
Horozların bile derin uykusunda olduğu bir vakittir. Yusuf Çavuş, tan yeri ağarmamıştır ki yine yatağından kalkar. Avluya indiğinde karşı mahallede bir hareketlilik dikkatini çeker. Çok geçmez birisi çatal kapının önünde belirir. Yusuf Çavuş, kapıya doğru varır. Daha kapıyı açmadan o ‘tanınmaz biri’ yavaşca seslenir;
-Yusuf ağa, sen misin? Benim, Osman. Buruya gelele, Yusuf ağa! Bi şey diyecam!..
Yusuf Çavuş yavaşca çatal kapının bir kanadını açar ve dışarı çıkar. Osman, o alaca karanlıkta bile sanki birisi görecek, birisi duyacakmış gibi sessizce ve başını eğerek anlatır.
-Hüsso’yu vurmuşlar, Yusuf ağa!..
-Hangi Hüsso? Ne diyon sen Osman?..
-Killik’li Hüsso, Yusuf ağa!
-Yahu bizim Hüsso mu?
-He, Yusuf ağa...
-Sen nerden duydun Osman?
-Bizim evin onüne atıp getmişler... Eşşanen getirmişler...
-Yapma yahu! Şimdi burda mı dedin?..
-Burda Yusuf ağa! Tam kapının kenarında duruyo. Eşşek de yanında...
-Vay be! Şu gadere bah yahu! Kim yapmış bunu?... Başkalarının haberi var mı Osman?
-Kimse bilmiyo şimdilik Yusuf ağa. Ben önce size haber ediyim, dedim.
-Tamam, annaşıldı. Sen burda gal Osman. Sahın cenazenin yanından ayrılma. Şu atımı sessizce ahırdan çıharah... Ben bi Boymul’a gedip geliyim. Bahalım orda durum ne? Kimlerin haberi var?..
“Hüsso vurularak öldürülmüştür. Cesedi eşeğe sarılmış vaziyette Yesi’nin evinin önüne bırakılmıştır. Hüsso, Dağboymul Köyü’nün bir mezrası olan Killik Köyü’ndendir. Hüsso, Yusuf Çavuş’un yiğeninin kocasıdır. Gogülü Hanım, Yusuf Çavuş’un kız kardeşidir. Hüsso da Gogülü Hanımın damadıdır. Hatice, daha kırk günlük gelindir. Taze kıvrağı daha başındadır.”
Yusuf Çavuş, Osman’dan olayı duyar duymaz hemen o an, ahırdan atını çıkarır ve Dağboymul’a doğru sürer. Şafak henüz sökmemiştir; Dağboymul’a girer. Olaydan kimsenin haberi yoktur. Köyde hiç hareketlilik görülmez. Hatta Hatice’nin bile haberi yoktur. Yusuf Çavuş, yiğeninin evinin yakınından geçer. Bu esnada Hatice Gelin dışarı çıkmıştır. Dayısı Yusuf Çavuş’u görünce sevinçle karışık şaşırır. Uzakta olmasına rağmen seslenir Hatice;
-Dayı! Hayırdır... Bu vakitte ne işin ola! Hele buyur eve gel dayı!..
Yusuf Çavuş duracak gibi olur ama birden vazgeçer. Yavaşca hem atı sürer hem de Hatice’ye karşılık verir;
-Yoh bi şey yiğenim! Yolum geçiyodu da uğradım... Hadi hoşca gal, yiğenim!...
Yusuf Çavuş, köyüne hızlıca gelir. Cenazenin yanına varır ve hemen resmî işlemleri yürütür. Kendisi muhtardır; ölen kişi de yiğeninin kocasıdır. Bu yüzden Yusuf Çavuş karmakarışık duygular ve düşünceler içine girer. O gün Bişek Köyü’nde iki jandarma vardır. Misafir Odasında yatmaktalar. Henüz duyurulmamıştır. Sabahın olması beklenir. Musabeyli’den akşam üzeri geldikleri için geceyi Bişek’te geçirmek zorunda kalmışlardır. Jandarmalar kalktıklarında duyar duymaz duruma müdahale etmek zorunda kalırlar. Sonra birisi köyün bekçisiyle birlikte tekrar Musabeyli Köyü’ne doğru gider. Karakol Komutanlığı durumdan haberdar edilir. Çok geçmez öğleye doğru bir manga asker geliverir. Jandarma duruma el kor. Sonra cenazeyi köyde bir tabuta korlar kağnı ile Dağboymul’a götürür jandarma. Yusuf Çavuş’ta Dağboymul Köyü’ne jandarmayla birlikte gider. Yapılan araştırma neticesinde olay çok çabuk anlaşılır.
“Hüsso, her zaman olduğu gibi yine dağa çıkmıştır. Kendisiyle daha önceleri hiç önemi olmayan nedenler yüzünden kardeşi ve yiğeni tarafından pusuya düşürülür. Tüfekle vurulur. Vurulur ama hemen ölmez. Hüsso kan kaybetmektedir. Can havliyle sürünür gider. Yaralı haliyle tepeden dereye kadar iner. İçi yanmıştır; dereye iner inmez iyice su içer. Su içtiği yerde ölür. Cesedini bir eşeğe korlar ve gizlice Bişek Köyü’ne getirip atarlar.
Yiğeni daha sonra vurduğunu itiraf eder ve tutuklanır.”
DOĞ KEÇİ
Yusuf Çavuş, alaca paltosunu giydiği zaman mutlaka uzaklara gidecektir. Tabi uzaklar deyince yine köyün tarlaları, bağları, bahçeleridir. Hem kendi mülkünü hem de köylünün mülkünü bir çeşit kontrol edecektir. Çatal kapının dışına çıkar çıkmaz, her zaman olduğu gibi birkaç kişiyle karşılaşır. Hemen selâm verir. Oradakiler hep birlikte selâmı alırlar ve karşılık verirler. Topal Hasan, Yusuf Çavuş’u görür görmez birden hareketlenir ve heyecanla seslenir;
-Oo Çavuş ağa, aleykümselâm... Bi yere mi gediyon kâya?
-Şöyle, ecik gezecam canım!
Yusuf Çavuş tebessüm ederek, sessizce ve küçük adımlarla aşağıya doğru yürümeye başlar. Topal Hasan tekrar hareketlenir. Hemen arkasından hızlıca yürür. Gelir gelmez Yusuf Çavuş’un sağ koluna giriverir. Küçük Öz’e kadar konuşarak giderler.
Soğuklar yavaş yavaş düşmeye başlamıştır. Topal Hasan, Küçük Öz’e gelindiğinde durur ve seslenir Yusuf Çavuş’a;
-Bah annaştıh Çavuş ağa! Bekliyom ha!..
-Tamam Hasan, gelirim, dedim ya!
-Hadi eyvallah Çavuş ağa.
-Gule gule Hasan.
Bu sırada karşıdan Dikbıyık gelmektedir. Son konuşulanları duymuştur. Ancak merak eder ve sorar;
-Hayrola Hasan!.. Yusuf Çavuş’u neriye bekliyon?
Ne işin var oğlum senin Yusuf Çavuş’unan?
Dikbıyık konuşurken Yusuf Çavuş’a da iyice yaklaşmıştır. Topal Hasan gülümseyerek Dikbıyık’ın yanından geçer gider; karşılık vermez. Dikbıyık’ın merakı gitmez. Bu sefer Yusuf Çavuş’a seslenir;
-Selâmünaleyküm kâya!
-Aleykümselâm Necip ağa!
-Yahu kâya, bu bizim Gara Hasan cuvap vermedi. Neriye çarıyo seni?
-Onemli daal Necip ağa! ‘Aşam bize gel, misafirim ol’ dedi de...
-Ne var bunu söylemiyecek canım! Yahu Yusuf Çavuş, Bu, baldırı cıplan biri, gardaşım! Ne yedirecek sana ki..?
Yusuf Çavuş, Dikbıyık’ın bu sözüne güler. Hiç karşılık vermez. Dikbıyık köyün içine, Yusuf Çavuş da aşağıya doğru yürür giderler.
Akşam olur. Yusuf Çavuş akşam namazından sonra yavaş yavaş evinden çıkar. Çatal kapının hemen kenarında bir süre durur. Orada bulunanlarla biraz sohbet ettikten sonra ağır ağır yürümeye başlar. Topal Hasan’ın evine doğru gider. Topal Hasan, Yusuf Çavuş’u ailesiyle birlikte ta dış kapıda karşılar. Hürmet son derece büyüktür. İlgi ve saygı mükemmeldir. Hemen karşılıklı hal hatır sorulur. Ev tek katlı ve bir tarafında da ahır vardır. Yusuf Çavuş’un ayakları çamur olmuştur. Evin kapısından içeri girmeden önce kendiliğinden kuru bir yere lastik ayakkabısını silmeye çalışır. Bu sırada kapının hemen eşiğindedir. Topal Hasan hemen müdahale eder;
-Yahu Çavuş ağa, ayıp ediyon valla! Bırah Allah’ını seversen canım! Kadınlar temizler cirlavıhları. Sen gir içeri hele...
Yusuf Çavuş gülümseyerek karşılık verir;
-Yoh canım, çamırlı girmiyek sufaya... Aha, zaten galmadı çamır da...
Eşikden sağ ayağını içeri atarken seslice ‘bismillâh’ der Yusuf Çavuş.
İçeri girer girmez sol tarafında bir deri görür. Dikkatini çeker, iyice bakıverir bir an. Yanında da bir kafa vardır. Bir daha bakar iyice. Kendi kendine içinden söylenir;
-“Allah Allah! Bizim ‘Doğ Keçi’ye de nasıl benziyo!..
İster istemez soruverir;
-Bu deri, kafa... Davar mı öldü Hasan?
-He ya, Çavuş ağa! Hastalandı mı n’oldu, bilmiyoh! Bahtım büzüdüp duruyo... Kestim Çavuş ağa.
-Eyi etmişsin, çoluh çocuh yer canım!
-Olur mu Çavuş ağa... Bi geçimizi kesip de, kâyamızı çağırmadan...
Sofra kurulur; pilav ve et sadece... Yanında ayran ve erik hoşafı... Yemekler yenir. Geç vakitlere kadar konuşulur, sohbet edilir.
*
Yusuf Çavuş kendi evine geldiğinde çobanla karşılaşır. Çoban da yeni gelmiş, Yusuf Çavuş’u beklemektedir. Yusuf Çavuş, salona ayağını atar atmaz çoban konuşuverir;
-Yusuf emmi! Doğ Keçi gayboldu. Çoh aradım, hâlâ bulamadım... Onu söylemiye gelmiştim.
Yusuf Çavuş, ‘Doğ Keçi kaybolmuş’ der denmez beyninin içinde şimşekler çakıverir. Salonun ortasında bir heykel gibi dikilir, dimdik durur ve bir süre sonra kendi kendine gülümser. Başını bir ağaç dalı gibi de bir öne bir arkaya sallayarak karşılık verir;
-Aramayın Doğ Keçi’yi. Gelmez artıh. Doğ Keçi’yi bana yedirdiler.
____ romanın devamı var _____ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.