Bir Zamanlar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir başkaydı bizim çocukluğumuz... Hakikaten başkaydı.
Düşünüyorum farkında değiller ama ne şanssız şimdiki çocuklar. Yaşayamadılar göremediler bizlerin yaşadığı çocukluktaki, o yılların güzelliğini. Yazık...
O zamanlar azdı herşey. Kıymetli oluşu da belki bu yüzdendi kimbilir.
Şimdi bakınca etrafa herşeyin hep daha iyisi-fazlası-güzeli var.
Hep dahası var hayal kurmaya ihtiyaç olmaksızın. İşte belki de bu yüzden doyumsuzluk, mutsuzluk çok...
Oysa bizim düşlerimiz vardı. Çiçekli basmadan perdeli evlerimiz, elma şekerlerimiz, leblebi tozlarımız, misketlerimiz...
Çember çevrilir, su musluktan içilirdi. Ağaçlara tırmanılırdı. Dut ağacı altında etek açılırdı. Silahlar tahtadan olurdu. Tek endişemiz, tek derdimizse hemen herkeste aynısı olan, daha iyisi olmayan ucuz plastik bebelerimizin üşütüp hasta olmalarıydı.
Yamalı kilimler üzerinde akşam saatlerinde oturup kapı önlerinde sererdik yarınlarımızı. Oyuncaklarımız arasına katar oynardık hep aynı sandığımız hayatı.
Sokaklarımız evlerimiz kadar güvenliydi. Düdük sesini duyduğumuz bekçiler olurdu bizim çocukluğumuzda. Sabahları birbirinin yüzüne bakıp günaydın demeden geçen insanlara şaşırırdık. O zamanlar merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici de seçilmezdi...
Benim çocukluğumda kardan adam yapılır, evlerde soba yanardı. Sobanın üstünde kızaran kestanelerin kokusu kaplardı odayı.
Her akşam arkası yarın programı merakla beklenirdi radyoda.
Ben çocukken;
Koşup ayağım takılıp düştüğümde ekmek çiğnenip konurdu kanayan yaraya mikropta kapılmazdı. Öyle ultrasonlar filan da yoktu. Nutella neydi bilinmezdi. Ekmeğin üzerine sanayağ sonra üstüne analarımızın eliyle yapıldığı reçel sürülürdü.
Mutluyduk yoktu ötesi, mutluyduk işte. Hep yedek bir umudumuz hep hayallerimiz vardı çünkü.
Şimdilerde olmayan, şimdilerde yitirdiğimiz...
Şimdi büyüdük!
Sokaklar ruhsuzlaştı. Avuç dolusu harcanan parayla yapılmış parklar var ama oynayan çocuklar yok..
Şimdi oturulan apartmanda kim yaşıyor tanımıyor bilmiyoruz. Betonlaşan ruhlar çoğaldı tıpkı beton binaların çokluğu gibi. Ölse biri, kimsenin kimseden haberi yok.
Birbirine yabancı oldu insanlar. Eskiden sanki daha bir anlamlıydı insanlar için güven. Çünkü güvenince bir kez kolay aldanılmazdı. Güven sınanmazdı da.
Teknoloji denilen de girince hayatlara kolaylaştırdı hepten yeni beyinlere yeni insanlara ulaşmayı. Uzaktakiler yakın, yakındakiler uzak oldu bu sayede. Birebir iletişimler, yüzyüze yaşanan dostluklar, oyunlar da tükendi.
Sanal denilen yer keşfedilirken gerçek hayat, hayatlar ıskalanır oldu maalesef. Kendine bile yabancı olundu, kendi yalnızlıklarımızda yaşar olduk.
Düşünüyorum da; Ne güzel insanlar vardı eskiden, çocukluğumu kaplayan. Şarkılar bile başka güzeldi eskiden. Ne güzeldi ne özeldi eskiden zamanlar, dostluklar...
Şimdi lüks ışıltılı olurken ne çok yapaylaştı donuklaştı herşey...
Şimdi herkes yoğun şimdi herkes tek başına. Şimdi çoğaldı kalabalıklardaki yalnızlar yalnızlıklar...
Ne çok şey anlatır insana eskiler... Ne çok şey hissettirir ne de çok izler bırakır. Eskinin bir diğer adı yaşanmışlıktır çünkü. Hatırlanır bazen tebessümle bazen içimiz acıyarak.
İnsanı en çok üzense; eskiden diye söze başlarken eski olduğunu anımsamak, zamanın farkında bile olmadan ne çabuk geçtiğini bilmek.
Yıllar alıp götürmüş ne var ne yoksa ve ne çok şeyi...
Bir başkaydı bizim çocukluğumuz, bir başkaydı temizdi herşey birzamanlar...
Büyüdük kirletirken kirlendik, eskitirken eksildik farkında bile olmadan...
YORUMLAR
Yazınızı çok sevdim... Sizi okumak bir zevk...
Bu yazınızı okuyunca bu yazımı sizinle paylaşmak istedim...
ESKİ GÜNLERİM VE RADYOMUZ
Bir radyomuz vardı evimizin başköşesinde. Sanki tahtında oturan bir kraliçe... Ne söylerse ağzına bakardık, dinlerdik. Yeri gelir güler, yeri gelir ağlardık onunla...
Rahmetli ağabeyimde alafranga müzik dinleme merakı vardı. Açardı sonuna kadar. Babam rahmetli, alaturka müptelâsı... İki kuşak arasındaki savaşta, olan o güzel radyomuza olurdu. Biri kapatırken ağzını, öbürü kulağını bükerdi. Zavallı tıkanırdı üzüntüden. Sesi kısılırdı, parazit yapardı. O zaman da tokatlar patlardı soldan sağdan...
Odanın köşesinde mıhlanmış bir raf üzerinden seyrederdi bizleri gülerek... Dantel örtüsü başında, evin büyük hanımı gibiydi. Susmasını da bilirdi, şarkı söylemesini de... Bilgi dağarcığı öyle zengindi ki, şaşardık. Hülyalara dalardık şarkılarıyla... Ya da toplardı aileyi radyo tiyatrosuyla. Çıt yok! Koca aile; altı kız, iki delikanlı. Kızlar seslenirdi piyes başlarken birbirlerine. Bense elimde kalem, yeni çıkan şarkıların sözlerini, acele acele kâğıtlara yazmak için çırpınırdım.’İçin için yanıyor, yanıyor bu gönlüm’. Bazen de can kulağıyla dinlediğimiz ’Çocuk Saati.’ Ne güzel günlerdi onlar...
Radyo tiyatrosuna dalan annem; kız kardeşimin kurusun diye kuzineye koyduğu ayakkabılarını kavurmuştu. Patlamış mısır gibi kıvrılmışlardı, hiç unutmam.
Bahçemizde bir tulumbamız vardı. Çektikçe gürül gürül sular akardı ağzından. Uzun saçlı, kocaman ağızlı bir kadına benzetirdim. Tulumbanın havuzunu buz gibi suyuyla doldurur, karpuzlarımızı soğuturduk. Bahçede hemen hemen her çeşit meyve ağacımız vardı. O altın renginde, bal gibi şekerpâre kayısılar, dumanlı mor erikler, kirazlar, dutlar…. Ne kadar güzeldi onları dalından toplamak, dalından yemek… O günler, o bahçeler, o dostlar ne büyük bir nimetmişler meğer…
Bahçemizin ön tarafında asmanın altına bir somya koymuştu annem. Komşularla o sıcak yaz günlerinde karpuz kavun yerken, ya da demli çaylarını yudumlarken, yeni çıkan şarkıları çalardı babam uduyla. Kızlar, kadınlar neşeyle ve ilgiyle dinlerler, istekte bulunurlardı. Annem de babama eşlik eder, o tatlı sesiyle şarkıları usul usul mırıldanırdı. Hâfızamda kalan unutulmaz karelerdendir onlar… Çocuklar parmaklığa dayanır dinlerler, kızlar misafirlere hizmet ederlerdi. Unutulmaz güzellikte komşuluk ilişkileri vardı. Herkes hısım akraba gibiydi adetâ. Eskişehir’in ‘Seylâp Evleri’ de diye anılan ‘Bahçelievler’de idi evimiz. Kedimiz Tekir, her zaman somyanın güneşli bir yerine, babamın yanına kurulur, o gürültüde mışıl mışıl uyurdu. Kapımızı da, bizi her zaman okula kadar götüren sokağımızın köpeği beklerdi. Ona olan sevgimizi bilir, annemin hazırladığı yemeklerini yavruları ile paylaşırdı. Kapıdan hoşlanmadığı biri geçse, hele de pejmürde ise hali, Çomar ve yavruları koro halinde havlarlar, geçirtmezlerdi. Ne zaman koşup okşamaya başlarız, geçen adam da rahat bir nefes alırdı.
Bazen o çardak altındaki somyanın gölgeli olduğu zamanlarda, biz genç kızlar, nakışlarımızı alır otururduk. Yine radyomuz başköşeden bize şarkılar söyler, biz de niyet tutardık, bu şarkı benim olsun, diyerek…
Herkes büyüklerini sever ve sayardı. Kim ne pişirirse, tabaklar komşu evlere gidip gelirdi. Ah o eski komşular… Güler yüzlü, nüktedan, şakacı ve yardımsever insanlar… O uzun kış gecelerinde yaptıkları taklitlerle, anlattıkları hikâyeler ve hatıralarla ağızlarına baktıran güzel insanlar… Sobanın üstünde pişen kestaneleri paylaştıran anneler… Bir köşede uslu uslu oturan, büyükler yanında çekingen, akranları yanında son derece neşe taşan kardeşlerim, arkadaşlarım… Kim bilir nerelerdesiniz?
Sesleriniz, gülücükleriniz, sıcak nefesleriniz nerededirler acaba şimdi? Sizler, ne kadar yeri doldurulmaz insanlarmışsınız meğer…
O güzel radyomuz… Evimizin büyük hanımı… Can dostumuz. Hayatla bağımız. Yurttan sesler…
Babamın hepimizi sus pus oturttuğu ’Yassıada günleri.’ Salim Başol’un sesi halâ kulağımda: ’Müdâfiler hâzır. Açık olarak duruşmaya devam olundu.’ Hepsi, her şey, radyolar gibi ortadan kaybolsa da, hafızalarımıza nakşetmiş, özler dururuz, ara ara... O hayâl olmuş odalarda çınlayan kaybolan sesler… Unutulmaz şarkılar, türküler… Hayâl anlar… Rahmetli ablam Süheylâ’nın yeni yeni öğrendiği kemanı çalarken titreyen sesi: ‘Hâlâ kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar…’ Ve benden umulmayan bir şarkıyla sesimi dinleyen ağabeyimin şaşkın bakışı: ‘Bir pür cefâ hoş dilberdir, müptelâyım haylidendir…’ Babamın saçlarımı okşayan o güzel, sıcak elleri… Kucağımda annemin bezden yapıp, kaş göz işlediği bebeğim Aynur…
Annemin yanağıma kondurduğu öpücük… İp atladığımız taşlık… Komşu bahçelerde, bizim bahçemizde, bizim için açan renk renk çiçekler…
Eskiden küçücük şeyler mutlu ederdi bizleri... Şimdi kocaman şeylerden bile mutlu olamıyoruz sanki... Ne yazık...
Halenur Kor
Yeşiltepe'ye düğüne gidilecek, Taştepe'de taziye var, Babuktu'da hasta var denildi mi benim mahalle(Kiltep)nin büyükleri hep birlikte yola düşerlerdi. Sokağın başındaki yürümeye başlar yürüdükçe katılanlarla çoğalır sokağın sonunda birleşirdi kalabalık. Bir saatlik yolu söyleşe söyleşe yürünürdü hep birlikte...
Diğer şeyleri yazmışsınız zaten. Benim büyüdüğüm mahalle böyle idi. Ama şimdi 240 dairelik bir sitede oturuyorum. Yönetici, güvenlekçi ve kapıcılardan başka yalnızca iki kişiyi tanıyorum.
Harika bir yazıydı. Ama büyüklerimiz de "ah eskiler" deyip duruyor. Biz de "ah eskiden öyle miydi? Şöyle saygı, böyle sevgi vardı" deyip duruyuruz ya korkarım ki 30-40 yıl sonra şimdiki çocuklar da bugün yaşadıklarına özlem duyacaklar.
o günleri yaşarken koşmasını istiyordum yılların
hani çocukkken, kim istemez ki büyümeyi?
doyasıya yaşadım anlattığınız herşeyi.
beni o kadar üzen bir devirdir ki; çocukluk ...
bugün onca güzellikleri verseler dönermiydim
hiç sanmıyorum..
gerçeğim
çalınmış bir çocukluk var mazimde
ben o vakit büyümüşüm
farkına varmadan..
Çocukluğumun geçtiği, bulduğumuz bir düzlükte veya o olmazsa da bayır fındık bahçelerinde bezden kendi yaptığımız toplarla maç yaptığımız o köyümü ziyaret ettim.
İçim acıdı köyün çocuklarına...
Bulunan her düzlüğe beton evler yapılmış...
Köyün içinde iki tane halı saha var...
Doğallık mı, o da ne...
Doğal kelimesi yalnızca doğalgazda kullanılır oldu...
Beni çocukluğuma, yokluklar içinde mutlulukları yaşadığım günlere götürdü yazınız...
Kutluyorum bu güzel paylaşımınız için.
sera.
Teşekkür ederim değerli paylaşımınıza.
Sevgiyle...
iki kez okumama rağmen cevap yazamadım ya elektrikler kesildi ya da iş önümde birikivermişti.
Aslında zaman her zaman aynıdır değişense insanlar, ayrıntılar, davranışlar ve yaşam biçimleridir. insanın alım gücü ne kadar yükseldiyse tüketim de o kadar artı. Tüketimle bazı eski alışkanlıklarımızı, yaşam biçimlerimiz de değişti ve değişmeye devam edecektir, bununla birlikte öz değerlerimiz, düşünme, bakış açılarımız da değişmektedir. Yenilikleri kazandıkça eksiliyor ve eskileniyouz bu bir hayat rutini olmuş adeta
Aslında şimdiki çocuklar da şanslı çünkü uzay çağında ve teknolojik çağın verdiği hayatla tüm dünyayı gezebiliyor, gezdikçe hayatı yaşayarak öğreniyor, kolaylıksa daha çok fazladır tek sıkıntı kendilerini dizginleyemektir şimdiki çocukların. Elbette insan ilişkilerinin telefon,tv ve gözaçlık sendromun gölgesinde kalarak iletişim denen olgular artık yozlaştı veya bireyseleşerek insanlar birbirinden uzaklaştı
Her şeye rağmen bizim zamanımızdaki yaşamışlıklar tüm azlığa, kıtlığa rağmen güzeldi, ayağımzda kıl çorap deri çaroğ olsa da...
Güne gelen bu elit eseri ve değerli Yazarı kutlarım
Saygılarımla
sera.
Teknoloji hayatın birçok alanını kolaylaştırırken, ilim-bliime, bilgiye ulaşmayı kolaylaştırıp bu anlamda kişiyi geliştirirken, birebir iletişimden uzaklaştırdı hatta yok etmeye başladlı maalesef.
Dört duvar arasında yaşanıp, çocuklarımızın arkadaşları maalesef bilgisayarlarda yüzünü görmeden oynadıkları kişiler ve oyunlar.
Çocuklarımızın dizleri kanamıyor top oynarken, ip atlarken, evcilik oynamıyorlar. Artık bunların tümünü sanal ortamda yapıyorlar zira...
Değerli paylaşımınız için çok teşekkür ederim.
Saygıyla...
DemAN
Teşekkürlerimle
bir yanda tek bir simit için anasının eteğini çeken çocuklar, diğer yanda milyonluk oyuncaklar ile mutsuz ve hayata kaygı ile bakan yavrucaklar
evet
birinin hayalleri ve hedefleri var
ya diğerinin ?
kolay sahip olmak değerin anlamını eksiltiyor
hani birazda duygusallık yok değil
ebeveynlerde.
güzel bir konu
ve
çok güzel işlenmiş
tebrik ederim/saygıyla
Yaşar BIYIKLI tarafından 8/2/2012 12:08:00 AM zamanında düzenlenmiştir.
sera.
Değer kattınız paylaşımınızla.
Çok teşekkür ederim.
Saygıyla...
sera.
Teşekkür ederim değerli paylaşımınızla.
Saygıyla...
Bir kendi çocukluğuma bakıyorum,bir şimdikilere...Kim daha şanslı? biz mi onlar mı?
Biz şanslıydık… Azla sevinmeyi biliyorduk. Şimdiki gibi bilgisayar yoktu bizlerde, ama sokakta çıkıp özgürce oynayabiliyorduk. Anneminde hiç aklı kalmıyordu bizde. Acaba biri bir şey yapar, çocuğumu kaçırır, organ mafyası vs. düşünmüyordu… Toprakta çamurda oynuyor,kavga ettiğim arkadaşımızın annesi anneme kavgaya gelmiyordu.
Tek bir tv kanalımız vardı… Oğlum, siyah beyazdı bizim zamanımızda tv dediğimde bana inanamamıştı. Hele tek kanal düşüncesi ona korkunç gelmişti. Parmakla sayılır kadar az çizgi filmlerimiz vardı. Şimdikiler gibi bir sürü çizgi film kanalı nerde? Ama biz şanslıydık…
O tek kanal tek çizgi film bizi mutlu ediyordu. Şimdikiler gibi kanal kanal gezip çizgi film seçmek, birini seçince diğer kanalda aklımızın kalma durumu olmuyordu…
Şeker kız Candy’miz vardı bizim.Haidi ‘miz…
Elektronik oyuncaklarımız olmadığı için, isim hayvan şehir oynayıp eğlenebiliyorduk… Taşları oyuncak edip beş taş, yirmi taş oynuyor zaman nasıl geçiyor anlamıyorduk… Yollardan gazoz kapakları toplayıp onlarla oyunlar oynuyorduk. Oyuncak sepetlerini aşan oyuncaklarımız yoktu. Ama çok mutluyduk. Hiç canımız sıkılmıyor oflamıyorduk… Annemizin babamızın konuşmalarından psikolojimiz bozulmuyordu. Öğretmenlerimiz psikologa gitmemizi önermiyordu annelerimize.
Nerde kalorifer… Sobalı evde kalıyorduk. Soğuk odada yatıyorduk. Ve yine de hasta olmuyorduk.
Biz şanslıydık… Biz… Çocuktuk, çocuk gibi yaşadık…
Bir zamanlar...
Sahi ne güzeldi o zamanlar...
Yazınız gibi...
Kutluyorum günün yazısını...
Sevgimle...
sera.
Evet bizler hakikaten şanslıydık, yokların arasında çoktuk. Mutluyduk. Çocukluğumuzu tekniksiz ama güven içinde samimi içten çocuk gibi masum yaşadık.
Ne güzel samimi, içtendi paylaşımınız. Değer kattınız varlığınızla.
Çok teşekkür ederim.
Sevgiyle...
Biz çocukken mahalle kavgaları vardı. Sebepsiz yere çevre mahallelerin çocuklarıyla birbirimize girerdik. Bir gün sonra da hiçbir şey olmamış gibi beraber futbol maçı yapardık. Bir gün kavga ettiğimiz mahallenin çocukları bizim mahalledeki Lokman'ı tek başına yakalamışlar. 4-5 kişi Lokman'ı sıkıştırmışlar bir duvarın dibinde. Gördüm.. Koşarak gittim yanlarına. Çelimsiz bi çocuktum, kavgada iyi değildim. Lokman'a vururlarken önüne geçtim onun. Baya bi dayak yedim. Sonra Lokmanların evine gittik. Annesi bizi azarladı. Yüzümüzü oksijenli su ile temizledi. Balkona oturttu bizi. Mutfaktan ekmek arasına peynir ve biber kızartması koydu önümüze. O biber kızartmasının tadı hala damağımda. Lokmanla birbirimize bakıp güldük. Bana kahramanmışım gibi bakan Lokman'ın o siyah gözlerini unutamam. Çok iyi arkadaş olduk onunla, kardeşten öte... Sonra beraber çay içtik. O gün ben hayatımın en güzel dayağını yedim. Neyse ağlayacak gibi oldum. İnsan büyüdükçe daha sulu göz oluyormuş yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum. Zaman ilerledikçe artıyor gitmeler, sevdiğimiz hiçbir şey yerinde durmuyor ya. Ondan herhalde.
Ellerinize, ruhunuza sağlık. Hep güzel, çocukluk anılarınızdan kalma bir gülümseme kalsın yüzünüzde.
Önder Kızılkan
sera.
Ah çocukluğumuz, gençliğimiz ne güzel insanlar, g-özler vardı. Unutulmayan ve hep özlenilen.
Değer kattınız paylaşımınızla çok teşekkür ederim.
Saygıyla...
Güzel olan "eski" midir yoksa "eli yüreğinde yaşayan insanların varlığının çok olduğu zamanlar" mı..
Güne gelen yazının böyle bir çalışma olması yâni muhtevası itibarı ile diyorum mukadderat herhâlde.. Bunu böyle iğne yemişken yüreğim görmeliydi, iki de benim kelâmım var deyip eklemeliydi belki de.
Çok geçmiş zamanları bilmedim ben ama yazık ki geçiş süreci denir benimkine, bu en acısı. Yönünüzü bilemeyebiliyorsunuz, öğrendiğiniz ile içinde yaşamaya bırakıldığınız bambaşka.. Söz misâl "eski kadınların" eğittiği bir insanım. Yalan bilmeyen kadınların ve yalan söylemeyip söyletmeyen kadınların ve ne demişse gerçeği öyle kabul edilen kadınların..
Ve dünyalar arası tepe-tırnak farklılık söz konusu oluyor. Benim bildiğim eskilerde televizyon yoktu, bir filmde başka yüz olan aktör-aktris diğerinde başka yüz olup iki yüzlülüğe deyim yerindeyse örnek teşkil etmiyordu, burada tebessüm etmek istiyorum. Gerçekten televizyon yoktu ve bir süre yaşadığım yerde elektrik de yoktu ve o zamanlar gaz lambası altında sabah namazına nasıl kalkılacağı, nerede hangi hasta ziyaretine gidileceği, bir ölüm var ise tâziyesi vs.. bunları konuşurlardı büyükler, biz sütümüzün inekten mi keçiden mi olmasına karar vermekle yükümlüydük...Yılbaşı gecelerinde hatırlarım çok farklıydı eğlence tipi. Herkes tanınmayacak şekilde giyinir konu komşu kapılara meyveler bırakır kaçardı.. Başım ağrıdığında ağrı kesici içirmezlerdi hoş ağrı kesici bizim orada hastanelerde olurdu o da çok uzaktaydı, bana farklı bir çay verirlerdi.. Ve uyurdum sonra çok daha iyi uyanırdım..
Sonra zaman geçti zamana ayak uydurup yaşı değiştirdik. Şimdi birilerinin imâlarını anlamayınca şaşırıyorlar:
"hadi be bu kadar da saf olunmaz.." diyorlar.. Gülün gülün ben de gülüyorum ve bâzen de şaşırıyorlar "insan her zaman her şeyi olduğu gibi söylemez ki, iki de katık yapacaksın olan ile olmayanı.". Neyi neye katacağımı öğrenmedim diyemiyorsunuz, diğer bir tâbiri var ise neyse...
Eskiden yenen "ekmeğin" tadı farklı değildi, o ekmeğin "kiminle" yendiği idi farklı olan.. Eskiden giden okul da farklı değildi "okullular" farklıydı.. Benim ilköğrenim zamanlarımda cep telefonum yoktu ve gerçekten yoktu hattâ üniversiteden sonra olduydu.. Geç mi kalmıştım ki...
Eskiden komşuluk vardı peki ya şimdi?
Yok!!! Neden yok?
Komşu cana kast eder mi?
Şimdi ediyor.
Eskiden sevdâlı severdi, yalan söylemezdi ama eskiden pat diye de sevdiğini söyleyemezdi. Bizim orada âdet vardı. Öyle bir kıza tutulmuşsa bir yiğit. Hemen gidip konuşamazdı, ayıptı, "olması gerektiği gibi, ar vardı.." Önce kızın olduğu yakın bir yere gider ve eline aldığı ayna ile ki öğlen sıraları olurdu bu "aynayı güneşe tutup":
"gözüm sende"
der gibi haber verirdi.. Sonra ille de yâr ise büyükler konuşurlardı sonra olumlu bir bakış var ise yan yana gelinirdi..
Şimdi!
Şimdiyi diyecek gücüm yok..
Evlilik siteleri var internette:)
Havin daldı gitti. Havin, bizim eski teyzeler gibi başı önünde saatlerce söylenebilir böyle, üzgünüm çünkü.. Dünyanın sonu yolda daha ne olsun.
Ve Sevgili .sera,
Bu sayfada hep tebessüm ederek durdum ve öyle ayrıldım şimdi içim buruk, okuduğum samimiyet için teşekkürümde burukluk hissedilsin istemiyorum... Gerçeklere gerçekçi bir dokunuş ve yazımına özenle okura sunuş. Hakikaten teşekkür ediyorum, en azından eski samimiyeti yaşatanların varlığını bilmek güzel.
Sevgimle.
sera.
Hani bazen çok söz demeyi istersin de diyemezsiniz ya, yetmez duygu düşüncelerinizi anlatmaya sanki kelimeler.. İşte öyle bir andayım.
Ne çok emek, zaman ayırmaktı.
Ve.. Yazının önüne geçecek kadar güzel-özel bir paylaşımdı iyi ki dalıp gitmiş Havin...
Gönlüm ister ki bu paylaşım sadece bu sayfada kalmayıp belki biraz değişiklik ve genişletmeyle sayfanızda yazılar bölümünde görelim :))
Asıl ben çok teşekkür ederim tüm içtenliğimle.
Sevgimle....
**Havin_**
Herkes yazsak da yazmasak da kendini biliyor, biz acımızı içimize hapsedelim.. Dünya da böylesinden menun ki dönüşü başımızı döndürür derecede hızlı..
"Uzaklar yakın olacak..."
Bu cümle başka bir şey hatırlatıyor sanki, öyle işte oraya gidecek dünya, tek emeli bu başka işi ne..
Sizden okumak daha güzel, ben parça parça dökülüyorum satır aralarına, toparlanamıyorum bir daha..
Defteri analiz serisi bitmemiştir umarım:))
Sevgimle.
**Havin_**
Herkes yazsak da yazmasak da kendini biliyor, biz acımızı içimize hapsedelim.. Dünya da böylesinden menun ki dönüşü başımızı döndürür derecede hızlı..
"Uzaklar yakın olacak..."
Bu cümle başka bir şey hatırlatıyor sanki, öyle işte oraya gidecek dünya, tek emeli bu başka işi ne..
Sizden okumak daha güzel, ben parça parça dökülüyorum satır aralarına, toparlanamıyorum bir daha..
Defteri analiz serisi bitmemiştir umarım:))
Sevgimle.
Çok güzeldi
Tebrik ederim güne düşen bu güzel yazıyı ve değerli yazarını
Saygımla
sera.
Çok teşekkür ederim saygıyla...
Şimdi çoğaldı kalabalıklardaki yalnızlar yalnızlıklar...
İşin özü de özeti de bu cümlenin içinde
Meğer biz paylaşırken hep üste bir şeyler koyuyormuşuz
Gerçekten paylaşmak bereketlendirirmiş yaşamı ömrü yada anı
Sadece güveni değil çok şey kaybettik
Mesela İnsanlar konuşa konuşa
Hayvanlar koklaşa koklaşa denirdi
Artık konuşmaktan çok koklaşmayı istiyoruz
İşte yitirdiklerimiz
Ve kazanımlarımız!...........
Fakat b u meyanda biz ebeveynlerin hiç mi payı yok bu işte
Bence esas suçlu biziz
Göremedik başımıza neler geleceğini sezemedik
Teknolojinin sarhoşu oluverdik
Ve O rüzgara kapıldık, kaptırdık küçük yürekleri
Keşke zaman makinası olsa....
Tebrikler ve teşekkürler
Düşündüren, gülümseten ve iç burkan yazınıza
Selam ve saygılarımla...
sera.
Evet ah keşke zaman makinası olsa, eskiden demeye gerek kalmasa....
Değer kattınız samimi paylaşımınızla.
Çok teşekkür ederim.
Saygıyla...
O kahırlı kağnısına anılar yüklediğimiz bir düşün pozudur yaşamak, ellerimizdeki çocukluk kirleriyle, dünlerimizdeki sevinç mutluluk ve sevileriyle siyah beyaz bir zaman kapsülüdür sarı mektuplar. Yeşil bahçelerde umutlara tutunduğumuz bir devinimin en soylu ağrısıdır, günlüklerimizdeki onurlu çığlıklar. Vakit dünden bugüne ne çok fark atlamış ve unutamadıklarımız ile yaşayamadıklarımızı bir ömrün en aşina sularına ne çabuk bırakmış...
Unutulan değerlerimizi ve gönlümüzdeki devinimlerimizi dile getirmiş yazınız.
Yürekten kutluyorum...
sera.
Değer kattınız paylaşımınızla.
Çok teşekkür ederim.
Saygıyla...
Bir zamanlar ne güzel de kaleme almışsınız, çok şükür bende bir zamanlarda doyasıya yaşamış çocuk olmanın tadına varmış olanlardan birisiyim. Hatırlıyorum da biz küçükken büyüklerimiz can alıcı bir olayı anlatacakları zaman eskiden öylemiydi diye söze girerlerdi, evet maalesef artık bizlerde artık eskileri özler duruma geldik, bugünümüzü dahi yarın mumla arar hale geleceğiz gibi gidişat bunu gösteriyor. Ne oldu bu insanlara, bu insanlar yine benim senin zamanındaki olan insanlar değil mi? Ne oldu da bu kadar değiştiler, sorun şurada belki de zamanında bazı yapamadıkları olguları ve olayları şimdiden kendi çocuklarına hazır ellerine veriyorlar ve sonunda bir sürü mutsuz çocuklar, farkında olmadan kötülük yaptıklarını bilemiyorlar, selam ve saygılarımla...
sera.
Belki şöyle mi düşünüldüğünden farkında olmadan iyilik yapalım derken kötülük yapıldı! Bizlerin zamanında yoktu aman madem var şimdi onlar görsün onların olsun denilip fazla mı sunduk çocuklara herşeyi acep!
Teşekkür ederim içten paylaşımınıza.
Saygıyla...
KEŞKE BÜYÜMESEYDİK............ruhumuz ölmezdi bebe kalırdı düşlerimiz
saygımla
tebrikler
sera.
Teşekkür ederim paylaşımınıza.
Saygıyla...
bu kaleme aldığınız güzel çocukluğu yaşayan şanslı insanlardan biriyim ben de.
şimdi bakıyorum da,hakikaten ne kadar şanssız çocuklar.
Teknolojinin içine hapsolup yabancılaştılar hayata.
biraz keyifle,biraz da özlem ve buruklukla okudum güzel yazınızı.
kutlarım gönülden.
sevgiyle kalın..
sera.
Yaşadıklarımızı yaşayamadıklarından özlemleri de yok maalesef teknoloji çocukları olan neslin...
Samimi paylaşımınızla ne çok mutlu ettiniz.
Çok teşekkür ederim.
Sevgiyle...
Ne güzel yazmışsınız...
Ben de çok şükür o çocukluğa denk geldim.
Teneke sobanın üzerinde sabahları ekmek kızartıp, üzerine yağ sürüp yerdik, yağ erirdi, tadına doyulmazdı. Üzerine reçel de sürdük mü tadından yenilmezdi.
Yediğimiz en lüks şey, Peti Bör bisküviydi, babamdan isterdik o da ; "bakkala henüz gelmemiş kızım" der, bizi kandırırdı, gelince alacaklardı, öyle bilirdik.
Öyle her istediğimiz alınmazdı, zaten çok şey istemezdik ki...
Hayalerimiz çoktu, umutlarımız fazlaydı, şimdi varlık içinde olduğumuz için hayal kurmaya üşenir olduk. Söylenecek çok söz var ama burada susuyorum.
Sİz biliyorsunuz sustuklarımı....
Tebrikler ediyorum, çocukluğuma gittim yine, ben nasıl büyüyeceğim?
sera.
Şimdi çocuklar bizlerin zamanında bize kıymetli olan petibör bisküvilere dönüp bakmıyorlar bile, ee haklılar onca çok-çeşit olursa ve alınırsa :))
Hayallerimiz vardı insanların bir noktadan sonra olmayana, sahip olamayacağına umut bağlamasıydı belki hayal etmek.
Oysa şimdi olmayan ya da sahip olunmayan ne var?
Sustum denecek çok söz olsa da tıpkı siz gibi...
Büyümeyin! Büyütmeyin siz içinizdeki çocuğu, o masumiyet yanımız kalsın...
Sevgiyle...
sera.
Teşekkür ederim saygıyla...
sera.
Ayrıca bir teşekkürüm daha olacak size.
Bu yazının ortaya çıkmasına vesile oldunuz.
Saygımla...
''Güveni'' kaybettik,gerisi çorap söküğü gibi.. anlamlı yazıya tebrikler.saygılar.
sera.
Güven: hiç düşünmeden sırtını rahatlıkla dönebilmektir. Ya hep ya hiç, ortası olmayan olgudur.
Çok teşekkür ederim değer kattınız paylaşımınızla.
Saygıyla...
lamour
Büyükçe affedilmelerimiz vardı bizim;
affedilmelerin gölgesinde serpilmelerimiz vardı.
Mesaj alıp mesaj iletiyoruz beden diliyle, ilerledik hayli.
Çağın diline pek bir hakimiz hepimiz...Ama biz,
yürekten selamlaşmaları unuttuk sanki.
Benimde nostaljik özlemlerim var artık.
Sanırım yeterince büyüdüm :(
Yaşlılık?
Yaşlısı genci bile ayırt edilmez oldu Sera.
Ondan da şikayetim var benim :)
İlgiyle, beğeniyle okuduğum,
yürekten iştirak edebilceğim bir paylaşımdı.
Yazara, teşşkkürlerim, tebriğim ve dost selamımla..
sera.
Affetmeler, hatır gönül bilip saymalar, büyüğe saygı sözüne itibar etme çekinmek denilen vardı eskiden. Bu duygularla büyüdük büyütüldük yetiştirildik bizler.
Sanırım özlemimiz de; şimdi bunları özde görememekten ve maalesef bu yenilklere ayak uyduramamaktan...
Samimi paylaşamınıza çok teşekkür ederim. Değer kattınız.
Sevgiyle...
evet bir zamanlar ne kadar şanslıydık
çocuklarımız ve yeni nesil adına üzülüyorum bazen
kutlarım yazarı güzel tespitlerdi
sevgilerimle
sera.
Doyumsuz mutsuz paylaşımsız bir nesil yetişiyor sanki...
Teşekkür ederim değerli paylaşımınıza.
Sevgiyle...
Evet çok şanssızlar...
yeme içme varlık yokluk bir yana,
zira ne yüreği ile konuşuyorlar nede sevebiliyorlar. her şey yapay...
sera.
Teşekkür ederim değerli paylaşımınıza.
Saygıyla...
Bu yazı aldı götürdü beni bir şiirin koynuna.
Ben susayım Edip Cansever konuşsun. Olmaz mı...
MENDİLİMDE KAN SESLERİ
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
sera.
Teşekkür ederim paylaşımınıza.
Saygıyla...
Bir zamanlar uçurtması olmayan bir çocuğun bakışlarına karlar yağdığı zaman diğer çocuk uçurtmasını verirdi ona ve birlikte uçururlardı ...
Bir zamanlar misket oynayan çocukların kahkahaları ile onarırdıdı gökyüzü ağrıyan yanını!..
Eskiden yan komşusunun gamzesine hüzün düştü mü diğer komşusu omzunu verirdi ona yaşam gibi!...
Eskiden çocuk olmanın dayanılmaz masumluğu yağardı düşlerin kirlenmemiş başkentine...
Öyle işte....
Öyle! :(
Tebrikler ama çokca...
Mehtap ALTAN tarafından 7/31/2012 4:55:14 PM zamanında düzenlenmiştir.
sera.
Paylaşılırdı hüzünler de mutluluklar gibi... Bir yürek bir omuz olmak vardı eskiden. Üç beş günlük olmayan dostluklar, sözde kalmayan insanlıklar, özde olan değerler.
Eskiden... Öyle.. Öyle işte:((
Çok teşekkür ederim.Değer kattınız değerli paylaşımınızla.
Sevgimle...
Güzel nostaljik bir yazıydı... Aslında geçip giden yıllara özlem var... Şimdiki nesil daha şanslı diye düşünüyorum... Gelişen teknoloji elbette artıların yanında eksileri de beraberinde getiriyor... Bu güzel yazıya Cahit Külebi'nin çok sevdiğim şiirini bırakıp ayrılıyorum seçkin sayfadan...
"Hikâye"
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz
_____________________________ Cahit KÜLEBİ
sera.
Çok teşekkür ederim değerli paylaşımınıza, değer kattınız.
Saygıyla...
Saygıdeğer "sera." ,
Harika yazınızı okurken bir zaman tünelinin içinde yolculuk yaptım adeta. Yokluklara inat özgür hayaller ve büyük mutluluklarımız vardı.Pantolonlar yamalıklıda olsa mutluydu insanlar çocuklar ve de büyükler...
Çoğaldıkça oyuncaklarımız mutluluklarıda azalttık.Ve insanlar ve çocuklar hayal kurmayı hatta mutlu olmayı unuttular sahip olduğu sıradan materyalleri saymaktan.Ve büyükler selam vermekten küçükler birlikte oyun oynamanın anlamını unuttular...
Keşke dönebilsek o sevgi dolu eskilere içimizdeki insanlık yeterince ölmeden önce.....
Bu güzel yazınızı okurken yorum hakkımı kullanarak bunları söylemek istedim.Tekrardan emek verip yüreğinizle yazdığınız bu güzel yazıyı ve kaleminizi kutluyorum....
En derin saygılarımla......
Haklısın Sevgili Sera; Bu yazınızla bizleri çocukluğumuza çok uzaklarda kalan mutluluğumuza ve sevgi dolu arkadaş, dosluk ve aileye götürdü.
"kanayaan yaraya ekmek çiğner basardık" okuduğumda bir anım geldi aklıma
müsadenizle paylaşmak istedim.
Eh birazda yaramaz şımarıktık.Evin küçüğüydüm bende, dediğim dedik hiç durmaz koşar oynardım.Bir gün yollara beton dev borular döşeniyordu. Bizde oyun yapmıştık üstüne çıkp geri geri altamaca oynuyorduk boyumdan çok büyük oldukları için, arkadaşların yardımı ile çıkıp, geri dönüp atlatım ayağım takıldı alnım beton boruya geldi. Kan yüzümü, gözümü kapladı üç cm açıklık var. Rahmetli dedim "tütünü çiğnedi" kanayan yaraya bastı kan durdu.Ne dikiş ne pansuman gerekti.
Sevgi-samimiyet, hoş görü azaldı. Yakınlaştıkça malesef uzaklaştık.
duyarlı yüreğini usta kalemini kutlarım
her dem sevgi /saygı sağlıcakla...
sera.
Biz çocukken dizimiz başımız kanardı sadece. Biz büyüdük tütün çiğneyeceklerimiz de kalmadığından, yürekler kanıyor şimdi maalesef...
Çok teşekkür ederim değerli paylaşımınıza.
Sevgiyle...