- 780 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Pargalı İbrahim yâhût Milliyetçi Bir Yunanlı Devşirme
İki cümle… Bir sadr-ı âzam ve bir kelle. Pargalı İbrahim Paşa, nâm-ı diğer Damat, Makbûl yâhût Maktûl İbrahim Paşa.
Rum bir baba ile Venedikli İtalyan bir annenin oğlu. Küçük yaşta kaçırılıp, köle yapılan ve bir süre sonra Manisa’da Şehzâde Süleyman’ın arkadaşı. Öyle ki, sanki kardeş gibi bir yakınlık. Şehzâde Süleyman’ın, Sultan I. Süleyman olmasıyla berâber, sultanın has odabaşı. Pâdişâhın kız kardeşi Hatîce Sultan ile evlilik ve ardından sadr-ı âzamlık ve sonra mutlak son…
İbrahim Paşa, bugün Yunanistan’da yer alan Parga’da doğduğu için bu adla anılmaktadır. 1949 yılında basılan İslâm Ansiklopedisi’nde Tayyip Gökbilgin’in verdiği bilgiye göre 1493 doğumludur[1]. Yâni 1495 doğumlu olan, Kaânûnî Sultan Süleyman’dan iki yaş büyüktür.
İbrâhim Paşa’nın küçükken köyünden Türk korsanlarca kaçırıldığı çeşitli târihî kayıtlarda anlatılmaktadır. Her ne kadar İsmâil Hâmî Danişmend, bunun Batılı kaynaklarca anlatıldığını söylese de, dönemin önde gelen şâirlerinden Latifî, Enîsü’l-fusahâ adlı eserinde, bunu doğrulamaktadır. Latifî, Hatta Manisalı zenginlerden birinin kölesi iken çaldığı kemençeden etkilenen Şehzâde tarafından azâd ettirildiğini anlatır. Bunun yanında Tayyip Gökbilgin ise İbrahim Paşa’nın İskender Paşa’nın akınlarından biri sırasında esir alındığını anlatır ki,[2] sonuçta ortak nokta İbrahim Paşa’nın bir şekilde esir alınmış olmasıdır.
Bu esir alınma olayı, İbrahim Paşa’nın üzerinde o kadar iz bırakmıştır ki, köklerini asla unutmamış, güç sâhibi olduğu dönemde annesi, babası ve kardeşlerini yanına aldırmıştır. Hatta Yunan köklerine de sâhib çıkmış ve sarayının önüne Heracles, Apollon ve Dionysos heykellerini koydurtmuştur[3]. Bunun dışında soyunu, Osmanlı kaynaklarında İstanbul’un kurucusu olarak gösterilen Yanko bin Madyan adlı hayâlî bir Bizans / Romalı karaktere dayandırması, bu kişinin de Hristiyanlığı yeniden yükselteceğine inanılan bir kişi olması, İbrahim Paşa’nın ciddî bir Bizans / Yunan milliyetçiliği güttüğünü de göstermektedir.
İbrahim Paşa, Şehzâde Süleyman’la bir şekilde tanıştıktan sonra şansı açılmıştır. Öyle ki, sadr-ı âzamlığına kadar yükselen şansı, tamâmen bu arkadaşlığın bir sonucudur. Ancak bu arkadaşlığın, gönül boyutunun tek taraflı olduğu, Kaânûnî Sultan Süleyman tarafından çok sevildiği, kendisinin sâdece çıkar ve iktidâr düşüncesi ile yaklaştığı, belli olmaktadır. Yaptığı bir çok densizlik ve hatâya karşı cezâ almaması, bardağın taşmasına kadar beklenmesi bunun göstergesidir. Tabiî bunda zekâsının, entrikalarının ve sonu olmayan yalakalığının payını unutmamak gerekir.
İbrahim Paşa, Sultan Süleyman’ın tahta çıkışından sonra “has odabaşı” olmuş, daha sonra da sadr-ı âzamlığa kadar yükselmiştir. Bu mevkide de oldukça uzun kalacaktır. Ancak İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Paşa’nın acemî olduğundan sık sık nişancı Celâlzâde’den yardım istediğini belirtmektedir. Makâma dâir hiçbir bilgisi ve tecrübesi olmadan, sâdece yakınlık dolayı, bugünlerde “torpil” dediğimiz hastalıktan ötürü başa gelen birinin verebildiği zararlar çok büyüktür.
İstanbul’a gelişinden itîbâren önce has odabaşılık, sonra sadr-ı âzamlık ve ardından Pâdişâhın kız kardeşi Hatîce Sultan ile evlenerek damat oluşu, inanılmaz bir güce kavuşmasını sağlamıştır. Ancak onun bu gücünden kaynaklı yaptığı hatâlar, halkın gözünden kaçmamıştır. Meselâ bugün Türk-İslâm Eserleri Müzesi olarak kullanılan ve Kaânûnî Sultan Süleyman’ın kendisi için yaptırdığı sarayın önüne diktirdiği Heracles, Apollon ve Dionysos heykelleri, halk içinde “gâvûr” olarak anılmasına yol açmıştır. Hatta bunun üzerine dönemin ünlü şâirlerinden Figânî, idâmına yol açacak olan şu Farsça beyti söylemiştir.
“Dü İbrahim âmed bedeyr-i cihan;
Yeki put-şiken şüt, yeki put-nişan”
“Dünyaya iki İbrahim geldi;
Biri put yıktı, biri put dikti.”
Ünlü târihçi Peçevî’nin anlattığı bu olay, oldukça mânîdârdır. Ancak burada da ilginç olan bir nokta vardır ki, o da kendi resmini çizdirmeyecek kadar dindâr olan Sultan Süleyman’ın bu heykellere izin vermiş yâhût ses çıkarmamış olmasıdır. Aynı dönemde Anadolu’da başlayan Kalenderî İsyânı’nı da bastırması üzerine, sadr-ı âzamlığının yanına seraskerlik yâni başkomutanlık ünvânını da eklemiştir. Öyle ki, böylece daha önce hiçbir vezîrin ulaşamadığı bir güce ve yetkiye ulaşmıştır. Dönemin nişancısı Celâlzâde Nişancı Mustafa Bey, İbrahim Paşa’ya tuğ, davul ve bayrak gönderildiğini anlatır. Bu Türklerde bağımsızlık sembolü olduğu için pâdişahlarında, ondan sonra yedi bayrak kullanmaya başladığı bilinmektedir.
Herhangi bir olağanüstü becerisi olmamasına rağmen kısa sürede gelen, bu inanılmaz yükseliş, kendisini yavaş yavaş sultan olarak görmesine yol açmıştır. Çünkü artık sıradan bir sadr-ı âzam değil, pâdişah yetkileri kullanan bir sadr-ı âzamdır.
Bu dönemde yaptığı “büyük hatâlar”, yavaş yavaş gözden düşüp, idâmına giden süreci başlatmıştır.
Kendisini devletin sâhibi olarak gören bu Yunanlı, gelen Avrupa elçilere şöyle demektedir.
“Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir: Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzî ederim; verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük pâdişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmiyecek olursam gayr-i vâki gibi kılınır; çünkü her şey harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.”[4]
Bu sözlerde anlaşılacağı üzere nerede duracağını bilmeyen bir insanın görüntüsü yansımaktadır. Kaânûnî Sultan Süleyman’a istediğini yaptırdığını ve kendisini devletin sâhibi olarak gören İbrahim Paşa, şehzâdelere de karışmış ve hangisinin tahta geçeceği konusunda aşırı müdâhaleci olmuştur. Bu durumda da karşısına kendisi kadar entrika ustası, bir başka yabancı olan Sultan Süleyman’ın Rus asıllı eşi Hûrrem Sultan çıkmıştır. Birbirlerine karşı âdeta satranç oynar gibi oynayan bu ikiliden Hûrrem Sultan gâlib çıkmıştır. Denilebilir ki, devlete de büyük zarar veren bu Rus câriyenin, tek olumlu işi, Pargalı İbrahim Paşa’nın ortadan kaldırılmasında büyük pay sâhibi olmaktır.
Bu arada Bağdat Seferi sırasında İbrahim Paşa, İskender Çelebi ile çekişmeye girmiştir. İskender Çelebi’nin kendisinden daha fazla kölesinin olması ve bunu da Çelebi’nin kendisine rakip olabilir şeklinde algılamasından dolayı haksız yere İskender Çelebi’yi öldürtmüştür. Bu konuda Hester Donaldson Jenkins’in “İbrahim Paşa Grand Vizir of Suleiman the Magnificent” başlıklı çalışmasında, incelenen diğer kaynaklarda rastlanmayan bir bilgi vardır. Buna göre İskender Çelebi, darağacına götürülürken yalnız kendisinin değil, İbrahim Paşa’nın da Iraklılarla işbirliği yaptığını, aynı derecede onun da suçlu olduğunu ve padişaha para karşılığı tuzak kurmaya çalıştığını itiraf eden bir ifade yazarak imzalamıştır.
Bu arada Bağdat’ta kendi adına ferman yazdıran İbrahim Paşa, yeni bir ünvânı kullanmaya başlamıştır ki, kellesini götüren asıl sebepte bu olmuştur. Bağdat’ta yazdığı fermanlarda “Serasker sultan” ünvânını kullanmaya başlamıştır. Tüm bu olayların sonunda da bardağı taşıran olay, Gelibolulu Âli’ye göre Sultan’a zaman zaman “Bre Türk” demesi, ama bunu aşağılama olarak söylemesidir. Hatta bu konuda Sultan Süleyman, kendisinin de Türk olduğunu söylemiş ama İbrahim Paşa tekrarlayınca, yay kirişi ile boğdurmuştur.
Şurası açıktır ki, Pargalı İbrahim Paşa, Bizans hayâli ile yaşayan, kaçırılışının intikâmını almak isteyen kindâr ve milliyetçi bir Yunanlıdır. Hayâtı, yaptıkları ve ölümü bize göstermektedir ki, bir devşirme, ne olursa olsun, devşirmedir ve nihâî amacı Türklüğü silmektir. Neyse ki, idâmı ile daha fazla zarar vermesi engellenmiştir.
Kutlu Altay KOCAOVA
www.kutlualtay.net
21 Şubat 2010
[1] İslâm Ansiklopedisi, Tayyip Gökbilgin, Makbul İbrahim Paşa maddesi, 1949.
[2] a.g.e
[3] Pargalı İbrahim Paşa Çevresindeki Edebî Yaşam, Esma Tezcan, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü 2004
[4] Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. “Kanunî Sultan Süleyman’ın Vezir-i Âzamı Makbûl ve Maktûl İbrahim Paşa Padişah Dâmadı Değildi” Belleten. Cilt: 29. 113-16 (1965):.355-361.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.