- 711 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY -8-
* * *
Abdi Bey, hiçbir zaman boşuna kürek sallamazdı. Akşam mesai sonrası bilet destesini cebine koyup, tanıdığı bir matbaaya girdi. Matbaacıya tarif ederek, biletleri isteği doğrultusunda yeniden basmasını istedi. Matbaacı, bu işin kanuna aykırı olduğunu, suç sayılacağını, cezasının çok ağır olduğunu anlatmaya çalıştıysa da dinletemedi. Abdi Bey, soyadıyla müsemma bütün hünerini göstererek işi bitirdi.
Biletleri hastane personeline, hasta ve hasta yakınlarına, tanıdık eş ve dostlarına ikişer üçer satıyordu. Bilet destesini cebinde taşıyor, biletleri koparırken kapak sayfasını açmamaya özen gösteriyordu.
Bir gün ortopedi doktoru Muhsin Bey, bir konu danışmak üzere başhekimliğe uğradı. Kapı açık, odada kimse yoktu. Başhekimin gelmesini beklerken, makam masasının yanındaki koltuğa oturdu. Masanın üstündekilere bakarken bilet destesini gördü. “ Bakalım bizimki ne kadar bilet satmış?” diye desteyi eline aldı. Destenin kapak sayfasını kaldırır kaldırmaz, destede bir gariplik fark etti. Destenin önüne, arkasına, sayfalarına baktı. Şimdiye kadar görmüş olduğu bilet destelerine hiç benzemiyordu. Dip koçan önünde iki tana bilet vardı. “ Bunda bir gariplik var ama ne?”.diye fikir yürütmeye çalışırken, jeton düştü, meseleyi çözmüştü.
“Vay uyanık vay! Bir koçana iki bilet ha! Şeytanın bile aklına gelmeyecek iş. Bir koyundan iki post çıkarmak; demek ki böyle bir şey. Bu adamdan korkulur.” dedi. Bilet destesini aldığı yere bırakıp, odayı terk etti,
Olayı bir süre kimseye söylemedi. Ta ki, Bademli köyü muhtarını bulup kendisinden yeni bir bilet alana kadar. Bilet alma bahanesiyle ondaki desteyi görmek istemişti. Görünce emin olmuştu ki, başhekimdeki deste, tamamen onun icadıydı.
Muhsin Bey, bir meslektaşının, hele de makam sahibi birisinin böyle bir şey yapacağına inanamıyordu.
“Nasıl böyle bir şeye tenezzül edersin, nasıl bu kadar küçülürsün? Doktorluk mesleğini iki paralık ettin. Yazıklar olsun sana, aç gözlü p….” diye küfretti.
Bu rezaleti anlatsa mı, anlatmasa mı? Karar veremiyordu. Günlerce bu olayı düşündü. Bir akşam saati, poliklinikteki görevini tamamladıktan sonra Doktor Şeref Beyin odasına daldı. Doktor Ziya Bey de oradaydı. Muhsin Bey’in gergin hali ikisinin de dikkatini çekmişti.
− Hayrola dostum, bir sorun mu var? dedi. Şeref Bey.
−Yok bi şey, dedi. Kendisini koltuğa atıverip arkasına yaslandı.
Şeref Bey, aldığı cevapla hiç tatmin olmamıştı.
−Var, dostum var. Ben adamımı tanımaz mıyım? Hadi içindekini boşalt da kurtul şu sıkıntıdan. Sen onu unutmayıp, sakladığın müddetçe o mesele senin içini kurt gibi kemirir, içi boşalmış ağaca dönersin.
Muhsin Bey, koltuktaki pozisyonunu değiştirmeden soruyu cevaplamaya çalıştı.
−Doğru söylersin, içimi kemiren bir mesele var da anlatmaktan hicap duyuyorum, dedi. İç geçirerek.
Yaslandığı koltukta gözlerini tavana dikti.
−Bu rezaleti daha fazla gizleyemeyeceğim. Karnım şişti. Anlatmazsam patlayacağım.
−Ben de merak ettim, dedi Dr. Ziya Bey. Koltuğunda doğrularak, Muhsin Bey’e doğru eğildi. Hadi anlat öyleyse. Anlat ta kurtul, karnının şişkinliğinden.
Muhsin Bey, derin bir nefes aldıktan sonra ikisinin meraklı bakışlarının arasına dalarak, başhekimin yediği herzeyi anlattı. Hikâyeyi şaşkınlıkla dinleyen iki doktorun ikisi birden koro halinde:
−Vay şerefsiz, vay! Demek bu kadar düşmüş öyle mi? dediler
Kim tarafından çıkarıldı, mucidi kimdir, bilinmese de, o günden sonra hastane içerisinde bir sözdür, dolaşmaya başladı.
“Bana bir bilet kes ama çift nüshalı olmasın ha!” denilmeye başlandı.
* * *
Abdi Bey’in sıra dışı işleri çoğaldıkça, onunla ilgisi olanlar bir araya geldiklerinde muhabbetin konusu ister istemez Abdi Bey oluyordu. Bir akşamüstü hastaneden çıkan bir grup hastane personeli, dostlarının tuhafiye mağazasında otururlarken, söz dönüp dolaşıp Abdi Bey’den açılmıştı. Mağaza sahibini ziyarete gelen uzun boylu, esmer, yakışıklı, genç birisi dayanamayıp sohbetin arasına girdi.
−Müsaade ederseniz onunla ilgili bir anımı sizlere anlatmak isterim. Eminim ki bu hikâye ile onu biraz daha yakından tanımış olacaksınız, dedi.
Mağazadakiler, temiz giyimli, bakımlı, her halinden kültürlü olduğu anlaşılan bu kişiye dikkat kesildiler. Adam, düzgün Türkçesiyle söze başladı.
−Ben yedek subay olarak askerlik görevimi ifa ederken, bahsettiğiniz kişi de askeriyede doktordu. Biraz hemşerilik, biraz da tahsilli olmam hasebiyle hayli yakın olmuştuk. O dönemde askeri hastanede çalışan doktorların muayenehane açmaları yasaktı. Şimdi yine öyle mi bilmiyorum. Bu sizin Abdi Bey, devamlı olarak muayenehane açmanın yollarını arıyordu. Her buluşmamızda:
−Hamza, şurada bir muayenehane açabilsem ne para kırarım biliyor musun? diyordu.
Adamın paradan başka düşüncesi yoktu. Bu iş için genelkurmayın izni olması gerekiyormuş. Fakat bizimki, işi kestirmeden bitirmenin yollarını arıyordu. Ona göre en kestirme yol, tümen komutanının izniydi. Eğer tümen komutanından izin koparırsa bu işi yapacağına inanıyordu. Bunun için plan hazırlarken, o günlerde garnizonda bir balo tertip edilmeye karar verildi. Bu olay, bizimkinin arayıp da bulamadığı fırsatmış. Hafta sonu beni yanına aldı, beraber İstanbul’a gittik. Parayı bu kadar çok seven bizim doktor, en lüks bir mağazaya girdi. Uzun pazarlıklardan sonra veresiye olarak çok pahalı bir kürk satın aldı. Kürkü öyle bir paket yaptırdı ki, paketin dışını gören, içini görmek için meraktan çatlardı. Oradan çıktık, kapalı çarşıda bir kuyumcuya daldık. Orada da sıkı pazarlıklar sonucu bir broş satın aldı.
−Bizim doktor, o gün akşamüstü tek başına gidip, tümen komutanının karısına hediyeyi takdim etmiş. Kadın, nezaket kuralı olarak hediyeyi kabul etmiş. Komutan, olaydan haberdar olunca hediyeyi geri gönderdiyse de bizimki, hediyenin kabulü için olmadık diller dökerek hediyeyi komutana kabul ettirmiş. Balo gecesi komutanın hanımı o kürk ve broşla salona geldi. Kadın, hakikaten çok güzel, zarif bir kadındı. Sırtına giydiği o kürkle ne yalan söyleyeyim, İngiltere kraliçesi Leydi Dayana bile onun yanında sönük kalırdı. Kapıdan girince, salonda bulunanların hepsi, özellikle de bayanlar gözlerini onun üzerinden alamamışlardı.
Dinleyenler için hikâye bayağı ilginç bir hal almıştı. Sadece kulaklarını değil ağızlarını da açmışlar pür dikkat Hamza Bey’i dinliyorlardı.
− Eee dedi, Celil Bey.
Hamza Bey, istifini bozmadan devam etti.
−Bu balodan sonra Abdi Bey ile komutan arasındaki ilişkiler üst düzeye çıkmıştı. Ailece görüşmeye başladılar. Abdi Bey, samimiyeti ilerletince bir aile ziyareti esnasında gerçek niyetini komutana açıklamış.
“Komutanım, biliyorum askeri hastanedeki doktorların muayenehane açmaları yasak ama siz görmezden, duymazdan gelirseniz, ben bir muayenehane açmak istiyorum. Sizin haberiniz olmamış olsun yeter, demiş. Komutan, önce olmaz dediyse de bizimkinin ve hanımların ısrarlarına dayanamayarak Abdi’nin isteğine olur onayı vermiş.
Bizim Abdi, vakit geçirmeden hemen faaliyete geçip bir hafta içinde muayenehaneyi açtı. İşler tıkırında yol almış giderken, beş ay sonra komutanın beklenmedik şekilde tayini çıkmaz mı? Komutanın tayininin çıkmasıyla birlikte bizimkinin bütün planları alt üst oldu. Daha kürkün ve büro mefruşatının parasını bile çıkaramamıştı. Sinirinden burnundan soluyordu. O içinde bulunduğu durumu kurtarmaya çalışırken; Tümen komutanını yeni görev yerine uğurlamak için askeri gazinoda veda gecesi tertip edilmişti. Geceye yedek subayları da çağırdılar. Gece neşeli başladı. Bir taraftan yemekler yenirken, bir taraftan da sanatçılar şarkılarını icra ediyorlardı. Salondakiler zevkin doruğundayken bizim Abdi bir boşluktan faydalanarak sunucunun elinden mikrofonu kaptı. Salonu gözleriyle çember içine aldıktan sonra bir konuşmaya başladı ki, ne konuşma.
“Değerli komutanlarım, sevgili hanımefendiler, muhterem beyefendiler, buraya komutanımızı yeni görev yerine uğurlamak için toplanmış bulunuyoruz. Komutanımız gidiyor, güle güle gitsin, yeni görevinde başarılar dileriz ama eşinin sırtındaki kürkle, boynundaki broşun parasını ödemeden gidiyor.” dedi.
“Bu sözlerle birlikte salonda buz gibi bir hava esti. Herkes bu sözlerin ne anlama geldiğini birbirlerine gözleriyle soruyordu. Hiç kimse aklından geçeni komutana yakıştıramıyordu. Komutan, onurlu, baba bir adamdı. Bütün tümen onun yoluna ölebilirdi. Komutanın böyle bir şey yapacağına kimse ihtimal vermezdi. Salondakiler şoktan kurtulmadan komutan, oturduğu koltukta fenalaşıp, yığıldı. Yanındakiler hemen başka bir doktor çağırdılar. Üç doktor gelip duruma müdahale ettiler. Bu arada ambulans çağrıldı. Bu telaşla birlikte salonda bir dalgalanma oldu. Herkesin gözü kürsüden inmeyen, elinden mikrofonu bırakmayan bizim Abdi’ye dikildi. İlk müdahaleden sonra komutanı hastaneye kaldırdılar. Komutanda gidiş o gidiş, zavallı adam hastaneden sağ çıkamadı. Bir ay sonra cenazesine katıldık. Sizin bahsettiğiniz Doktor Abdi, böyle bir adam işte” dedi.
Dinleyenler, son cümleden sonra Hamza Bey’in yüzüne öylece bakakaldılar. Hiçbirisi bir yorumda bulunmadı. Zira söylenecek söz kalmamış, sözün bittiği yere gelinmişti.
* * *
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.