- 1065 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
OLASILIKLAR
Bazen kendimi yaşamdan, dünyadan, çevremden soyutlamak, kaçıp saklanmak istiyorum. Gözlerimi, kulaklarımı, tüm duyu organlarımı kapatmak, her şeyden uzaklaşmak istiyorum.
İstiyorum da, bunu hiçbir zaman başaramadım.
Böylesi ağır, baskıcı duygularla baş başa kaldığım zamanlarda genellikle arkadaşım Aydın’ın yanında alırım soluğu. Resmi sıfatı filozof olmasa da, onlardan aşağı kalır yanı yoktur.
“Olasılıklara dikkat etmek gerekir”, dedi Aydın, beni karşısında öyle çaresiz kıvranır görünce.
Odasında pencere yanındaki üçlü koltuğuna oturdum. Aydın, elinde piposu, her zamanki yerine, sallanan koltuğuna oturmuş geriye ileriye yaylanıp duruyordu. Oturduğum yerden evin hemen yakınından geçen tramvay yolunu görüyordum. Nerdeyse her 10 dakikada bir tramvay geçiyordu binayı sarsarak.
Aydın, soyadı Karışaklı’ydı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum tıpkı olasılıklara dikkat etmenin ne anlama geldiğini bilmediğim gibi.
“Ne demek şimdi bu? Diyerek bilememenin ezikliği ile sordum.
Bilemeyen halime seviniyor gibi Aydın. Sadece el çırpmadığı kalıyor.
“Olasılıklar ya da olasılık hareket halindedir” dedi.
“Hımm” diye mırıldandım.
“Evet, dedi Aydın. Yaşamımızın içerisinde hareket eder. Biz sanki yaşamımızın kendisiymiş gibi bazen karıştırırız bu hareketli durumu. Oysa bu çok aptalca bir yaklaşımdır.” İşaret parmağını bir öğretmen edasıyla bana doğru uzatıp: “Değil mi ama?” dedi.
“Ben aptal mıyım sence?
“Hayır. Aptal değilsin. Ama biraz tuhaf adamsın” dedi. Sonra da arkaya öne yaylanırken baştan aşağı süzerek beni: “Ve de iyi bir insansın” dedi.
“Teşekkürler. Her neyse. Ne işe yarar bunlar?
“Neler?”
“Olasılıklar”.
“Olasılıklar…. Şöyle denebilir… Olasılıklar yaşam isteğimizi kamçılar, ateşler.”
Aydın işte, dedim kendi içimden. Her zamanki anlaşılmaz hatta komik filozofça yaklaşımları… Olasılık yaşam isteğimizi ateşlermiş… Ha ha ha! Öyleyse bile, benim yaşamım için geçerli değil bu.
Üçlü koltuğun üzerindeki puf yastığı elimle şekilden şekle sokuyordum farkında olmadan. Yastığın içerisine doğru yumruğumu bastırıp onu bir külah haline getirdim. Dalıp giderken bu külahı kime giydirebileceğimi düşündüm. Sonra Aydın’ın konuştuklarını duymayıp kaçırdığımı fark edince külah şekline soktuğum puf yastığı yan tarafıma bıraktım.
“Peki şu anda bu olasılıklar bir işime yarar mı?
“Dediğim gibi. Olasılıklar senin yaşamının içerisinde hep hareket halindeler.”
“Olasılıklar olmasa da yaşamımın kendisi zaten hep hareket halinde.”
“Evet, ama olasılıklar olduğu için bu böyle. Hatta olasılıklardır yaşamımıza devinim katan.”
“Aynı zamanda farklı iki şey mi yani?”
“Farklı” dedi Aydın. Sanki şeker tadında bir şey almış gibi ağzına dudaklarını emerek: “hımm, farklılık”, dedi yeniden. “Yine karmaşık bir kavram bu aslında. Bak, olasılık bizim anladığımız türden yaşayan bir varlık değil ki. Canlı değil yani. Oysa buna karşı senin yaşamın her şey demek. Bak kendine, bir sürü şey görürsün. Kulak, burun, göz, nefes, ayak… Yaşamın kendisi yani.
“Offf, Aydın. Saçma sapan bir sürü şey zırvaladın yine. Anlattıklarının hiçbirinin bir değeri yok.
“Hayır, olasılığın her hangi bir değerle ilgisi yok. Tamam, itiraf edeyim ki bu kavram, yani olasılık biraz kafa karıştırıcı şey oldu.”
“İyi o halde. Neyse ne. Diyelim ki evet, ben ciddiye aldım bu kavramı ve olasılıklara dikkat ettim, dediğin gibi. Sonra ne olacak?”
“Sonra? Sonra sanki yakalanmış gibi olur. Yakalanır. Avlanır.
“Kim avlanır?”
“Olasılık”.
“Kim avlayacak?”
“Hiç kimse”.
“Ama sen biraz önce dedin ki…”
“Sanki dedim ama. Sanki. Biz yakalarız onu sanki.”
“Aydın, yine sen dememiş miydin, olasılık devamlı hareket halindedir diye?”
“Doğru. Hareket halinde ama bizim anladığımız hareket halinden çok farklı boyutta.”
“Nasıl? Enerjimiz mi yani?”
“Yani. Bir yandan senin benim yaşamımızdan bağımsız bir şey bu. Enerjimiz değil. Aman neyse işte. Olsa ne zararı var. Olasılık besin maddesi gibidir. Bizler… bizler bir asalak gibi… Yok, bu asalak sözü de uymadı.
“Bence uydu” diyerek külah şekline soktuğum puf yastığa yumruğumu vurup yeniden eski haline getirdim. “Şu sıralar kendimi tam da böyle hissediyorum. Olasılıkların gerçekleşmesini bekleyen asalak, işe yaramaz bir çöp yığını.”
“Hissettiklerinin konumuzla hiç ilgisi yok. İstesek de istemesek de bizler olasılıklara bağımlıyız.”
“Bunu nerden çıkarıyorsun?
“İnsan olasılıkları düşünüp arayınca bunun farkına varıyor. Her yerde olabilirler aslında. Küçük detaylarda. Bazen gizli kaçık köşelerde olabilirler. Güneş ışığının yansımalarında, yağmur damlalarında… Evet, suyun içerisinde. Suyun, ırmağın, denizin üzerinde. Tıpkı bir yağ tabakası gibi, suyun üzerinde duran ve görünen… Gerçi olasılıkları yağ tabakasına benzetmek de hoş olmadı. Çünkü yağ tabakası su yüzeyinde olsa da sudan ayrıdır. Olasılıksa sudan ayrı kalmadan yüzeyinde durur. Bazıları olasılığı denizin, ırmağın, suyun derinliklerinde aramanın doğru olduğuna inanır, ama orada değildir olasılıklar. Suyun yüzeyinde de değillerdir. Çünkü hep hareket halindedirler.”
“Suyun çalkalanması, dalgalanması gibi mi?”
“Böyle de denebilir. Ama bu basit bir yargı olur. Çünkü o zaman hareket hızını göz ardı etmiş oluruz. Ve aslında daha çok suyun yüzeyinde hareket eden bir noktaya benzetebiliriz. Ama o zaman da diğer noktalardan farkı olmaz. Sadece…”
“Sadece ne?”
“Sadece, o bir olasılık.”
“Hani şu hızla geçen tramvayın camında sadece bir an gördüğümüz yüzler gibi mi?”
“Eh işte, onun gibi bir şey. Hatta aynen onun gibi.”
“Aydın. Kusura bakma, ama bugün sadece saçmaladın valla.”
“Olabilir ağabeycim. Saçmalamış olabilirim. Peki, şimdi kendini nasıl hissediyorsun? Biraz daha iyi misin?
“Evet, şimdi biraz daha iyiyim.”
“E, gördün mü bak!”
YORUMLAR
Böylesi ağır, baskıcı duygularla baş başa kaldığım zamanlarda genellikle arkadaşım Aydın’ın yanında alırım soluğu. Resmi sıfatı filozof olmasa da, onlardan aşağı kalır yanı yoktur.Bazan insanın sıgınacak bir limanı olmalı bu kervanda içli duygusal bir dille yazılmış güzel bir yazı okudum yazan yüreği kutlarım selam ve dua ile