- 913 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gençlere Sahip Çıkılmıyor !
Elmas Şahin
Umudumuz dediğimiz, güvendiğimiz, üzerlerinde titrediğimiz gençlerimiz bir toz zerresi gibi uçup gidiyor. Parçalanmış, yorulmuş, bıkmış, tükenmiş, umursamaz ve vurdum duymaz bir gençlik ile nereye kadar gidilirse oraya gidiyoruz.
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşlarda o kadar çok gençlerimiz var ki. Ama ne kadarı onun kadar zeki ve çalışkan? Ne kadarı onun kadar cesur ve kuvvetli? Ne kadarı dünyayı dize getirebilecek yeterliliğe sahip? Ne kadarı vatan aşkıyla dolu? Ne kadarı sorumluluğunu yerine getiriyor? Ne kadarı okumasını seviyor? Ne kadarı ilim irfan sahibi? Maalesef yok denecek kadar az.
Tarihimizi, kültürümüzü, milli kimliğimizi bilmek, öğrenmek istemeyen bir gençlik var önümüzde. Tarih dersi verirsin “bana ne” der. Geçmişi öğrenip geçmişten ders almak istemez. Bilge Kağan, Alparslan, Fatih, Yavuz, Atatürk umurlarında mı ki? Bırakalım onları yabancılar öğrensin. Onlar bizlere ders versin. Öylede oluyor zaten, yabancı gençler tarihimizi onlardan daha iyi biliyor. Yunanlı hâlâ “İstanbul bizim” diye kundaktaki bebeğe bile bunu öğretiyor. Biz ise elimizdekilerin kıymetini dahi bilmiyoruz.
Matematik, fen, kimya, biyoloji bunlar da ne? Onları yabancılar öğrensin. Buluşları onlar yapsın, teknolojiyi onlar bize öğretsin. Bizler de hazıra konalım yabancıların buluşlarıyla hava atalım. Fen dersleri, bilim dersleri görüp de ne yapacak bizim gençler. Onlara futbolculardan bahsedin yada film yıldızları ve şarkıcılardan kuzu gibi sizi dinlerler. Bu konularda ahkâm kesmekte de ustadırlar. Facebook’u bir tıklayın görün boy boy artist resimlerini paylaşıp dururlar, hepsi de birer sanatçı, artist ya da şarkıcı kesilirler.. Sanatçılara binlerce beğeni gelirken, kitapları on kişi zor beğenir, yalan mı? Hangimiz tapmıyoruz ya da kuru kuruya aşık olup, elin yabancı artistlerine bile hangimiz gönül bağlamıyoruz?
Özellikle Hollywood (Amerika’nın yeşil çamı, yani dünyaca ünlü film pazarı) iyi uyutuyor gençlerimizi. Haber programları, belgeseller, açık oturumlar açmaz onları. Onlar için her akşam film, dizi ya da maç olsun yeter. Onlarla avunur ve uyurlar! Ellerinde son model cep telefonları birbirlerine sevgililerinin resimlerini yollarlar ya da Internet kafelerde ders içerikli araştırmalar yerine ya oyun oynarlar, ya da sosyal paylaşım sitelerinde aşık oldukları sanatçılara övgüler düzerler, kim kimden daha yakışıklı, ya da kim kimden daha güzel? İlim irfan hak getire...
Bizler yarım yamalak yabancı dilimizle tarzanca Türkçe konuşuruz bir de, çok zor gelir dil öğrenmek, öğrenilen üç beş kelime ile de ahkam keseriz. İngilizi, Amerikalısı ya da Fransızı içimize sızıp dilimizi kültürümüzü benliğimizi bizden iyi öğrenip sömürgeci güç olarak isim yaparlarken bizler de yanlış batılılaşma ile onları taklit ederiz: dış görünüşlerini yani.. Böylece biz üçüncü dünyalılar en iyi sömürgeleri durumunda kalıyoruz. Ne kendimizi ne de onları anlıyoruz.
Kendimizden utanıyoruz, zaten Türkçe’yi de doğru düzgün bilmiyoruz ya. Tarzanca Türkçe hoş geliyor bize. Gösteri yerine show, ceza yerine penaltı, teşhir salonu yerine show room, yazıcı yerine printer, yıldız yerine star, söyleşi yerine talk show, dışarı yerine out…diyoruz ve bunları hemen hemen hergün kullanıyor ve duyuyor olmamıza rağmen bu kelimeler İngilizce değil de Türkçe oluyorsa denecek söz yok. Yabancı dili yerinde kullanmayı da bilmiyoruz, o nedenle Türkçemizi dünya dili de yapamıyoruz, günümüzde İnternetten bir şey araştırmaya kalksanız bilgilerin çoğu İngilizce olarak karşımıza çıkıyor. Bilmeyince de anlamak zor oluyor. Özellikle bilgi alış verişinde bu dili öğrenip kullanmak ülke biliminin ilerlemesine katkıda bulunmak temel ilke olarak görülmelidir. Elin adamı içimize kadar gelip, kendi dili ile hatta kendi öz dilimizi kullanarak ne dolaplar çeviriyor.
Hadi bir yabancı dili bilmiyoruz ve etrafımızda dönen oyunları öğrenemiyoruz. Ama Türkçe de yok. Neden hâlâ seyirci kalıp uyuyoruz? Çünkü ne dilimizi, ne de tarihimizi, benliğimizi ne de kimliğimizi biliyoruz. Bunlara öcü gibi bakıyoruz. Amerika ve Avrupa önümüze birkaç teknolojik araç atıyor (tv, bilgisayar, cep telefonu vb.) ve bu araçları yanlış kullanacağımızdan o kadar eminler ki, seve seve yenilerini de gönderiyorlar ve bizi ayakta uyutuyorlar. Evet ne yazık ki, atalarımızın kanları ile sulayıp Türk gençliğine emanet ettiği Sevgili Türkiye’miz bugünkü gençleri ile kan ağlıyor.
Bunda da en büyük hata elbette “ailelerimiz.” İlk eğitimi öğretimi ailede alır bir çocuk, altı yedi yaşından sonra da okul girer yaşamına: aileler ve öğretmenler ve de çevre üç büyük etken girer çocuğun dünyasına, ailelerimiz ne ekerlerse onu biçeceklerdir. Sevgiyle, hoşgörüyle, şefkatle, sıcacık bir yürekle büyütülmedikleri taktirde gençlerimiz ya internetin ya arkadaşlarının ya da dış dünyanın kurbanı olurlar. Ya top, ya pop, ya da artist peşinde koşarlar, içlerindeki boşluğu dışarıda ararlar, avuturlar kendilerini yakışıklı ya da güzel film yıldızlarıyla, sonu olmayan bir uçuruma sürüklenirler, aileler de bunu görmezden gelir, görse bile kendisi de dizi başından kalkmayınca çocuğunun kalbindeki boşluğu dolduramaz.
Bile bile çocuğunu internet salonlarına oyun oynamaya gönderir, ya da verir eline bir Telefon yahut da PC , yanlış kullanacağını bile bile göz yumar teknolojinin güzel yanlarından faydalanmayı öğretmek yerine, başından atar çocuğunu: saldım çayıra, mevlam koruya, öğretmen de çobanlık yapa..bu mu yani gençlere sahip çıkmak dediğimiz şey? Beş yaşında başlar mı âşık olmak? 14 yaşında ne anlar bir çocuk sevgiliden? Ama anlıyorlar günümüzde bakın. Sevgilisi olmayan kaç genç var günümüzde 16’sında? Daha hayatı tanımadan, bırakın liseyi ilkokulda başlar mı aşk ? acaba onun adı da gerçekten aşk mı? Yoksa boşluktaki gencin tutunmaya çakıştığı bişey mi bu? Anneden babadan kardeşten ya da yakınlarından soğuyan genci tek mutlu eden belki de karşı cinsin yaklaşması, doğru ya da yanlış atıveriyor kendini bilinmeyene doğru küçük daha sevginin bile ne olduğunu bilmeden aşkı öğrenmeye başlıyorlar? Ne olduğunu bilmeden küçücük yüreklerini acıya, hüzne, taşıyamayacakları yüke teslim ediyorlar, yazık, onları bu durma düşüren ailelere yazıklar olsun..!
Beş yaşındaki bir çocuk şekerli sakız alıp çıkan falını okurken “benimkisi aşk çıktı” deyip sevinir mi? Ya da “benimkinde ayrılık çıktı” deyip yüzünü asar mı, büzer mi dudağını? Nerden bilir o aşkı, ya da ayrılığı? Soruyum sizlere nerden bilir daha 5 yaşındaki çocuk bunları? Sizler daha küçücük bebelerin yanında aşk dizilerini izlemeye devam edin, ya da evlilik programlarını izlemeye devam edin, 16 yaşındaki bir genç erkek ya da bir genç kız önceliğini okuyup geleceğini kurmak yerine önceliği birinin kollarında avunmakta buluyorsa, ve sonu hüsranla bitiyorsa bu onları bu hale getirenlerin suçu..
Umutlanmak istiyorum, birgün 5 yaşındaki ya da 12, 14, 16 yaşarındaki gençlerin bir araya geldiklerinde bir kez de bir kitap okuyup tartışmalarını görmek istiyorum. Sakın ha kendinizi çok da fazla piyasa kitaplarına da kaptırmayın, edebi ağırlıklı olanları tercih edin, büyüyün artık, karnınızı hep sanatçılara artistlere duyduğunuz sanal ya da hayali aşklarla meşklerle geçirmeyin, eğlenmek için vakit harcamak için izleyin elbette ama orda bitsin, hayatınız olmasın, hayatınızın orta yerine Emir & Ferihaları, Behlül & Bihterleri, Hürrem Sultanları ya da diğerlerini oturtmayın..
Gençler, bilmelisiniz ki, bu böyle gitmez.! Artık uyanın..! Bunun yolu da okumaktan geçer..! Ömrünüzü hayal alemlerinde Hollywood ya da Yeşilçam artistlerinin yaşamlarına gıpta ederek, onları alkışlayıp, çenenizi onlara övgüler düzerek geçirmeyin, her şeyi karırında yapın, bu ülkenin sanatçıya olduğu kadar bilim insanına da, zanaatkara da ihtiyacı var, herkes işini yapsın, elbette eleştirecez konuşacaz, beğenilerimizi ya da beğenmediklerimizi ifade edecez, ama her zaman hayat başkalarının hayatlarını alkışlamakla geçmez, nereye kadar ? En güzel yıllarınızı, en verimli çağlarınızı boş işlerle mi geçireceksiniz? Kendinize gelin artık, gerçekleri görün ve yapmanız gerekeni yapın, başta da okuyun, okuyun, okuyun..!
© e.ş. yazının tüm hakları yazarın kendisine aittir.
YORUMLAR
Türk bir devlette yaşamamıza rağmen her yerde ingilizce yazılı dükkanlar , mağazalar .. Sanki Türk devleti değil yabancı bir memlekette yaşıyoruz. Kimse sahip çıkmıyor kültürüne ,diline.. Günün birinde elimizdekileri kaybedince kıymetini anlayacaklar ama çok geç olacak o zaman.. Önemli bir konuya değinmişsiniz , teşekkürler , emeğinize sağlık..