İKİ KADIN
Burası küçük bir sahil kasabasında çay bahçesi.
İçerde çayını içen, gazetesini okuyan insanlar. Dışarda okula giden öğrenciler, iş yerine yetişme telaşında olan insanları taşıyan arabalar var.
Martı sesleri var.
Ve küçük, küçük dalga sesleri. Kıyıya vuruyor. Her mevsim de aynı sahne, araya sadece rüzgâr ekleniyor ve dalga seslerinin akordu değişiyor.
Önce bir adam giriyor çay bahçesine,
- simit, taze simit.
Sonra şapkalı o kadın...
**
Elimi başıma götürdüm, selam verdim sandı.
Gülümsedi, gülümsedim.
Aynı şapka solmuş renkleriyle başımdaydı. Hala başımda mı diye bakmıştım, belki de rüzgârın peşinden uçup gitmişti.
**
Eteğine baktım pembe üstüne mor salkımlı çiçekler vardı.
Eteğime baktım, pembenin üstündeki mor salkımlı çiçekleri rüzgar uçuşturuyordu. Yakaladım ve yandı. Unutmuşum tepsinin içindeki kahveleri, öylece kapakladım pembe etekliğimin üstüne. İstedim ki görmesin, görmedi de, göremedi. Solgun eteğim, birden kahverengi oldu... Salkım çiçekleri mi var mıydı ki üzerinde eskiden, bilmem.
Unuttum gitti.
- canınız acıdı mı, dedi
- hayır, lütfen siz rahatsız olmayın. Buyrun oturun, size ne ikrâm edeyim?
- ben buralarda oturan birisini arıyorum aslında, gelmişken dinlenmek istedim. Belki siz tanırsınız, bana yardımcı olursunuz. Eskisi misiniz buraların.
- denizin martıları kadar eskisi sayılırım. Bir bayanın evini arıyorum. Güzel bir ev olmalı, sanırım bu ilçenin en güzel evlerinden biridir. Belkide en güzeli. Çünkü kendisi bizim derneğimize o kadar yardım etti ki, bu kadar büyük para ancak çok zengin bir insanda olmalı. Kimlik bilgilerine ulaşamıyoruz. Tek öğrenebildiğimiz, bu sahilde yaşadığı. Fakat ne yapıyor, kimdir, nasıl biridir hiç bir şekilde öğrenemedik.
- ben size taze bir simitle, şöyle güzel bir çay getireyim. Bunları daha sonra anlatın. Hem bakın şu martılara nasılda bizi dinliyor keratalar. Bir de şu sahildeki yosunlara bakın. İçinize çekin kokularını.
Biliyor musunuz ben bu sahile sabahın köründe gelirim... Benim gibi sabahın köründe gelen başkaları da var tabi.
Mesela martılar sabahların gediklisidir. Yarış yaparız onlarla. Bazen ben onları yenerim, bazen onlar beni. Bazen de ıspanak balıkçısı Muhittin hepimizi yener o başka. Ispanak balıkçısı Muhittin kim diyeceksiniz şimdi haklı olarak. O bir alem adam. Sabahın köründe bu sahile elinde oltayla çıkıp gelen, etrafına da kendisini balıkçı diye tanıtan bir adam. Ama adamın kan görmeye bile tahammülü yok ki balığı nasıl tutacak garibim. Ben onun bugüne kadar hiç bir oltasının ucuna iğne taktığını görmedim. Hepsinin ucuna taş bağlar. Yani yaşlı balıklar sırf Muhittin’in oltası yılda bir kez olsun boş çıkmasın diye oltaya asılıp intihar ediyordur. Fakat Muhittin bu, yine de gözyaşları içinde kendi mekanına yolluyordur onları. Sonra da ıspanak balıkçısı Muhittin, doğru manava... Manav bile alıştı artık,
- canlı canlı bu ıspanaklar Muhittin abi, bak gözlerine oynuyor, söyle yengeme de kılçıklarını iyi ayıklasın.
Aslında güzel yarış da ne biliyor musunuz, zamanın içinde zamanla deli bir rakkase ile dans eden yüreğiniz. Mesela sabahın köründe küçük bir martıya yetişsem ne olur, yetişmesem ne olur... Muhittin oltanın ucuna iğne taksa ne olur, takmasa ne olur. Mesela diyelim ki siz o kadını buldunuz. Hayatından hiç memnun değil ama Pendik’te, ya da Kanlıca’da muhteşem bir yalıda yaşıyor. Yine buldunuz o kadını, bu sahildeki bir kafede çay dağıtıyor ama hayatından o kadar memnun, o kadar memnun ki.
Tıpkı ıspanak balıkçısı Muhittin gibi, balıkçıyım diye rol yapacak yaşama ama mutlu olacak. Sonra da evinde balık diye ıspanak yiyecek, hatta belki de kılçıklarını ayıklatacak eşine.
Siz en iyisi boş verin, madem kendisi size görünmek istemiyor; vardır bir bildiği. Kimbilir belki de böyle daha mutlu!...
İnsanoğlu, kimin ne olduğunu Allahtan başka kimse bilemezmiş.
Çayınızı tazelememi ister misiniz ?
- pardon, bana neden geldiğimi bile unutturdunuz inanın.
Martılar içindir. Bakar mısınız, nasıl da başınızın üstünde dönüp duruyorlar.
Misafirimiz olduğunuzu nasıl da biliyorlar, mutlaka onları ziyarete gelmiş olmalısınız.
Bizim misafirlerimize verdiğimiz değeri martılarımız bile öğrenmiş gördünüz mü.
Özletmeyin kendinizi lütfen.
öyküsatıcısı2012Davidoff
YORUMLAR
Kurgusu çok güzeldi öykünün.
Sona merakla koşmak gerekse de anlatımın kıvrımlarını sindire sindire okudum.
Çünkü sonunu merekla, hiç bir cümlesi atlansın istememiş yazan. IIşığı tutmuş sona biryerde ve sindire sindire yürü demiş okura, satırlarım boyunca.
Çok beğendim.
İçtenlikle kutluyorum.
Saygım ile...
Sıradışılık öykülere pek yakışıyor. Sizin çalışmalarınızda da baştan sona bu özgün tavır var. Özgün yani herkesin yapabildiğinden değil. Dere kumu gibi değil, AR+ kan grubu gibi değil. ÖZEL BİR YAZARSINIZ.
Gözümde en iyi resmedebildiğim şey kadınların eteklerindeki renkler ve desenler oldu. Çok da hoşuma gitti beynimin bu renklerle iştigal olması.
Bağışçının kendini konuşarak gizlemeye çalışması da güzeldi.
Evet renkli, etkileyici ve içten yazıyorsunuz Davidoff. Bu da okurda karşılık buluyor.
Saygılar ve tebrikler.
Aynur Engindeniz tarafından 7/31/2012 2:24:40 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sevgili öykücüm, bayıldım, inan gerçekten bayıldım. Kurguna hayranım, deniz insanı olunca, öyküde deniz martı hele de çay geçince( tabii hevesim iftara), dönüp bir kere daha okudum.
Bütün öykülerini yazının özünü kaçırmayayım diye hep daha bir dikkatle okurum, bu da öyle.Anlattırmak istemiyorsa hanım, vardır bir bildiği.
Benim günüme başköşe misafiri oldu yazınız, tebrikler, selam ve saygılarımla.
Davidoff
Sevgi ve selamlar size benden olsun... martı kanatlarıyla.
:)
Davidoff
çaycıya bedavadan çay dağıtasım geldi inan :(
Tüh tüh, neyse söz başka öykümde artık. Yanında da bol keseden susamlı simit.
Sevgiyle.
f.liz
yanına peynir en kırmızısından domates ve bolca muhabbetin olduğu bir sahur sofrasına o halde :)
sevgiyle.
Bu hayal gücü, bu karakterlerin inşası ve kimliklerindeki birbirine geçmişlik beni hayrete düşürüyor. Söyleyecek pek de birşey bulamıyorum.
Ne diyeyim, tebrikler...
Davidoff
Hep aynı suyla, aşla besleniyor. Gidip, gelip aynı kişinin tepesine çullanıyor. Gel dediğiniz zaman keyfi gelmiyor, siz ne kadar git desenizde inadına oturduğu yerden kalkmıyor.
Yeterki bulunduğu yeri sevsin.
Yorumunuz için teşekkür ederim.
Tolstoy der ki " Sanat bir duyguyu yaşayan insanın ,o duyguyu bilerek ve isteyerek başkalarına aktarma olayıdır"
Bu aktarımda insan karşıdan gelen duyguları kendi duygusal eleğinden geçirip öylece kabul eder aslında. Yani sanatçı bu aktarımı yaparken aktarım yapılanın durumu, akli,hissi,eğitim,önyargı vs önemlidir.
O yüzden ben okurken bir çok zaman kendei hayallerime dalarım.
Yazarın anlattığı duyguların benim dünyamdaki karşılıklarıyla hayallere dalarım.
Bu yüzden yazıların bende bıraktığı etki zaman zaman güçlü zaman zaman hafif halde olur.
Bu öykü içimde bir yerde kendini unutturmaya yüz tutmuş anılarımın, terkedilmiş bir evde bulunan eski bir kitabın üzerindeki tozları üfleyerek silip sayfasını açtığında insanın karşılaştığı unutulmuş yazıları okudukça hayretli ve heyecanlı anımsanmasıyla tadılmış eski bir şerbet gibi ferahlık ve özlem duyumsatan öyküydü değerli yazar.
Hiç adam öldürmedim diyen bir savaşçının ne kadar büyük bir cengaver olduğundan bahsedilmesi , cevgaverlik ve öldürmek arasındaki ilişkiyi de açıklamamızı gerektirir.
Günaydın...sayın yazar.
Günün aydın olsun.
Gönlün gibi.
Selam ve saygı benden.
Davidoff
Günaydın Sn. Yazar.
Emin olun iyi tüfek kullanırım, ama horoz kestiğim görülmemiştir...
Tolstoy yaşasaydı kendisiyle kısa bir sohbet etmek isterdim:
Mesela Lise yıllarında edebiyat hocam derdi ki, okuduğundan ne anladın. Bana konunun ana fikrini, yardımcı fikrini kısaca anlatır mısın derdi.
Bende ona hep kızardım. Şimdi ne çok isterdim bir GÜNAYDIN da Edebiyat Hocam'a gönderebilmeyi :(
Saygım ve selamlarımla erolabi.