BİR RÜYA BİN DÜNYA-V
.....................
KAÇAKLAR YAKALANIR
Kayânın Osman muhtardır. Köyün ilk kurulduğu yıllarda Osman Kayânın babası ve dedeleri de uzun süre muhtarlık yapmışlardır. Osman Kayânın babası Hasan; Hasan’ın da babası Hüseyin’dir. O nedenle köyde Osman Kayâya, Kayanın Osman derler.
Bişek Köyü bugünlerde her çeşit insanın uğrak yeri olur. Sadece Bişek değil, çevre köyler ve hatta ülkenin hemen her tarafı bir tür baskın halindedir. Sefaletin ve fukaralığın ömürleri kısalttığı hatta yok ettiği zamanlar... Osmanlı’nın çöküş zamanları... Fertlerin kol gezdiği, kendi başlarına hüküm sürdüğü zamanlar... Eşkıyalığın adeta şirket kurduğu ve hemen her yerde birilerinin şubesini açtığı zamanlar...
Bişek Köyü’nde de birkaç kişinin heveslenip dağlara çıktığı duyulur. Bunlar bir bir tespit edilir. Zor durumda bulunan devlet, olanca gücüyle gerekeni yapmaya çalışır.
Devletin askere ihtiyacı vardır. Yaşı gelen gençler, ilgili memurlar ve askerker tarafından hızlı bir şekilde memleketlerine bildirilir. Bişek Köyü’nde de aynı işler yapılmış ve asker olacak gençler daha önceden muhtarlıklara bildirilmiştir.
İki gencin hâlâ asker oldukları halde aylarca ve hatta yıllarca kaçtıkları anlaşılır.
Emrullah ile Ali, askere gitmemekte ısrar ederek, sürekli saklanırlar ve kaçarlar. Köye sık sık asker gelir, gider. Bir türlü yakalayamazlar. Günlerden sonra yine, köye asker geldiği duyulur. Bu sefer çok asker gelmiştir. Başlarında da bir zabit vardır. Daha köyün ilk girişinde, mezarlık tarafında, kimi gördülerse sorguya çekerler. Zabit bizzat kendisi müdahale eder herkese. Önüne geleni çok sert bir şekilde azarlar. Beklemediği ve istemediği biçimde cevap aldıklarına, o da, tüfeğinin dipçiği ile vurur. Bu işlem ta köyün içindeki câminin yanına kadar devam eder.
Necip Efendi namı diğer Bölük Emin, her zaman olduğu gibi hep câminin yanındadır. Câmi avlusunun kapısı ağzında oturmaktadır. Zabit, Bölük Emin’i de yanına çağırır ve sertçe sorar;
-Adın ne?
-Necip... Necip Hoca.
-Emrullah denilen şahıs, nâmı diğer Emili ile Şekerinoğlu Ali... Bunlar köyde midir? Hemen söyle.
Necip Efendi, Allah’tan olacak, şaşırır. Önce duraklar ve arkasından kekeler durur. Zabit, hiç dinlemez ve diğerlerine yaptığı gibi Bölük Emin’e de tüfeğin dipçiği ile vurur. Hatta askerlere ayrıca emir verir;
-Bunun elini bağlayın. Bizimle gelecek!
Askerler, Bölük Emin’in ellerini bağlarlar ve aralarına alırlar. Köyün yukarısına doğru yürürler. Pınarın başına vardıklarında dururlar. Çünkü burada kalabalık insanlar vardır. Burası, her zaman olduğu gibi köyün meydanlığı, toplantı yeridir. Köyün muhtarı Osman Kâyâ da buradadır.
Zabit daha bir şey konuşmadan muhtar Osman Kâya karşısına dikilir.
-Hoş geldiniz gomutanım. Ben köyün kâyasıyım.
Muhtar heyecanlanır. Çünkü askerlerin arasında Bölük Emin’i görür. Muhtarın rengi değişiverir. Bölük Emin’i eliyle işaret eder;
-Şey, zabitim! O bizim hocamız... Necip Hoca bi şey bilmez. Gendi halinde birisidir. Evden câmiye, câmiden eve... Başka bi yer bile bilmez....
-Ben bilmem kâya! İki kaçak var köyünde. Gerekirse seni de tutuklarım. Bu kaçakları ya bulup verirsiniz ya da hepinizi yakarım...
Osman Kâya ve diğer köylüler ne yapacaklarını şaşırırlar. Birden zabitin başı yan tarafa çevrilir. Köyün kuzey tarafı olan Çatalkaya mevkiinden asker urubalı biri görünür. Zabitin dikkatini çeker. Zabitle beraber herkes o tarafa bakar. Bu gelen kişi, köylünün tanıdığı ama zabitin tanımadığı birisidir.
Köyde adettir; biri askere gidip geldiğinde asker elbisesini bir süre çıkarmaz. İşte Yusuf Çavuş da asker elbisesiyle gezmektedir. Yusuf Çavuş, herkesten ayrı bir elbise ile gezer. Üzerindeki elbise bir başçavuş elbisesidir. Zabitin dikkatini de bu çekmiştir. Zabit, hemen yanındaki Osman Kâyaya merakla sorar;
-Bu asker urubalı da kim!?
Osman Kâya, Yusuf Çavuş’u görünce biraz rahatlayıverir. Hatta birden gülümser. Bu durum Osman Kâyanın hızlı ve neşeli konuşmasını sağlar;
-O esker urubalı, benim guvaamdir, gomutan. Saray’da eskerlik yaptı. İstanbul’da...
Bu konuşmalar sürerken Yusuf Çavuş iyice yanlarına yaklaşmıştır. Yusuf Çavuş, ta uzaktan kalabalığı ve askerleri görür görmez doğruca zabitin yanına varır. Zabit hiçbir şey söyleyemeden, Yusuf Çavuş’un iltifatıyla karşılaşır;
-Zabitim hoş geldiniz! Adım Yusuf, eskerden yeni geldim sayılır. İki seniye yahın oldu. Ben de başçavuştum. Hele gelin şöyle ‘oda’ya geçelim. Yemek yeyin. Sona da bi acı gavemizi için. Size bizzat ben yardım ederim zabitim.
-Muhtar söyledi. Demek Saray’da idiniz. Belli, kıyafetinizden ve de konuşmanızdan.
Zabit konuşurken, Osman Kâya, yavaşça Yusuf Çavuş’un böğrüne eliyle dürter. Yusuf Çavuş döner ve bakar. Osman Kâya başıyla ve gözleriyle sol tarafındaki askerleri işaret eder. Yusuf Çavuş pek bir şey anlamaz ama gene de o tarafa dönüp bakar. Çok geçmez, Necip Efendiyi görür. Zabite döner ve seslenir;
-Zabitim! O adam bizim pek saygı duyduğumuz biridir. Köyümüzün hocasıdır. Bir kabahat mi işledi?
-Kabahati, kaçakları söylememek. Ama sizin hatırınız için bırakıyım. (Hemen askerlere döner, emir verir) Bırakın hocayı!..
Askerler bırakırlar Bölük Emin’i. Yusuf Çavuş konuşmaya devam eder;
-Çok sağ ol, zabitim! Necip Hoca da eskerliğini sizin gibi zabit olarak yaptı. Bu yüzden gendisine ta eskerlik yaptığı kıtadan etibaren ‘Bölük Emini’ ünvanı verilmiş...
Zabit, hayret edici tavırla bir Yusuf Çavuş’a, bir Bölük Emin’e bakar. Sonra pişman bir eda ile hafifce başını sallar. Arkasından Yusuf Çavuş tekrar seslenir;
-Hadi odaya geçelim. Buyurun zabitim!
Zabit karşılık vermez ama itiraz da etmez. ‘Oda’ya doğru yürürler. Aslında özel olarak yapılmış bir ‘oda’ yoktur. Muhtar Osman’ın evidir, oda. Evin bir göz’ü, Osman muhtar olunca ‘oda’ olarak ayrılıverir. Odaya doğru yürürlerken Yusuf Çavuş merakla sorar;
-Zabitim neredensiniz?
-Yozgatlıyım.
-Öyle mi? Hemşeriymişiz. Neresinden?..
-İçinden.
-Kimlerdensiniz?
-Nizamlardan... Rahmetli anam buralardanmış ama ben pek bilmem. Babam da ben küçükken vefat etmiş. Anam rahmetlik ‘İmâmlar mı, Hocalar mı’ deyip dururdu...
Yusuf Çavuş ve Osman Kâya kısa bir süre yolun ortasında duraklarlar.. Osman Kâya hemen zabite döner ve seslenir;
-Allah Allah! Şu işe bah! Zabitim, senin dediğin ‘İmâmlar, Hocalar’ bizimkiler... Aha, şu dipcikle vurduğun Necip Hocalar... Bizik onlar, zabitim! Sen bizim ahrabalardanmışsın!..
Yusuf Çavuş da bunu tasdikler. Zabit, yarı şaşkın yarı gülümser durumda döner, Bölük Emin’in yanına varır; eline sarılır ve öpmeye çalışır;
-Hocam, çok özür dilerim! Verin elinizi öpeyim. Kusurumu bağışlayın. Demek akrabaymışız!..
-Olur böyle şeyler oğul! Bah, şimdi ben de çoh sevindim.
Biraz önce olan hoşnutsuzluklar birden tatlıya bağlanıverir. Hep birlikte odaya girerler. Zabit odaya oturur oturmaz Osman Kâyaya döner ve seslenir;
-Kayâ! Bekçilerini çağır gelsinler.
-Tamam.
Osman Kâya şöyle bir etrafına bakar ve hemen ilerde kapının ağzında ayakta duran azası Cici’nin İsmail’i görür ve işaret eder. Cici’nin İsmail anlar ve dışarı çıkar. Çok geçmez bekçiler gelir. Zabit bekçilere emir verir;
-Biriniz askerlerle Emili’nin yakınlarını, biriniz de Şekerinoğlu Ali’nin yakınlarını alıp getirin buraya. Hemen... Hadi gidin. Birer manga asker iki kişinin evlerine doğru giderler.
Belli ki, zabitin kafasına, Yusuf Çavuş’un söylediği ‘Bölük Emin’ lâkabı takılır. Yumuşak bir ses tonuyla Emin Efendiye döner;
-Hocam!..
-Buyur, zabit efendi!
-Sağ olun, hocam. Bölük komutanı mıydınız hocam?..
Emin Efendi, nedendir bilinmez, başını yere eğer ve öylece durur bir an. Yusuf Çavuş hemen araya girer ve karşılık verir;
-Öyle, zabitim! Emin Hoca, Malatya Serdarı’nın yanında görev yapmış... Goca ordunun Serdar’ı, Emin Hocama güvenir gidermiş. Bizler de, ta o zamandan beri Necip Hocamıza güvenirik. Hem de onu çoh severik...
-Anladım...
Yusuf Çavuşla zabit kendi aralarında konuşurlarken, Osman Kâya, evine çoktan haber ulaştırmış; yemekler geliverir. Zabit, orta yere serilen sofranın başına oturur. Yanlarına Osman Kâya, Necip Efendi ve Yusuf Çavuş da otururlar.
Köyde bu sıralarda pekmezli ve yoğurtlu yumurta yemeği pek meşhurdur. Hatta zengin yemeği olarak anılır. Sofranın tam ortasına büyükçe bir tavada yumurta, pişirilmiş olarak konur. Yusuf Çavuş, yumurtanın üzerine tasın içindeki pekmezi yayıverir. Zabit, iştahla yemeye başlar. Arkasından hemen pilav konur. Yanında büyükçe bir tasta ayran... Pilav, bir ekin höbeği gibi sivriltilmiş, çok yağlı olduğu uzaktan bile anlaşılmaktadır. Zabit pilavdan bir, iki kaşık alır. Bu esnada askerlerden biri içeri girer;
-Emili’nin hanımı ve çocuklarını getirdik komutanım.
Zabit döner ve seslenir;
-İçeri gelsin kadın.
Yemeyi bırakır ve hemen ayağa kalkar. Odanın küçük bir penceresi vardır, oraya çekilir oturur. Yemek için teşekkür eder. Bu sırada kadın girer. Zabit de hemen konuya girer.
-Bak bacım! Sana sadece şunu söyleyim; kocan olan Emili’yi bize teslim edersen sen de, çocukların da kurtulur... ‘Yok, ne olursa olsun ben kocamın yerini söylemem’ dersen yine sen bilirsin...
Zabit kısa bir an durur. Kadından cevap bekler. Kadın öylece durur, konuşmaz. Zabit devam eder;
-Bak, o zaman ben, verilen emri uygulamak zorundayım. Devlet bu durumda, kaçak kişinin bir çocuğunu alıp getirmemizi emretti. Aha meselâ kucağındaki çocuğu alıp götürürüz.
Kadın, bir an kucağındaki çocuğa sıkıca sarılıverir. Sanki elinden çekip alıyorlarmış gibi... Korkar ve birden konuşur;
-“Çocuğumu almayın n’olur?”
Ağlamaya başlar. Yusuf Çavuş dayanamaz ve araya girer;
-Zabitim! Devlet, çocuğu n’edecek?!..
Zabitin de aradığı böyle gizemli sorulardır. Gayesi korkutmaktır. Bu, onun bir yöntemidir. Yöntem gerçekten tutmuştur. Yusuf Çavuş ve oradakiler bile buna inanmışlardır. Zabit, rolünü oynamaya devam eder; hemen sertçe karşılık verir;
-Söylemesem iyi olur ama böyle durumlarda, hainlerin çocuklarını da devlet istemez. Sizin anlıyacağınız, devlet, bu nedenle anasına bile vermiyor. Şimdi anladınız mı? Devlet, böylelerin çocuğunu alıp kendi büyütmektedir. Devlette acıma olmaz. Devlet, hainin çocuğunu da ıslah etmek zorundadır.
Bunun üzerine ‘oda’nın içinde kısa bir an sessizlik olur. Kadın tekrar konuşmaya başlar;
-“Bi saat gadar önce ‘Argaç’ın ardına doğru gettiydi...”
Başka söyleyemez ve ağlayıverir. Sıkı sıkı da çocuğuna sarılır. Zabit, Osman Kâyaya döner;
-Muhtarım! Bir bekçini askerlerimin yanına ver. Hemen o mıntıkaya gitsinler.
Kadının arkasında bekleyen asker, emri alır ve dışarı çıkar. Arkaç denilen yere Emili’yi aramaya giderler. Sırada Şekereinoğlu Ali’nin yakınları vardır. Onlar da gelmiş, beklemektedirler. Olanları duymuş ve izlemiş olacaklar ki çok korkarlar. Erkeklerden birisi daha içeri girer girmez konuşmaya başlar;
-“Valla, ben az önce gordüm. ‘Guccük Öz’e doğru gediyodu...”
Bir başkası daha konuşuverir;
-“Talip’in gavağa çıhıyodu...”
Zabit aniden yerinden kalkar.
-Kâya! Azalarını da yanına al, hemen denilen yere gidelim.
Bütün askerler adeta koşar adım ‘Küçük Öz’ tarafı, Cici’nin bahçeye doğru giderler. Şekerinoğlu Ali, hâlâ kavaktadır. Kolay bir şekilde yakalanır. Kavaktan ağır ağır iner. Derhal elleri bağlanır. Tekrar köyün içine doğru gelirler. Pınarın başında askerler toplanır. Karşı mahalle tarafına giden askerler beklenir. Çok geçmez, köyün batı tarafından askerler gözükür. Aralarında Emili de vardır. Emili gelir gelmez zabit, askerlere emir verir;
-İkisini bibirine bağlayın...
Arkalardan bir asker hızlıca gelir; bir çantanın içinden uzunca zincir çıkarır. İki asker, Emili’yi ve Ali’yi bellerinden birbirine bağlar. İkisinin elleri de arkalarına bağlıdır. Başta Yusuf Çavuş olmak üzere Osman Kâya, Bölük Emin sırasıyla rica ederler; eziyet verilmemesi için. Hatta Yusuf Çavuş, zabite, köyün içinde olmasa da, ilerde afedilmelerini rica eder. Zabit, hepsine önce başıyla ve gözleriyle cevap verir sanki. Sonra yumuşak bir sözle karşılık verir;
-Hiç merak etmeyin! Yolumuz uzun. Daha Çorum’a varacağız. Biz nasıl gidersek, bunlar da öyle gidecek. ‘Ya ölüleri, ya dirileri gelecek’ diye emir aldım. Kusura bakmayın. Hadi eyvallah!..
Zabit yürürken, yanında köylüler de Çatalkaya’ya kadar yürürler. Çatalkaya’dan sonra zabit, kimsenin gelmemesini söyler. Zabit ve askerler yollarına devam ederken, köylüler Çatalkaya’nın başında dururlar. Uzaklaşıncaya kadar seyrederler. Bakmaktan başka ellerinden bir şey gelmez.
*
Yusuf Çavuş, Çatalkaya yolu üzerinde bir an durur. Bu hareketi, yanındaki Bölük Emin’in dikkatini çeker. O da durur ve merakla sorar;
-Niye durdun Yusuf Çavuş? Ecik de düşünceli gorüyom!..
Yusuf Çavuş, gözlerini kipildetmeden öylece durur ve o durumda karşılık verir;
-Devletin cezası, böyle gonularda hem ağırdır, hem kesindir Necip Hocam!..
Necip Efendi anlar gibi karşılık verir;
-Ee, n’apalım Yusuf Çavuş? Herkes ettiğini çeker. Varsın, ecik yatsınlar, canım! Ahılları başlarına gelir o zaman...
-İş, öyle daal Necip Hocam! Bildiğin gibi daal!..
-Başka ne ceza verirler ki?..
-Sen bilmez misin Necip Hocam! Şu an ülkede eşgiyalıh yapanlar çoğaldı. İşte gorüyon... Bunun yanı sıra diğer suçlar da ha keza!.. Onun için devlet, kesin ve de bitirici cezalar uyguluyo. Yaa!
-O ne demek Yusuf Çavuş? Bek annamadım! Şimdi ahlım garıştı, yahu!
-Demek annamadın lemi? Divanı Harp kararı bu, kesin ölüm cezası!.. Ya Necip Hocam!
-He ya! Şindik hatırladım...
Necip Hocanın rengi değişiverir birden. Yüzünün rengi, sesine ve konuşmasına da etki eder sanki. Bir süre duraklar ve konuşmaya başlayınca da hafifçe kekeleyerek devam eder;
-Asarlar mı demek istiyon, Yusuf Çavuş?
-Valla, ahlına gelen her kotü şey olabilir Necip Hocam! İnşallah olmaz emme endişem o. Devlet, maalesef heç affetmiyo böyle şeyleri.
Bölük Emin, yumuşak sesle tekrar konuşur;
-İnşallah haklarında hayırlısı neyse o olur. Allah yardımcıları olsun! Hayırlı haber duyarıh inşallah!
-İnşallah Necip Hocam! İnşallah...
Yusuf Çavuş, Bölük Emin ve diğer köylüler, köyün içine doğru ağır ağır ilerlerken, Askerler de iyice uzaklaşrlar.
*
Askerler, Gamiccik’e geldiklerinde dururlar. Zabit, birden fikir değiştirir. Emili ve Ali’nin başındaki askerlere emir verir;
-Bellerindeki zinciri alın.
O an oradakiler zabitin acıdığını düşünürler. Arkasından devam eder;
-Ali’yi şu karşı çalının dibine bırak, gel!
Bir asker, Ali’yi denilen yere götürür. Kendisi dönüp gelir. O an, askerlerle birlikte Ali ve Emili, zabitin ne yapacağını bir türlü kestiremezler. Ali’nin aklından; ‘herhalde zabit bizi bırakacak... Kaçmamızı istiyor...’ diye geçer. Merakla ve dikkatle sadece izlerler. Zabit, birden yanındaki askerin tüfeğini alır. Yolun dışına kadar çıkar; durur ve tüfeği nişan alır. Tüfek, Ali’ye doğrultulmuştur. Ateşleyiverir tüfeği. Herkes şaşırır. Ama Ali’ye bir şey olmaz. Herkes bir daha şaşırır. ‘Acaba zabit korkutmak için mi yapıyor’ diye düşünürler. Zabit hiç konuşmadan olduğu yerden bir daha ateşler tüfeği. Ali’ye gene bir şey olmaz. Zabit, tüfeği sağ yanından yere indirir. Başını bir sağa, bir sola sallar. Bir süre sessizce durur, konuşmaz. Bu arada Ali, donup kalmıştır. Olduğu yerde öylece durur. Sanki ölü gibidir. Zabit tüfeği hızlıca kaldırır ve bir daha ateşler. Allah’tan olacak Ali’ye gene bir şey olmaz. Zabit kendi kendine söylenmeye başlar. Hem de yüksek tonda seslenir:
-Bunda bir hikmet var, canım! Olamaz!.. Üç defa ateşledim, birinde bile ölmedi! Demek ki Allah’ın öldürmediğini biz de öldüremiyoruz... Getirin buraya!
Askerler hemen varırlar, Ali’yi tutup getirirler. Zabit, hızını alamamıştır. Yanındaki askerlere başıyla ve gözleriyle işaret eder sadece. İki asker, Emili’nin kollarına girerler, Ali’yi koydukları çalının dibine bırakıp gelirler. Emili karmakarışık düşünceler içerisindedir. Böyle olduğu ta uzaktan belli olmaktadır. Çünkü, olduğu yerde sağa sola yaylanmaktadır. Belli ki çok korkmuştur. Emili korka dursun, zabit, aynı şekilde tüfeği nişanlar. Tüfek, ilk ateşlendiğinde Emili,‘yandım anam’ diye bağırır ve yere düşer.
Ali kurtulmuştur; Emili kurtulamamıştır. Böyle durumlarda, asker kaçaklarının, vatan hainlerinin cezası kesin ölümdür. Ali, zabit tarafından serbest bırakılır. Ancak, bir söz alır zabit;
-Bundan böyle hiç kimseye zerre kadar da olsa kötülük etmeyeceksin. Üstelik herkese yardım etmeye çalışacaksın...Hadi var git, serbestsin...
Ali öyle bir durumda ve düşünceler içindedir ki, bir an kendini rüyada sanır. Korku, sevinç, endişe her şey karmakarışıktır. Titreyerek ve kekeleyerek karşılık verir;
-Allah senden razı olsun zabitim! Siz ne derseniz yaparım, zabitim! Emrinizdeyim, zabitim!..
Ali konuşmaya devam ederken zabit, sözünü keser;
-Hadi, şimdi git. Seni, ben değil, Allah bağışladı. Bunu asla unutma!
Ali’nin elleri çözülür ve bırakılır. Askerler Çorum’a doğru giderlerken Ali’de Bişek Köyü’ne doğru yürür. Köye geldiğinde doğruca Yusuf Çavuş’un yanına gelir ve olanları bir bir anlatır.
Ali, o günden itibaren ölünceye kadar, gerçekten Bişek Köyü’nün en güvenilir adamlarından olur. Ali, sadece dürüstlük, doğruluk, ahlâklılık örneğinde değil, elinden geldiğince hemen herkese yardım etmeye çalışır.
MÜHÜR YUSUF ÇAVUŞ’TA
Osman Kâya mühürü bırakır. Daha tamı tamıma bir yılı vardır. Muhtarlığı, damadı Yusuf Çavuş varken kendine lâyık görmez artık. Bunu bir dâvetle evinde açıklar. Yusuf Çavuş’tan önce babası Kafanın Osman atılıverir söze;
-Tabi ya, oğlum! Artıh bizden geçti, canım! Sen, içimizde hem en ahıllı, hem gençsin. Valla, emmin eyi düşünmüş bah!..
Köyde ilginç adetlerden biri de kayınbabaya ‘emmi’ denmesidir. Bu, yadırganacak bir durum değildir. Sadece burada değil, çevre köylerde de böyledir.
Orada bulunanlar, daha önceden sözleşmişler gibi hep birlikte destekleyiverirler:
-“Hadi hayırlı olsun, Çavuş Ağa!”
Başkası;
-“Valla, ağamı da kurtarmış olursun enişte!”
Bir başkası;
-“Ee, Osman ağa! Sana da hayırlı olsun. Emme ne yedirecan, bahalım?”
Diğeri;
-“Osman ağamın canı sağ olsun! Altında mı galırmış...”
Bir diğeri;
-“Galmah galmah! Bizi ekmanen mi gorhutuyonuz?”
Köşeden biri;
-“Yoh, kele Elif bibi, yârenlik ediyoh!”
Dieğer köşeden biri;
-“Aha, Yusuf’umun canı sağ olsun! Ta İstanbullar’dan getirdi; yedirmedik mi, yavrım?”
……………..
Bir süre, odanın içinde kendi kendilerine konuşup dururlar. Sanki hepsi birden anlaşmış, hepsi birden sevinirler.
Yıl 1916, Yusuf Çavuş, Bişek Köyü’nün yeni muhtarıdır. Hem de mevcut muhtarın kendi rızasıyla, mührü vermesiyle... Bu duruma hem hükûmet hem de köy halkı itiraz etmez. Herkes durumdan memnundur. Çünkü, Yusuf Çavuş gibi birini en başta köy halkı çoktan istemiştir bile.
*
Hâlâ ülke büyük bir sancı çekmektedir. Kırk hanelik köyde muhtarlık, çok önem verilen bir konu değildir. Kendini bilenler, aklı selim olanlar, üzerinde yaşadıkları ülkeyi düşünürler. Bunlardan biri de Yusuf Çavuş’tur.
Yusuf Çavuş’un ilk icraatı, vilâyetle irtibatı kurmanın yolllarını aramak olur. Bunu da başarır. Muhtarlığının ilk ayında Yozgat’a gider. Vilâyet ileri gelenleriyle istişarelerde bulunur. Köye, Jandarma Karakolu’nu getirtir. Jandarma Karakolu’nun gelmesiyle Bişek Köyü birden ‘nahiye’ oluverir. Ve vilâyetten Nahiye Müdürü tayin olur.
Yeni Nahiye Müdürü ile Jandarma Karakolu’na bina gerekmektedir. Yusuf Çavuş, müdürlük ile karakol binalarının ve ikâmet edilecek evlerin temini için vilâyette söz vermiştir. Hemen kendi evinin yanında bulunan Cici’nin Apış’ın evini ayarlar. Apış için ayrıca iki odalık bir ek ev yaptırır. Her şey hazırdır; Nahiye Müdürü ve Karakol Komutanı on gün içinde görevlerine başlarlar.
Aradan üç ay kadar zaman geçer. Yusuf Çavuş’un büyük oğlu Hasan, köyün içinde oyun oynayan gençlerin müdüre karşı yaptıkları bir durumdan dolayı, diğer gençlerle birlikte o da tokatlanır. Bu durum, Yusuf Çavuş’un gücüne gider;
-“Gençlerin şu günlerde, sürekli nasihatlara ihtiyaçları varken, niye böyle sert davranır müdür?” der kendi kendine. Yine de, “Müdürdür, büyüktür...” diye düşünür.
Hemen ertesi gün ilk karşılaştıklarında nazikçe sorar;
-Müdür Bey!
-Buyur Kâya!
-Sağ ol, Müdür Bey. Bizim oğlanı tokatlamışsın. Ne gusur etti aceba! Bilelim, derim, Müdür Bey!
Müdür, birden dimdik oluverir. Hafiften elleri arkasında arkaya doğru gerilir. Ciddi bir tavırla karşılık verir;
-Yani kâya, hesap mı soruyon, şimdi bizden?
-Estağfurullah, Müdür Bey! Ne hattimize! Hani suçu, gabahati varsa, biz de bilek, diyom...
Müdür, davranışından hiç taviz vermez. Aynı tavırla sözünü tekrar eder;
-Bak kâya! Ben kâyanın çocuğu da olsa, ayırdım yapmam. Bana kim saygısızlık yaparsa aynı şekilde davranırım, arkadaş!..
-Peki, nasıl bi saygısızlık yapmıştır oğlum, Müdür Bey?..
-Yoldan geçiyom; gozleri gore gore bana çarpıyolar, yahu! Birbirini govalıyolarmış da, gormemişler de... Gocaman adamlar... Gorsünler gosgoca müdürü, canım!..
-Annaşıldı, Müdür Bey! Annaşıldı!..
Yusuf Çavuş, ertesi hafta vilâyete gitmeye karar verir. Ama önce köylüleri toplar ve Nahiye Müdürünü istemediklerine dair imza toplar. Hatta ileri gelen birkaç kişiyi de vilâyete götürür. Tuttuğu tutanağı valiliğe verir. Valilik, bu tutanak üzerine hem Nahiye Müdürlüğünü hem de Karakolu derhal iptal eder. Bundan haberi olmayan Nahiye Müdürüne köye geldiğinde Yusuf Çavuş bizzat kendisi söyler:
-Ee, Müdür Bey! Seni ben, müdür yaptırdım, gıymetini bilmedin. Sen bu memleketin, bu milletin geleca olan gençlere, ‘bana çarptılar’ deyin doversen, işte böyle olur sonun da... Sen, maalesef idarecilik yapacah adam daalsin, arhadaş! Aha istidan! Bundan böyle müdür daalsin artıh. Hadi gule gule!..
Bişek Köyü, üç aylık bir süreden sonra yine Yusuf Çavuş’un isteği ile çiçeği burnunda nahiyelik iptal ettirilir.
_____ romanın devamı var ____ EKREM GÜRER
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.