- 573 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ bEY -2-
Bir ay kadar sonra bahsedilen doktor, şehre teşrif etti. Ertesi günü, öğle saatinde doktorun hastaneye geleceği haberi, personele ulaştırıldı. Bu haberi kim getirdi, haber nasıl duyuldu, kimse bilmiyordu ama yemekten sonra doktorlar hariç, hastane personelinde bir telaş, bir koşuşturma ki, sorma gitsin. Sanki bir devlet büyüğü geliyormuş gibi, hastane çevresinde merasim telaşı yaşanıyordu. Kimileri bahçede, kimisi merdiven başında, kimileri kapının tam önünde hazır vaziyette bekliyorlardı. Çaycı Zevzek Metin de, kantini bırakarak ağaca tırmanmıştı. Nihayet kırmızı renkli, Mercedes marka, eski bir araba gelip, hastane giriş kapısı önünde yaylanarak durdu. Arabanın kapıları bir süre açılmadı. Camlar, renkli mika ile kaplı olduğu için içeridekiler görünmüyordu. Herkes nefeslerini tutmuş, merakla kapıların açılmasını bekliyordu. Fakat kapılarda hiçbir hareketlilik yoktu. Sanki araba oraya kendisi gelmiş, öylece duruyordu. Bir müddet sonra beklenen oldu, dört kapının dördü de aynı anda açıldı. Arabadan beş kişi indi. Mevsim yaz olmasına rağmen inenlerin hepsi de takım elbiseliydi. Hele bir tanesi vardı ki, simsiyah takım giyinmişti. İnenler, gözleriyle çevreyi şöyle bir taradılar. Gelenlerin üçünü içlerinde tanıyanlar vardı. Kalan iki kişiden biri doktor olmalı ama hangisi? O meçhul iki kişiden esmer, gür saçlı, uzun boylu, siyah takım elbise giyinmiş olanı öne geçti, ayaklarının ucuna basarak, ağır adımlarla kalabalığa doğru yürüdü. Öbürleri de peşinden onu takip ettiler. Merdiven basamaklarının önüne gelince öndeki durup, toplanan kalabalığı askeri birliği denetler gibi inceledi. Kapıdakiler de onu tepeden tırnağa süzdüler.
“Meşhur doktor bu olsa gerek.” dedi, bazıları yanındakilere.
Siyah takım elbiseli adam merdivenlere yönelirken, kalabalık içindeki fısıldaşmalar çoğalmaya başladı: Kimisi aradığı adamı bulmanın hazzını yaşarken, kimisi de;
“Bu muymuş yere göğe sığdırılamayan meşhur doktor? Kendini beğenmiş, kasıntı birisine benziyor ”
“Biraz da görgüsüz, bu mevsimde siyah takım elbise... diyerek dudak büktü.
“Doktor bu, elbette resmi giyecek., diye tersledi, tenkit edeni, başka birisi.
“Oldu olacak paltosunu da giyseydi bari. O zaman tam takım olurdu diye karşılık verdi önceki, alaylı bir ifadeyle.
Seremonide bulunanlar, yine de saygıda kusur etmemeye özen göstererek;
“Hoş geldiniz doktor bey, hoş geldiniz hocam.” dediler.
Herkes merdiven başında, kapı önünde hoş geldin derken, Zevzek Metin ağacın tepesinde, ata biner gibi oturduğu daldan aşağıya sarkarak bağırdı:
−Hoş geldiniz doktor bey, sefalar getirdiniz hocam. Gözümüz yollarda kaldı, diyerek meşhur Turist Ömer selamını sarkıttı.
Şu âlemde bazıları, bazılarını örnek alır, o kişiyi kendisine idol olarak görür. Çaycı Metin de Turist Ömer’i kendisine idol kabul etmişti. Her fırsatta onu taklit eder, onun selamını çakardı. Onun gibi kafasına fötr şapka uydurmuş, onu başından hiç çıkarmazdı. Çay ocağını da Turist Ömer’in resimleriyle donatmıştı. O, her ne kadar kendisini Turist Ömer olarak lanse etse de, çok konuştuğu, olur olmaz her söze karıştığı için hastane personeli ona “Zevzek” lakabını takmışlardı.
Arabadan inenler hariç, orada bulunanlar, ağaca tünemiş olan adama bakıp gülüştüler. Zevzek Metin, insanları güldürmenin hazzıyla kaydıraktan kayar gibi ağaçtan sıyrılarak yere indi. İner inmez de doktorun ellerine sarıldı.
−Hoş gelmişsiz doktor bey, bendeniz kantinci Metin. Saygılarımı sunarım, diyerek Turist Ömer selamını çaktı.
Doktor, ellerine sarılan yapışkan adamı iteleyerek yoluna devam etmeye çalıştı. Yanındakiler, anında duruma müdahale edip, yol açtılar. Doktor, üniformalı asker edasıyla dimdik bir vaziyette merdivenleri çıkıp başhekimin odasının kapısına vardığında, avenesinden birisi öne atlayıp, kapıyı tıklatıp açtı. Meşhur doktoru eliyle “ Buyur” etti. Bilmeyenlerde sanır ki, bir devlet büyüğüne eşlik ediliyor. Doktor, mağrur adımlarla ilerleyip başhekimin masasının önüne varıp, durdu:
−Ben, Operatör Doktor Abdi İşbilir, hastanenize atanmış bulunuyorum, diyerek elini uzattı. Ses tonu ve bakışlarından, karşısındakini ezmek ister bir hali vardı.
Başhekim, görgüde kusur etmemeye özen göstererek, yerinden kalktı; içinden “Demek ki meşhur doktor buymuş.” dedi, uzanan eli sıktı.
−Ben de başhekim Abdullah Sarsılmaz, hoş geldiniz. Hayırlı olsun, buyurun oturun, dedi.
Abdi Bey, sanki mekânı satın alacakmış, yâ da kiralayacakmış gibi gözleriyle içeriyi taradıktan sonra, kapıdan direk görülecek bir koltuğa kaykılıverdi. Otururken;
“Nasıl olsa o koltuğa bir gün ben oturacağım.” diye geçirdi içinden.
Diğerleri de boş koltuklara iliştiler. Başhekim, nezaket gereği hepsine hal hatır sorduktan sonra, içecekler söylendi. Herkes kahve istemişti. Başhekim her zaman olduğu gibi ada çayı istedi. Bu arada Doktor Abdi Bey, yanında gelenleri başhekime tanıştırdı. Kahveler içilirken Abdi Bey, mezun olduğu üniversiteyi, görev yaptığı yerleri, meziyetlerini, başarılarını, aldığı ödülleri abartılı bir şekilde anlattı. Başhekim, kendini beğenmiş bu adamdan, hiç mi hiç hoşlanmamıştı. O da hastanenin çalışma şartlarını, katı kurallarını anlatarak misillemede bulundu. Bu şekildeki restleşmeden sonra Abdi Bey, iki hafta sonra gelip, göreve başlayacağını söyleyerek, müsaade isteyip yerinden kalktı. Yanındakiler de onu takip ettiler. Hastane çıkış kapısındaki merdivenlere başına gelince durdu, karşıda yeni gelin gibi edalı duran Spil Dağı’na uzun uzun baktıktan sonra, yanındakilere döndü.
−Şu güzelliğe, şu ihtişama bakın arkadaşlar, dedi. Özlemişim Spil Dağı’nın havasını, duruşunu, esrarını.
Dağdaki tüm havayı ciğerlerine çekercesine derin bir nefes aldı, bir müddet durduktan sonra “ Ohhh’” diyerek aldığı havayı dışarı üfürdü.
−Bundan böyle beraber olursunuz inşallah hocam, dedi yanındakilerden birisi.
Gözlerini dağın zirvelerinde gezdirerek, duaya dua ile karşılık verdi.
–İnşallah, dedi iç geçirerek. Çocukluğum bu dağın arka yüzünde geçti. Bu dağda çok anılarım vardır. Bir gün size bazılarını anlatırım, deyip yürüdü. Yanındakilerde peşinden.
* * *
Abdi Bey, görevine hızlı başladı. Meslektaşları, onun tedavi yöntemini, hasta - doktor ilişkilerini beğenmeseler de, O, kısa zamanda ( bilhassa kırsal kesimden gelen hastalar tarafından ) sevilip aranılan bir numaralı doktor olup çıkmıştı. Onun tedavi yöntemi, hasta - doktor ilişkisi, meslektaşlarından farklıydı. Ona göre en kesin ve en kestirme tedavi yolu ameliyattı. Karnı ağrıyana, kasığı sancıyana, boğazında, boynunda sorunu olana, aile şeceresini çıkarırcasına sorular sorar, aldığı cevaplara itibar etmeden:
“Senin safrakesen taş dolu, senin böbreklerinde kum var. İlaç tedavisiyle bu ağrılardan kurtulamazsın. Bu işin kesin çözümü, ameliyat. Hem açmışken apandisit, fıtık ne varsa onları da alırız. Bir daha aynı ağrıları, acıları yaşamazsın. Ne diyorsun? “ diye bitirici sorusunu soruyordu.
Hastaların çoğu kontrpiyede kalmış kaleci gibi, doktorun yüzüne boş gözlerle bakarak:
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.