- 712 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ruhun gemisi
Bu gemi, ruhların buluştuğu, huzurlarının ebediyete vardığı yegâne yerdi. Büyüklüğü bir transatlantiğin iki katıydı. Görüntüsü soluk bir dumanı andırırdı. Ruhların kendi gibi renksizdi. Gezintiye çıkmış ruhların, sonsuzlukta seyir eden bu gemiyi bulması çok kolaydı. Nede olsa ruhların maneviyatı, topraktan gelmişlere göre daha kuvvetliydi.
Geminin müdavimlerinden; Havin ve Alp birbirlerine sırılsıklam âşıktı. Fakat bu aşkı, fiziksel dünyadaki yaşantılarına bir türlü aktaramamışlardı…
Topraktan gelenler, uyuduklarında, ruhlarının ne yaptıklarını bilmiyorlardı. Hafızalarındaki görüntüleri “rüya,” diye adlandırıyorlardı. Hâlbuki bu koca bir vesveseydi. Onlar uyuduklarında, ruhları serbest kalır ve gezintiye çıkarlardı. Ruhlarının yaşadıklarının çoğunu hatırlamaz, hatırladıklarını da halisine ederlerdi. Ruhlar, fiziksel dünyadaki, fizyolojik bedenlerine hükmedemezlerdi. Beyin, neyi nasıl algılamak istiyorsa, öyle algılardı.
Alp, fizyolojik dünyada, Havin’ in bir üst sınıfında okuyordu; ancak sabah olup uyandığında, ruhsal âlemde yaşadıklarını beyni tam olarak kavrayamıyordu. Her şeyi rüya sanıyor, Havin’ in de yüzünü hatırlamıyordu. Bu sebepten dünyevi ortamda Havin ile tanışmışlığı yoktu. İçi çok daralıyordu. Sanki bir şeyleri yanlış yapıyor gibi hissediyordu. Tabi bu daralma ruhunun verdiği bir huzursuzluktu.
Alp’in ruhu, Havini fizyolojik bedeniyle tanıştırıp, gündüzleri de onunla birlikte olmak istiyordu. Havin’in fiziksel güzelliğinin yanında, ruhunun temizliğini de en iyi o biliyordu. Balın tadı, görüntüsünden güzeldi.
Alp’in aklına bir fikir geldi. Topraktan gelenler, gece yatmadan kimi çok düşünürse, ruhlar geceyi onunla geçirmek durumunda kalırdı. Bu alp ile Havin arasında çok sıkıntı yaratırdı. Bu yüzden çok ayrı kaldıkları olmuştu. Alp, bunun tam tersini denemek istedi. Geminin kaptanı Koca Timur’a dert yandı. Koca Timur “ruhun gemisinde, her ruhun ilacı vardır,” dedi. Ona Zihin Odası’ndan bahsetti: “Orada, fizyolojik bedeniniz uyanana kadar, beraber oturacaksınız. Hep birbirinizin cemaline bakıp, birbirinizi düşleyeceksiniz. Onunla ne yaşamak istiyorsan, onu hayal et! İyi şeyler düşün! Bedeniniz uyandığında, istemsizce birbirine çekilecek. Şansın da yanındaysa, isteğin olacak.”
Ertesi gece, bedenlerinin uykuya dalmasıyla, Alp ve Havin ruhun gemisinde buluştular… Planladıkları gibi Zihin Odası’nda el ele bir gece geçirdiler…
Güneşin merhabasıyla beraber, Alp uyandı. Annesine bir rüya gördüğünden bahsetti. Sarışın, buğday tenli, incecik, şirin bir kızın rüyasında; beyaz bir gelinlikle kendisine doğru koştuğunu söyledi. Annesi gülümsedi ve çok mutlu oldu. Ölmeden, oğlunun mürüvvetini görmek istediği, her halinden belliydi. Yüzünü yıkayıp, üstünü giydi. Her zamanki gibi kahvaltı yapmadan, sokağı adımlamaya başladı. Okulun önüne kadar geldi. Çözülmüş ayakkabı bağcıkları, tozları yalıyordu. Fark eder etmez, eğildi ve bağlamaya koyuldu. Gözünün ölü noktası, bulanık bulanık bir kişinin kendisine yaklaştığını haber etti. Net olarak görebilmek adına, kafasını kaldırdı. Sarışın, buğday tenli, incecik, beyaz elbiseli şirin kız “affedersiniz! Belediye tiyatrosuna nasıl gidebilirim?” diye sordu. Bu Havindi. Havin’in güzelliğinden afallayan Alp, tiyatronun olduğu yere doğru, parmağını kaldırarak adımladı. “işte şu ta…” diyordu ki(!) bağcığına basıp yere kapaklandı. Havin, şaşkınlıkla martı şeklini almış kaşlarının altındaki gözleriyle Alp’e bakakaldı. Hemen “iyi misiniz?” diyerek elini uzattı. Bu nazik yardımı geri çevirmedi Alp ve Havin’in elini kavradı. O an ikisi de hep tuttukları bir eli tutar gibi hissettiler. Sanki bir dejavu yaşıyorlardı. Alp ve Havin, tanışma hikâyelerini, işte bu şekilde anlatacak olsalar da onlar çok daha çılgınca bir hikâyeye sahipti. Şimdi, ruhları daha bir uysaldı. Nedense(!).
YORUMLAR
Çok güzel bir öykü okudum kaleminden.
Gerçekten ustaca yazılmış, okumak da geç kalmanın üzüntüüsyle kutluyorum..
selam ve sevgiler..